Veysi Dündar CHP Genel Başkan Yardımcısı Aykut Erdoğdu ile konuştu: “Hükümetin 2023 gelir hedefi ancak 2067’de gerçekleşebilir”

0

Anamuhalefet partisi CHP de 2019’a hazırlanıyor. Partinin kampanyalarda en fazla kullanacağı konulardan biri de iktidarın yürüttüğü ekonomi politikaları. CHP’de o konuda en etkili isim ise Aykut Erdoğdu.

Erdoğdu’yu televizyon tartışma programlarından da tanıyorsunuz.

Yazarımız Veysi Dündar CHP’nin ekonomi görüşlerini OCAKmedya okurlarıyla paylaşmak üzere Aykut Erdoğdu’yla kapsamlı bir görüşme yaptı.

Aykut Erdoğdu kimdir?

Sarıkamış, Kars doğumludur. Maliyeci, siyasetçi ve Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul milletvekilidir. Uluslararası muhasebe ve denetim standartları, mali analiz, bilgisayarlı modelleme, finansal modelleme ve nicel çözümleme konularında uzmanlığı bulunmaktadır.

Gazi Üniversitesi İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi’nden mezun oldu. Yüksek Lisansını Amerika Birleşik Devletleri’nde bulunan Carnegie Mellon Üniversitesi’nde “Kamu Politikaları ve Yönetimi” üzerine yaptı.

1995 yılında Hazine Müsteşarlığı stajer Hazine kontrolörlüğüne atandı. Bir süre sonra Hazine başkontrolörlüğüne getirildi. 2004 yılında ABD’de çalışmalarda bulundu. 2005 yılında ABD İç Denetçiler Enstitüsü’nden Uluslararası geçerliliği olan Sertifikalı İç Denetçi (Certified Internal Auditor) unvanı aldı. Ayrıca Hazine Müsteşarlığındaki görevi sırasında Uluslararası Para Fonu (IMF), Dünya Bankası ve Avrupa Birliği fonlarıyla finanse edilen çeşitli projelerin başdenetçisi olarak görev yaptı. İngilizce ve Almanca bilmektedir. Evli ve 1 çocuk babasıdır.

HAlen CHP’de ekonomi politikalarından sorumlu genel başkan yardımcısıdır.

Büyük yatırımlar ve CHP

Veysi Dündar (VD): Yatırımların verimliliğinden başlayalım. 3. Havalimanı, 3. Köprü, Osmangazi Köprüsü ve Avrasya Tüneli ile ilgili bir çizelge, bir araştırma var mıdır sizde? Yatırımlar, gelirleriyle karşılanabilecek güçte midir?

 

 

 

Aykut Erdoğdu (AE): Hükümetin bu tarz yatırım projelerinin hepsi “Deli Dumrul” projelerine dönüşmektedir. Yani, köprüden geçen-hastaneye giden-havaalanını kullanan aslında ödediği vergiler karşılığında bedavaya faydalanması gereken hizmetler için üste para ödüyor; kullanmayanlar ise eksik kalan gelir garantisini tamamlamak için bütçe üzerinden dolaylı olarak para ödüyor. 2018 yılında Osmangazi Köprüsü’nden, 3. Köprüden ve Avrasya Tüneli’nden geçen vatandaşlar fahiş ücretler öderken, bu köprülerden hayatı boyunca geçmemiş ve belki de asla geçmeyecek olan Anadolu’nun bir köşesindeki vatandaş aldığı ekmek üzerinden ödediği KDV ile dolaylı olarak bu projeleri finanse edecek. Neden? AKP Hükümeti yükleniciye verdiği gelir garantisini devlet bütçesi üzerinden tamamlayacağı için. 

İstanbul’da inşaatı devam eden 3. Havaalanı başlı başına yanlışlarla dolu bir projedir. Bunu bizzat DHMİ hakkında hazırlanan Sayıştay raporları söylüyor. 3 Mayıs 2013’te ihale yapıldı, yaklaşık 26 milyar avroya bu ihale verildi. 3 Mayıs 2013’te yapılmış ihalenin bir ay sonra sözleşmesinin imzalanması gerekiyor ki işletme süresi başlasın. Peki, sözleşmenin imzalanması ne zaman yapıldı? İhale yapıldıktan tam iki yıl sonra, iki yıl sonra yer teslimi yapıldı. “Neden?” İki yıl daha fazla işletilsin diye, her yıla 1 milyar avro kamu adına kayıp yazılsa 2 milyar avroyu halkın cebinden alıp bu müteahhitlerin cebine koymak için. Aynı zamanda kot farkı dediğimiz bir şey var. Havaalanının yerin 90 metre üstüne yapılması lazım. İhaledeki belirleyici unsurlardan biri de havaalanının yerin 90 metre üstüne çıkarılmasıydı. Şöyle bir şey var, orada bir de İstanbul kanalı yapacaklar, kanaldan çıkan hafriyatı alacaklar üçüncü havaalanını dolduracaklar, hem kanal vurgunu hem havaalanı vurgunu olacak. Kotu 30 metre düşürerek 2,5 milyar avroyu daha havuz müteahhitlerine verdiler. Bu şu demek: her aileden 850 lira alındı, havuzculara aktarıldı, sadece bir yolsuzluk kalemiyle. 

Sayıştay raporları bu tarz tespitlerle doludur. Davetiye usulü ihale yöntemiyle altyapı yatırımlarının, yol-köprü yatırımlarının maliyeti yükseliyor. Bu nedenle cebimizden daha fazla para çıkıyor. Kamu Özel İşbirlikleriyle (KÖİ) yapılan yatırımlara ilişkin de elimizde Kalkınma Bakanlığı’nın envanteri var. Sözleşme büyüklüğünün şimdiden 120 milyar doları geçtiğini görüyoruz. Yatırımların gelirleriyle karşılanmadığını da yapılan ödemelerden görüyoruz. 2018 bütçesinde şehir hastaneleri ve otoyol-köprüler için taahhüt edilen ödemeler 6,2 milyar lira olarak görülüyor. Her yıl, bu kalem artacak. Üstelik KÖİ projelerinde kredi için kamu bankaları kullanılıyor ve bankaların dış borçları hızla artıyor. Kamu özel işbirliği yatırımları gelirleriyle karşılanamayacak şekilde gerçekleştiği için koşullu yükümlülükler yükümlülüğe dönüşüyor, bütçeye büyük yük biniyor.

AK Parti’nin iktidarda geçirdiği 15 yıl 

VD: 15 yıllık iktidarı analizlediğinizde; ekonomik verileri karşılaştıracak olursak, AKP iktidarı öncesi ve sonrası için neler söylersiniz?

AE: Bazı çarpıcı verileri aktarayım: AKP dönemindeki büyüme ortalaması 1960-1980 dönemi ortalamasını yakalayamamaktadır. 2008 bazlı gelir serisine göre Türkiye’nin kişi başı geliri ile dünyada kişi başı gelir arasındaki oranının 2016 yılı değeri 2003’teki değerle eşittir. Türkiye’de enflasyon, dünya ortalamasının 5, Türkiye’nin de dahil olduğu üst orta gelirli ülke ortalamasının 4 ve yüksek gelirli ülkeler grubu ortalamasının 19 katıdır. Kamu borcu kontrol altına alınmış olsa da özel sektör ve hanehalkı borcu aşırı artmıştır. Örneğin hanehalkı kredi borcu 2002’de GSYH’nin yüzde 2’sinden azdı, şimdi yüzde 17’si civarındadır. Özel sektörün döviz açık pozisyonu 2002’de 6,5 milyar dolardı. 2017’de 210 milyar doları geçmiştir. 

İmalat sanayii ihracat yapısında yüksek teknolojinin payı artmamıştır, orta düzeyde teknoloji kullanımında artış görülse de 15 yıl gibi uzun bir sürede teknoloji yoğun üretime dönük adım atılmadığını görüyoruz.  Ar-ge harcamalarının GSYH’ye oranı 15 yıldır çok sınırlı bir artışla yüzde 1’e yeni ulaşmıştır. Katma değerin toplam çıktı değerindeki payı birçok stratejik sektörde düşmüştür. Kısacası Türkiye 15 yılda kirli ve ilkel bir sanayiye mahkûm edilmiştir. Bu çarpık kalkınma perspektifiyle gerçekleşen büyümenin nimetleri de adil dağıtılmamıştır. Gelir adaletsizliğine ilişkin temel göstergelere baktığımızda Avrupa ile ortak verilerin derlendiği son on yılda hiçbir iyileşmenin kaydedilmediğini görüyoruz. Üstelik bu adaletsizliği derinleştiren vergi politikasında ısrar ediliyor. 15 yılın sonunda AKP iktidara gelmeden önceki durumdan daha iyi değiliz, üstelik AKP iktidarının birçok alanda yarattığı enkazı görüyoruz.  

VD: Beğenmediğimiz Yunanistan’ın emekliler için ödediği maaş 1500 euro. Bu neredeyse bizim memur maaşlarından bile fazla. Maaşlar döviz karşısında eriyor mu sizce?

AE: Türkiye’de ücretler seviyesi çok düşük. Çalışanlar ekonomik büyümeden adil bir şekilde faydalanamıyor. 2004 ve 2015 yıllarını kıyasladığımızda kişi başı gelirin 5.000 dolar büyüdüğünü fakat kişi başı net kazancın sadece 1.700 dolar arttığını görüyoruz. Öte taraftan, dolar bazında baktığımızda AKP hükümetleri döneminde ortalama yıllık çalışan kazancında sınırlı bir artış olduğunu, ancak 2013 yılından bu yana ciddi bir erime gerçekleştiğinin de altını çizmeliyiz. Genel olarak ifade edersek, ücretler döviz karşısında eriyor. Asgari ücrette CHP’nin öncülüğünde toplumsal baskı nedeniyle yapılan sınırlı artış asgari ücretin 400 dolar civarında tutunmasını sağladı. Ancak Türk Lirası OHAL koşullarında ciddi bir değer kaybı yaşadığı için dolar bazında asgari ücret de 2017’de geriledi. Ekonomiyi düzgün yönetemeyenler varlıklarımızın ve gelirimizin erimesine yol açıyorlar.  

VD: Hükümetin icraatları içinde ekonomik veri olarak beğendiğiniz, takdir ettiğiniz bir icraatı var mı?

AE: Evinize bir hırsız girdiğini ve maddi ve manevi değer verdiniz çoğu şeyi çaldığını düşünün. Siz şimdi, hırsızın takdir ettiğiniz bir icraatı var mı diye soruyorsunuz. Buzdolabını çalmaması yerinde bir davranış mı demeliyim? O buzdolabını zaten yüklenemezdi. Türkiye ekonomisi tarihinin en kötü dönemleri de dikkate alındığında zaten yüzde 5 büyüyor. Buna bakıp takdir belirtmemi beklemiyorsunuz diye umuyorum. 

VD: Asgari ücret üzerinden bir Türkiye tahlili yapsanız?

Asgari ücret

AE: Somut veriler üzerinden konuşalım: Türkiye’de asgari ücretin ortanca ücrete oranı yüzde 76’dır. Bunun anlamı şu: AKP kendi sendikalarını palazlandırmakla birlikte sendikalılık oranını azalttı. Türkiye’de sendika üyelerinin istihdam edilenlere oranı gittikçe azaldı ve AKP döneminde yüzde 10’un da altına indi. Öte taraftan, Türkiye’de asgari ücret ya da daha az ücret kazananların toplam çalışan nüfus içindeki payı Slovenya’dan 2, Litvanya’dan 3 ve diğer tüm AB üyelerinden en az 4 kat daha fazladır. Sonuçta asgari ücret Türkiye’de ortalama ücretin çıpası haline geldi. Asgari ücretle çalışanlar, tam zamanlı çalışanlar içinde bu kadar ağırlıklı bir yer tutuyorsa, aslında Türkiye’deki ücret seviyesini belirleyici bir ağırlık taşımakta demektir. Türkiye’de asgari ücret ise Türk-İş’in açıkladığı açlık sınırının altındadır. Halkımız uygun ekonomi politikalarının yokluğunda yoksulluğa mahkûm ediliyor. 

Bu dinamiğin arkasında işsizlik var. Kısa süre önce açıklandığı üzere resmi işsiz sayısı 3,3 milyon. 1,5 milyonu aşan çırak-stajyer, kursiyer sayısı istihdamdan sayılmasa, işsiz sayısı 3,3 milyon değil 4,8 milyon olacak. Geniş tanımlı işsiz sayısı 6 milyona dayanmış, bu aslında işsizlik oranı da yüzde 10,3 değil, yüzde 17,6 demek. İstihdam yaratamayan hükümet, bunu ücretleri baskılamak için kullanıyor. Lütufmuşçasına yaptıkları zam da değindiğim gibi döviz karşısında, enflasyon baskısı altında eriyor. 

VD: Ekonomi iç ve dış dengesi nedir? Rakamlarla açıklar mısınız?

AE: Makroekonomik denge perspektifinde iç denge dış dengeye eşittir. Özel kesim dengesi (tasarruf – yatırım) ve kamu kesimi dengesi (vergiler – harcamalar) bir araya getirildiğinde bunlar dış dengeye (ihracat – ithalat) eşit çıkar. Kalkınma Bakanlığı, 2018 yılı programında bir önceki yıl için yatırımları 896 milyar lira, toplam yurtiçi tasarrufları da 757 milyar lira olarak tahmin ediyor. Türkiye’nin 520 milyar civarında ve çoğunlukla harcamalar üzerinden topladığı bir vergi geliri var. Buna karşın 670 milyar lira kamu harcaması görünüyor. 

Dış denge için ithalat ve ihracat rakamlarına bakmamız gerekli. Türkiye’de dış ticaret açığı 2017 yılında 76 milyar doları geçti. İhracatın ithalatı karşılama oranı da yüzde 67’ye kadar geriledi. Türkiye’de ihracatçı sektörler çok yüksek oranda ithal ara malı girdileriyle ihracat yapabiliyorlar. İhracatçı sektörler bu kadar ithalata bağımlıyken Türkiye’de ekonomik toparlanma dış ticaret açığının fırlamasıyla birlikte gerçekleşiyor. Bu da yeni kırılganlıklar yaratıyor. Makroekonomik dengeye ilişkin veriler Türkiye’de tasarrufların artması gerektiğine işaret ediyor. Bir yandan da dış ticaret açığının kapatılması gerekli. Ancak hükümet iyi tasarlanmış programlarla sanayiye destek vermek, bir yandan da gelir adaletsizliğini hafifleterek tasarruf oranlarını yukarıya çekmeye çalışmak gerekliliğinin farkında görünmüyor. Plansız teşvikler ve iç tüketimi canlandırmaya dönük geçici uygulamalarla kaliteli büyüme sağlanmaz, ücretler yerinde sayarken, vatandaş borç içinde yüzerken tasarruf oranlarını yukarı çekmek de mümkün olmaz.  

VD: Enflasyonist açık nedir? Sizce Türkiye’nin enflasyon oranı nasıl düşürülür, işsizlik nasıl azaltılır? Verimlilik nasıl artırılır?

AE: Toplam harcamalar toplam arzdan daha fazla gerçekleştiğinde fiyat artışları gerçekleşir. Bu enflasyonist açık tarifi toplam harcamaların kısıtlanmasıyla enflasyonun kontrol altına alınacağını öngörür. Merkez Bankası açıkladığı enflasyon hedeflerini uzun yıllardır ıskalıyor. Enflasyonu düşürmenin yolu standart reçetelere uyarak kamu harcamalarını kontrol altına almakla sınırlandırılamaz. AKP’nin plansız harcamaları ve OHAL koşullarında ekonomiyi canlandırmak için verdiği teşvikler böyle bir etkide bulundu, ancak kamu harcamalarını planlı bir seviyede tutarken üretimi verimli kılacak ve katma değeri artıracak önlemler de alınması gerekir. 

Biz Anadolu’da istihdam projeleriyle, bölgelerin ihtiyaçlarına dönük teşvik programlarıyla işsizlik sorununun üstesinden geleceğiz. İşsizliği azaltmak için batık firmaları yüzdürmek değil, kamunun yol göstericiliğinde üretken yatırımlar gerekiyor. Ayrıca yüksek teknoloji yoğunluklu üretim için öncelikli olarak bazı sektörlere destek vereceğiz. Bir yandan da vasıflı işgücünü yatırımla birleştirerek teknolojik atılımı gerçekleştirecek ve katma değeri artıracağız. Bütün bunlar Türkiye’de verimliliği artıracaktır. Türkiye’de hukukun üstünlüğünü tesis etmek de ekonomik atmosfere olumlu etkide bulunacaktır.   

CHP’nin ekonomik vaatleri

VD: CHP iktidarında yapacağınız ekonomik düzenlemelerle ilgili bizi bilgilendirir misiniz? Zira CHP’nin hep herhangi bir sunumunun olmadığı ve sadece muhalefet ettiği itirazları dillendiriliyor.

AE: CHP iktidarında bir yandan toplumsal adalet ve eşitlik sağlanması için köklü adımlar atılacak öte yandan da kaliteli büyüme ve toplumsal kalkınma için ayrıntılı programlar uygulanacak. Öncelikle AKP dönemindeki enkazın bir muhasebesini yaptık. Bunu basınla da paylaştık. Şimdi sektörel programlar ve bölgesel kalkınma çalışmalarıyla birlikte istihdam programları hazırlıyoruz. CHP çözüm önerilerini ısrarla gündeme getiriyor ve anlatıyor. Ancak OHAL koşullarında farklı görüş ve muhalefet baskılandığı için somut önerilerimiz ve programımız yeterince tartışılamıyor.

Kapsamlı bir vergi reformuyla vergi gelirlerimizde bir kayıp yaratmadan gelir adaleti sağlayacağız. 2003’teki gelir vergisi tarifesini güncelleyerek alacağız, dolaylı vergilerin vergi gelirleri içindeki ağırlığını azaltacağız. CHP iktidarının ilk döneminde Ar-Ge faaliyetlerine ayrılan payı GSYH’nin yüzde 2’sine çıkaracağız. Öncü sektörlerde katma değer artışının sağlanması ve katma değeri yüksek ürünlerin teşviki doğrultusunda önlemler alacağız. Kooperatif mevzuatını yenileyeceğiz ve bir sosyal işletme mevzuatını hayata geçireceğiz. Yüksek ve kaliteli büyüme öngörüyoruz. Kadınların işgücüne katılımından, kişi başı gelire kadar temel ekonomik göstergelerde AB 28 ortalamasına en kısa zamanda ulaşmamız gerekiyor. Ücretler yükselirken verimlilik artışının buna eşlik ettiği bir ekonomik model oluşturuyoruz. Bunu sağlarken de eşitliği göz ardı etmeyen sosyal demokrat bir perspektifle toplumsal dönüşümü hayata geçireceğiz.  

VD: Türkiye’nin kişi başına düşen geliri me olmalıdır ki, mutlu mesut yaşanabilsin? 

AE: Türkiye’nin kişi başına düşen milli gelirinin en az Avrupa Birliği (AB-28) ortalamasına erişmesi gerekli. Bu rakam 30 bin doların üzerindedir. 2007-2016 arasında AKP’nin performansına baktığımızda bizzat kendi koydukları 25 bin dolarlık gelir hedefine ancak 2067’de erişebileceklerini görürüz. AKP’nin 2011’de 2023 için bir “kişi başı 25.000 dolar gelir” hedefi koyduğunu da hatırlatmak gerekiyor. Eğer bu çıpadan hareket eder ve 2011-2016’daki seyri baz alırsak, 25.000 dolar hedefine erişmenin mümkün olmadığını görüyoruz çünkü bahsedilen dönemde kişi başı gelir küçülme eğiliminde. Kısacası, AKP’nin ne 2007-2016 ne de 2011-2016 arasındaki performansı ile AB 28 ortalamasına yaklaşamayacağı açıktır. Kişi başı geliri hızla arttırmamız gerekli ve AKP’nin ekonomiye bakışıyla, yönetim performansıyla mutlu mesut bir yaşam mümkün değil. Şunu hatırlatmak gerekiyor: Güney Kore ve İspanya gibi önceki yıllarda Türkiye’yle mukayese edilen ülkeler gelirlerini öyle 50-100 yılda değil, yaklaşık 15 yıl içinde bu seviyelere çıkardı. Türkiye, AKP’ye 15 sene sınırsız iktidar imkânı tanıdı; ortadaki sonuç da budur.

VD: Afrin Savaşı’nın bize maliyeti nedir? Ekonomik veriler, bu savaşın devlet bütçesine etkisini nasıl gösteriyor açıklar mısınız?

AE: Afrin Harekatı’nın ölçülemeyecek bir maliyeti var, o da gencecik evlatlarımızın hayatlarını kaybetmesidir. Bu nedenle somut bir rakam söylemiyorum. Üstelik harekat devam ediyor ve bu aşamada çatışmanın ekonomik yansıması bağlamında sadece spekülasyon yapılabilir. Sorunuzu, savaş çığırtkanı hükümetin genel tutumunun maliyeti olarak anlıyorum. O da öncelikle bütçeden, daha sonra da fırsat maliyetlerinden çıkarsanabilir. Bütçede güvenlik ve savunma harcamalarının son yıllarda olduğu üzere artışı eğitim ve sosyal harcamalara ayrılacak payın kısılmasına yol açıyor. Dış politikada barışçıl bir hat izlememek de bölgede ticaret hacminin artışına engel oluyor. Türkiye Suriye’de etkili olmak için Suriye’nin toprak bütünlüğünü savunanlarla temas kurmalı. Aynı zamanda dış politikada barışçıl bir hatla, komşu ülkelerle ilişkiler düzeltilmeli. Bu sayede hem Türkiye hem de Orta Doğu’dakiler kazançlı çıkacak.

VD: Rıza Zarrab davasında çıkabilecek bir ceza milyar $’lar şeklinde ifade ediliyor. Ülke ekonomisine etkisi ve geri dönüşü nasıl olur?

AE: Zarrab davası sonuçları itibariyle milletimize ağır bir yük getirebilecek bir davadır. İki noktayı netleştirelim. Öncelikle, bu bir milli dava değildir, hükümet yetkililerinin adının karıştığı bir yolsuzluk davasıdır. Kamu bankalarının usulsüz işlemler için kullanılmasında sorumluluğu olanlar bizim ülkemizde yargı karşısına çıkarılmalıdır. İkinci nokta da şu: Söz konusu yolsuzluk iddialarıyla ilgili olarak çıkabilecek cezalar Türkiye’de bankacılık sisteminde mevcut sorunları derinleştirebilir. Hâlihazırda büyük kredi yeniden yapılandırmaları, daha düşük faiz baskısı ve küresel piyasada finansal koşulların sıkılaşması olarak tabir edilen süreçler bir arada gidiyor. Kısacası Türkiye bankacılık sisteminin ilave kaynaklara ve taze finansmana erişimi zorlaşıyor ve çıkabilecek cezalar da bu nedenlerle finansal sistemde sarsıntı yaratabilir. Finansal sistemdeki sarsıntının yaratacağı darboğazın sorumluluğunun önlem almayan ve Türkiye’deki hukuki süreci engelleyen hükümet ve iktidar partisinde olduğunu bilelim.   

VD: Aykut Erdoğdu’nun elinde sihirli bir değnek olsa; ülkesi için neler yapardı? İlk olarak nereden başlardınız? Zamanın Ruhunu yakaladığınızı düşünüyor musunuz?

AE: Benim elimde sihirli değnek yok, ancak kararlılıkla mücadele ederek Türkiye’nin bu cendereden çıkartılabileceğini biliyorum. Dünyadaki dönüşümleri yakından takip ederek ülkem için neyin hayırlı olduğunu söylemek ve CHP iktidarı için ve tarif ettiğim dönüşümü gerçekleştirmek için çalışmak boynumun borcu. 

CHP iktidarı aynı zamanda kapsamlı bir yeniden inşa süreci olacak. Hep söylediğim bir şey var. Finansal kriz sonrasında neoliberal yaklaşım ve zenginlerin yatırım yaparak istihdam yaratacağına dönük beklenti ömrünü doldurdu. Biz demokratik mülkiyet biçimlerini, kooperatifçiliği, sosyal işletmeleri gündeme getiriyoruz. Kamunun istihdam yaratmada ve kalkınmada öncü rolünü vurguluyoruz. Üstelik ücretler genel seviyesinin yükseltilmesinin ve katma değeri yüksek üretimin birlikte gerçekleşebileceğini söylüyoruz. Söylediklerimiz aslında zamanın ruhudur. Alternatif, eşitlikçi, özgürlükçü bir modelin ekonomik büyüme ve refah sağlayabileceği görüşü yaygınlaşmaktadır.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz