Ülkemizde Azınlık Okullarına Gönderilen MUHARRİKLER (*)

0
Latest posts by Emin Keşmer (see all)

Hukuk Fakültesinde öğrenciyim, dersler ağır; bir arkadaşın ders ve öğrenci sayısı daha az, rahat edersin, hukuk derslerine de zamanın kalır tavsiyesi ile Ermeni okuluna tayin dilekçesi verdim.

Gelen görevlendirme yazısında şu okula ‘öğretmen olarak atandınız’ demiyor da ‘’tedvire memur edildiniz’’ diyor.

Tedvir kelimesi yönetme, çekip çevirme manasına tabii.
Şıp diye mesajı aldım.

Yani devlet sana diyor ki üstü kapalı olarak:

Sen oraya düz bir öğretmen olarak eğitim görevi ile gitmiyorsun, orayı denetlemeye, çekip çevirmeye gidiyorsun; sen orada memur değil üstü örtülü amirsin, sen orada bizim gözümüz kulağımız olacaksın ona göre; anla!

En aptalı bile bu mesajı anında çakalozluyor elbette.
Ve o daha okula ilk defa adımını atarken bile başka bir hararetle, çalımla giriyor o kapıdan mutlaka.

Bana sorarlardı bilip duyanlar:
Sen orada ne yapıyorsun, sadece ders mi veriyorsun?
Derdim ki: 

Ben orada devletin ajanıyım! 
Soran kişi bir anda allak bullak olup ne diyeceğini bilemez halde susar kalırdı.


Kolay mı, dünyanın en kindar devletinin millî bekaya matuf en kritik görevini deruhte ediyorsun! He he!

Büyük sorumluluk tabii.
Dünyanın sayılı ordularına sahip koskoca devlet sana bir misyon yüklemiş, arkandayız koçum, haydi demiş; boş mu duracaksın.

Bizim azınlık okullarındaki o derbeder, sefil, zavallı öğretmenlerimizin kendilerini vazifeli saymaktan mütevellit dikkat kesildikleri birinci mesele şuydu:
Bu ‘gavur p….’ bizim şu anlı şanlı İstiklal Marşımızı gereken ciddiyette ve huşû içinde söylüyorlar mı yoksa söylüyormuş gibi yapıp sadece dudaklarını mı kımıldatıyorlar?

Bu tevatür değil kesinlikle. Çünkü İl Milli Eğitim Müdürlüğü’ne, İstiklal Marşımızı gevşek söylüyorlar, yeterince ciddiye almıyorlar diye şikayete giden kaç öğretmeni bilirim! Bunların çoğu da hani insancıl olup din dil ırk ayrımı yapmıyoruz, çok kültürlülük ne güzel, bizim kültürümüzün engin mozaiği bunlar, ay ne güzel… filan diyenlerden. 
Oysa bu müzevirlik bir öğretmen için ne büyük bir sefilliktir.
Bir eğitimci bu kadar mı zavallı, bu kadar mı kişiliksiz olur?
Veya bir öğretmen bunu kendisine nasıl yakıştırır. 
Akıl alır gibi değil ama oluyor bunlar.

Bir müfettiş geldi bir gün. Laf lafı açtı, Musevi okulundaki teftişini anlatırken ne dese beğenirsiniz:
Teftişin ilk günü pazartesiydi, sabah açılışta İstiklal Marşı söyleniyor. Baktım aygın baygın bir söyleme şekli. Öyle bir gürledim, öyle bir bağırarak söyledim ki sesim bütün odalarda, koridorlarda adeta çınladı. Ve onlara unutamayacakları bir ders verdim!

Yakışık almaz diye ‘sayın müfettiş beyim, iyi halt etmişsiniz’ diyemedim tabii.

Bu ne kadar acizliktir, bu ne büyük bir aşağılık kompleksidir böyle! 
Bir de ölçüte bakar mısınız? 
Marşı gürleyerek okuma!
Büyük bir ulus olmak bu mudur tanrı aşkına? 
Bu ne biçim büyüklüktür böyle?

Kaldı ki bunca senelik deneyimle bilirim ki bütün Türk okullarında da her pazartesi İstiklal Marşı ‘koşturmalı ve uzun’ bir haftaya başlama psikolojisi ile ölgün baygın söylenir. Buna mukabil onca yorgunluk havasına rağmen, bitiyor işte, tatil başlıyor, yaşasın duygusuyla cuma günleri de inadına gür çıkar öğrencilerin sesi.
Bu sarih gerçekliği anlamayıp azınlık okulları diye buna işgüzarlık edip başka manalar yüklemeye ne gerek vardır ki?

Ermeni okulundan sonra Rum okuluna ‘Türk Müdür’ olarak tedvire 

memur edildim.
Daha derin, daha manalı, ağır bir mesuliyet(!)
Orada direkt devleti bire bir temsile tensip olunmuşsun, kolay mı be?

Bir cuma günü İstiklal Marşı okunuyor, lise öğrencilerinden biri alt kapıdan kaytarmış, törene katılmamış. Rum Müdür de bunun farkına varmış. Nasıl farkına varmasın ki toplasan 48 öğrenci var zaten orta-lise hepsi.

Rum Müdür bu konuyla ilgili bir dilekçe yazmış ve Disiplin Kurulu Başkanı olarak da bendenize getirdi bu dilekçeyi ve ille de bir ceza verelim bu namussuza diyor.
Dedim ki:
-Niye ceza vereceğiz ki bu çocuğa anlamadım? Müdürüm, kusura bakmayınız da ben bu dilekçeyi kale almıyorum, yok sayıyorum, işleme de koymuyorum, haberiniz olsun.

Müdür panikledi:
-Hocam, gözünüzü seveyim, yapmayın. Bu çocuk hani dersten kaçsa, başka bir etkinlikten kaçsa tamam de İstiklal Marşından kaçma meselesi başka! Hiç görmezden gelinecek bir durum değil inanın!

Dedim ki:
-Sevgili müdürüm, bu öyle abartılacak bir mesele değil, buna da siz inanın. Biz de okullarda öğrenci iken böyle zaman zaman kaytarırdık. Bunu da bir marifet sayardık. Öğrenci bunu yaparken ‘İstiklal Marşı’dır, boş vereyim, bana göre anlamı yok zaten’ diye kaçmaz. O törenin manasını, marşı filan aklına bile getirmemiştir. Ama böyle kaytarmak öğrenciliğin alelade cilvelerindendir, raconundandır, sıradan itaatsizliklerindendir, arada bir yaptığı oyunlardandır. Bu diğerlerine karşı bir çalım satmadır, sürüden farklı olduğunu gösterme numarasıdır. Bunda suçlanacak, bir başka şekilde anlaşılacak bir yan yok ki, biz çocuğu burada handiyse ‘hainlik’le suçlayalım, Disiplin Kurulu’nda sigaya çekelim, yargılayalım!

Rum Müdür: 
-Hocam, vallahi Milli Eğitim Müdürlüğü’ndekilerin kulağına gider, tutup göz yumuyoruz, biz de o niyetteyiz diye bizi de suçlarlar; başımız yanar.

Dedim ki:
-Sevgili Müdürüm, eğer öyle bir durum olursa siz suçu benim üzerime atın! Ve deyin ki: 
‘Ben dilekçe ile Disiplin Kurulu’na durumu bildirdim, sizin ajanınız müdür işlem yapmadı! Bizim bir günahımız vebalimiz yoktur.’

Rum Müdür şaşırdı, söyleyecek bir şey de bulamadı ve muhtemelen; ‘deli bu adam vallahi’’ diyerek çıkıp odasına doğru yürüdü gitti.

Oysa böyle mi yapmalıdır?
Azıcık uyanık ol; bu çocuğu al ele, sen vatan millet düşmanı mısın diye günlerce sorgula, ağır ceza mahkemesi havasında heyeti diz ve bilmem kaç oturum düzenleyerek yargıla, okuldan uzaklaştırma cezasını da bas, amirlerinin de gözüne gir, aferini al! 
Hani dikkat çek, en ciddi çalışan müdürümüzdür, üstüne başka yoktur diye de bir paye edin. Millî manevî konularda tavizsiz olduğunu cümle âleme bi göster hele, ilan et! Ne kaybedersin?
Akıllı olmak lazımdır akıllı!
Rum Müdür ‘Bu adam deli vallahi!’ demekte haksız mıydı?

(*)Muharrik: Kışkırtıcı, tahrik eden, ajan provokatör.

Önceki İçerikAkıl Rehberin ise Yalnızlık Kaderindir
Sonraki İçerikPit Bull Sorunsalı: İnsanları Korkutarak Pit Bull Gezdirenlere Çok Kötü Bir Haberim Var
Eğitimci, Oyun Yazarı ve Yönetmen ÖZGEÇMİŞ: 1954 Tirebolu doğumlu Eskişehir Anadolu Üniversitesi Türk Dili Edebiyatı Bölümünü ve İstanbul Üniversitesi Hukuk Fakültesi’ni bitirdi. 34 yıl çeşitli liselerde Edebiyat Öğretmenliği ve Müdürlük yaptı. 4 yıl Kültür Üniversitesi’nde Öğretim Görevlisi olarak çalıştı. ESERLERİ: Bir Poşet İstanbul Toprağı (Roman, 2012 Yunus Emre’yi Kim Öldürdü (Roman dosyası) Devlet Tiyatroları Repertuarına Alınan Oyunları (2012): Vah Güzel İstanbul Yunus Emre’yi Kim Öldürdü? Yaşamın Kıyısında Zirzop Kral Aldığı Ödüller: BASÜBADELMEVT oyunu Kör Sema Oyun Yazma Yarışması, Birincilik Ödülü NUH’UN AĞRISI oyunu Aydın Üstüntaş Jüri Özel Ödülü Yazdığı Diğer Oyunlar: Mutluluk Tarifleri, Kulüp Paragöz/ Anatolia Yolu / Yurdun Seni Çağırıyor Nazım/ Son Oidipus/ Savaş Devam Ediyor/ İyi Aileler İyi Çocuklar/ Bir Ateş Ver (Kahır Yolcusu Bir Zamane Dervişi: Ruhi Su), Melekut, Girdap Nasrettin Hoca’nın Biri Bir Gün (Çocuk Oyunu) Kuşlar Cumhuriyeti (Çocuk Oyunu) Gençlik Tiyatroları Festivallerinde kendi yazıp yönettiği oyunlarla ödüller almış; Yunanistan ve İsviçre’de bu oyunlarıyla turneler yapmıştır. Oyunları ülkenin birçok şehrinde amatör veya yarı amatör topluluklarca; üniversite-lise, ilköğretim tiyatro topluluklarınca oynanmıştır. 2013’ten beri Amerika’da yaşamaktadır.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz