Türk Milliyetçisi Ermeni Vatandaş!

0
Latest posts by Emin Keşmer (see all)

Hepimiz hastalıklıyız, hepimizde bir ikiyüzlülük, bir nobranlık, bir dürüst olamama hali var. İnanılmaz bir dangalaklık, bir kendini beğenmişlik, aptalca bir kibir, bir yersiz milliyetçilik ki hepsi de zerrece sorgulamadığımız bir namussuzluk içeriyor!

Hepimiz derken ‘yurdum insanları’nı kastetmiyorum.

Bizden, kendini münevver (aydın) sayanlardan bahsediyorum.

Güya kendini daha demokrat, daha insancıl, daha ‘hoşgörü’ sahibi sanan zevattan bahsediyorum.

Hani lafın sırası gelince kostaklana kostaklana ‘Biz de din, dil, ırk ayrımına karşıyız!’ diyen elitlerden bahsediyorum.

Sorsanız hepsi de barıştan yana, hepsi savaşa karşı, hepsi çok kültürlülüğe bayılıyor. 

Bizim Anadolu bir kültürler mozaiğidir diye çalım sata sata ahkam kesecek tiplerden bahsediyorum.

İçlerinde kim bilir, ulusların kendi kaderini tayin hakkından yana olanlar bile vardır.

‘Burada laf çok!’ denir ya. O misal işte.

Nereden icap etti bu sözlerle yazıya girmek diye soracaksınız?

Geçenlerde bir dostlar sofrasında çok iyi niyetli olduğundan asla şüphelenmediğim bir arkadaşımız Türkiye’deki azınlıklarla ilgili konuşurken bir örnek verdi.

Dedi ki:

-Benim memlekette bir Ermeni dostum var, ayda en az üç beş kere telefonlaşırız. O derece samimiyiz. O sık sık der ki:

‘’Ben vatanımı seviyorum, Türk milletini seviyorum, ben de bir Türk milliyetçisiyim!’’

Ona itiraz ettim:

Keşke arkadaşınız, ben Ermenileri daha çok seviyorum ama vatanımı, Türkiye’mi de seviyorum deseydi daha anlamlı olurdu bana göre söyledikleri. Kraldan çok kralcı olmasına gerek yoktur ki?

Sonra da lafı uzatmadık, başka konulara geçtik.

Düşündüm bu konuşmamız üzerine.

Toplumumuzdaki farklı soydan birinin, bir Ermeni’nin, bir Rum’un, bir Kürdün, bir Alevinin kendini Türk milliyetçisi olarak tanımlaması niçin hemen hepimize çok yerinde, olması gereken bir his gibi gelir? Niçin hepimizin gururunu okşar, bize önemli, değerli ve sempatik gelir?

Mesela Bulgaristan vatandaşı bir Türk söylese bu sözü.

Dese ki: Ben Bulgaristan’ı seviyorum, kendimi Bulgar gibi hissediyorum, ben bir Bulgar milliyetçisiyim!

Bu söz daha anlamlı olabilir mi mesela?

Veya dese ki: 

Ben bir Türküm, Türklüğümle, kültürümle gurur duyuyorum ama vatanım olarak da Bulgaristan’ı seviyorum, burada yaşamaktan ve bu ülkenin yurttaşı olmaktan da çok mutluyum, ülkemin iyiliğini, gelişmesini çok istiyorum!

Bu söyleyiş mi daha değerli ve kişiliklidir? Ne dersiniz?

Bulgar vatandaşı Türk; ‘Ben Bulgar milliyetçisiyim!’ deyince ona saygımız kalır mı acaba? Onun sahte ve yalaka olduğunu düşünmez miyiz? 

Bizim duygumuzu geçtim, bir Bulgar da ona şüphe ile bakmaz mı; onu değersiz, sırnaşık, boş bir şarlatan gibi görmez mi?

Hal bu iken niçin o zaman ille de herkese ‘Ben Türküm, Türk milliyetçisiyim!’ dedirtmeye çalışıyoruz, buna onları adeta zorluyoruz, mecbur bırakıyoruz?

Bu ahlaklı, dürüst, adaletli bir tavır mı?

Niçin bütün azınlık okullarında (Rum, Ermeni, Yahudi… okullarında) tırnak kadar sabilere ‘’Türküm doğruyum, çalışkanım…’’ diye her sabah ‘AND’ içirerek, yemin ettirerek coşkuyla bağırtıp yalan söyletiyoruz?

Ben yedi yıl Ermeni okulunda, sekiz yıl da Rum okulunda görev yaptım.

Her birinin bu vatana benden çok daha derin bir muhabbetle, şefkatle, hasretle bağlı olduklarını gördüm.

Niçin benden ‘daha çok’ diyorum?

Çünkü benim vatanımı kaybetme ihtimalim yok diye düşünürdüm, belli ki bu duygu benim bilinçaltıma böyle kodlanmıştı.

Oysa onlar öyle miydi ya? Her an vatanlarını kaybetme, bu vatandan üvey evlat olarak sürülüp çıkarılma ihtimali ile büyüyorlardı ve o sebeple benden mutlaka daha fazla bir aşkla bu vatana bağlıydılar ve ülkelerini delicesine seviyorlardı. Çünkü anlıyordum ki kaybetme ihtimali onlarda daha şiddetli bir tutkuya sebep oluyordu.

Ben onlardaki bu kırık ama hoyratça örselenen, sürekli imtihana tabi tutulan, umutsuzluklarla heder edilmiş yurt sevgisine şahit oldukça; o derin duyguyu onların gözlerinde-yüzlerinde kederlere batmış şekilde izledikçe onlar adına bir yandan isyan eder, bir yandan da yüreğim kanayarak acılara gark olurdum.

Burada Amerika’da yıllardır yaşayan birkaç Ermeni dostum oldu.

Adamlar 60 yıl önce gencecikken gelmişler buraya, burada evlenmişler, çocukları olmuş, büyümüş; ama o çocuklar Türkçe’yi de Ermenice’yi de bilmiyorlar. 

Yetmiş beş yaşlarına varmış bu adamların, ülkeye dönme ihtimalleri -yüzde değil- binde bir bile değil. Buna rağmen onların Türkiye haberlerine bunca müptela olmalarına, Türk televizyonları, Türk filmleri izlemelerine, her fırsatta Türkiye’yi konuşmalarına handiyse şaşırıp kalıyorum.

Hani bilmesem, onları Türkiye’den tanımasam daha beter şaşırıp kalacağım. 

Hele onları hiç tanımamış olsam da ilk kez böyledir dendiğini duysam asla ihtimal vermeyeceğim; ‘Yok canım, o kadar da değildir artık!’ diyeceğim.

Oysa bu anlaşılmayacak bir şey değil ki!

Onların vatanı, çocukluklarını yaşadıkları, babalarını değilse de geriye doğru bütün dedelerini ninelerini gömdükleri topraklar Afrika’nın en berbat çölünde bile olsa, o çöl onların gözünde bir masal ülkesi olarak hep özlemle canlanacaktı, o çölün hasreti ile yanıp kül olacaklardı.

Vatan sevgisi, memleket duygusu böyle bir şeydir de bizim gibilerin haberi yoktur maalesef!

O sebeple ‘hakiki’ Türk olmayanları -utanıp arlanmadan, düştüğümüz iğrençliğe zerre kadar aldırmadan- devamlı sınava sokuyoruz.

Ama şöyle de değişmez bir gerçek var:

Ne kadar kişiliklerinden taviz verirlerse versinler, ne kadar çalışıp sınava girerlerse girsinler, ne kadar onurlarıyla oynarsak oynayalım, asla sınavdan başarılı not alamayacaklar ve sınıfı da geçemeyeceklerdir.

Çünkü Türk milletinin kini nefreti hiçbir zaman tükenmez, suçu kendi işler ama inkârı bitmez, asla ‘GAVUR’a güvenmez, asla barış sözü vermez, verse de ilk fırsatta bir bahane bulup barıştan vazgeçer, lakin savaşmaktan, didişmekten zinhar vazgeçmez!

Çünkü…

Çünkü…

Çünkü kahraman bir millettir Türk milleti(!)

Önceki İçerikErdoğan: Pençe-Kilit harekatı ile ülkemizin sınır güvenliğini garanti altına alacağız
Sonraki İçerikABD’ye iade edilmesine karar verildi..
Eğitimci, Oyun Yazarı ve Yönetmen ÖZGEÇMİŞ: 1954 Tirebolu doğumlu Eskişehir Anadolu Üniversitesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünü ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 34 yıl çeşitli liselerde Edebiyat Öğretmenliği ve Müdürlük yaptı. 4 yıl Kültür Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak çalıştı. ESERLERİ: Bir Poşet İstanbul Toprağı (Roman, 2012 Yunus Emre’yi Kim Öldürdü (Roman dosyası) Devlet Tiyatroları Repertuarına Alınan Oyunları (2012): Vah Güzel İstanbul Yunus Emre’yi Kim Öldürdü? Yaşamın Kıyısında Zirzop Kral Aldığı Ödüller: BASÜBADELMEVT oyunu Kör Sema Oyun Yazma Yarışması, Birincilik Ödülü NUH’UN AĞRISI oyunu Aydın Üstüntaş Jüri Özel Ödülü Yazdığı Diğer Oyunlar: Mutluluk Tarifleri, Kulüp Paragöz/ Anatolia Yolu / Yurdun Seni Çağırıyor Nazım/ Son Oidipus/ Savaş Devam Ediyor/ İyi Aileler İyi Çocuklar/ Bir Ateş Ver (Kahır Yolcusu Bir Zamane Dervişi: Ruhi Su), Melekut, Girdap Nasrettin Hoca’nın Biri Bir Gün (Çocuk Oyunu) Kuşlar Cumhuriyeti (Çocuk Oyunu) Gençlik Tiyatroları Festivallerinde kendi yazıp yönettiği oyunlarla ödüller almış; Yunanistan ve İsviçre’de bu oyunlarıyla turneler yapmıştır. Oyunları ülkenin birçok şehrinde amatör veya yarı amatör topluluklarca; üniversite-lise, ilköğretim tiyatro topluluklarınca oynanmıştır. 2013’ten beri Amerika’da yaşamaktadır.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz