Küresel gelişmelerden de etkilenen toplumlar, kendi içerisindeki dinamiklerin tesiriyle değişirler, gelişirler, farklılaşırlar.
Bu “eskisinden farklı olma hali”, “hale” uygun bir toplumsal psikoloji de oluşturur.
İşte bu toplumsal psikoloji, içerisinde yaşanan “zamanın ruhunu” da belirler. “Zamanın ruhu”, içinde yaşanan sürecin temel eğilimlerinin belirleyicisi olur.
Bütün bu değişimleri ve zamanın ruhunu; bazen “fevkalade liderler” ve onların “fevkalade kadroları” da yaratabilir. Hitler ve ekibinin yaptığı gibi.
Bu süreç çoğunlukla yavaşça gerçekleşir. Bazen de beklenmedik travmalar, şiddetli ve ani değişimleri doğurabilir.
Yaşlı nüfuslu ülkelerde daha durağan olan bu değişim hali, genç nüfusa sahip ülkelerde, daha süratli sosyolojik değişimlere dönüşebilir. Hele hele, ülke kritik bir bölgede ise, uluslararası gelişmelerdeki değişimden kolaylıkla etkilenebilecek bir konumda ise, bu tür ülkelerin nüfusu da genç ise, bu değişimin hızına yetişmek çok kolay olmayabilir.
Oturmamış, eğitimsiz toplumlarda bu değişimler “saman alevi” gibidir. Değişimler, yıkıcı bir etkiyle gelirler ve çabucak da etkilerini kaybederler.
Siyaset de; bu “değişimin” ve değişime bağlı “zamanın ruhunun” üzerinde, “siyasi sörf yapar. Durağan dönemlerde Demirel gibilerini, karmaşa dönemlerinde ise Uzan gibilerini doğurur.
Yazılarımı takip edenler hatırlayacaktır. Erdoğan için yazdığım “son muhafazakar” yazımda, “muhafazakar zamanın ruhunun” bittiğini, Erdoğan’ın perdeyi kapattığını ifade etmiştim. Yazıma tekrar göz atabilirsiniz.
Esasen, “son muhafazakarı” anlatan yazım da, zamanın ruhundaki değişime işaret edebilmek içindi. Söz konusu yazımda da belirttiğim gibi; AKP’nin temsil ettiği “muhafazakar” siyaset, toplumsal değişimden hayli etkilenmiş ve yeniden “iktidar” imkanı elde edebilmesi için zor bir zamanın içine girmişti.
Sözü uzatmadan, içinde bulunduğumuz sosyolojik sürecin, “toplumsal izdüşümlerine” ve buradan kaynaklanan “zamanın ruhuna” bakalım ve nasıl bir siyasete işaret ediyor toplum, onu anlamaya çalışalım.
İçinde bulunduğumuz zamanın temel değişimlerini şöyle özetleyebiliriz:
- Erdoğan’ın muhafazakar hareketi başarılı bir örnek olamadı. Toplumsal hafıza; Erdoğan’ın başarısızlığını veya ortaya koyduğu rol-modeli, genelleme yaparak, tüm muhafazakar siyasetle özdeşleştirdi. Bu nedenle toplumda, muhafazakar siyasete güven azaldı ve samimi bulunmamaya başladı. Camilerde bile tepkiler oluştu.
- Kürt siyasi hareketi; sol-laik çizgide yığıldı. Özgürlük talepleri de sol siyasetçe daha çok benimsendi. Sağ ve mevcut muhafazakar siyaset meseleye “devletçi” baktı.
- Bireysel özgürlükler arttı. Genç nüfus, özgürlükçü parametreleri ön plana çıkarttı.
- Fakirleşen toplum ve artan gelir dağılımındaki adaletsizlik, toplumun aşağı tabakalarını, kurulu sisteme protest “ezilen” katmanlarını çoğalttı.
- Şehirleşme arttı. Şehir hayatı, kadını toplum içinde daha etkin hale getirdi.
- 50-55 milyonun akıllı telefon ve internet kullandığı, yoğun etkileşim ortamı oluştu. Erdoğan kontrolündeki medya etkisiz kaldı. Sosyal medya muhalif duruşların etkileşim alanı haline geldi.
- CHP-Kılıçdaroğlu’nun, partiyi muhafazakar katmanlara açma gayreti ile Saadet Partisi’nin “sol” ile dirsek teması yapılabilir yaklaşımı, muhafazakar seçmenin diğer kampa geçişini kolaylaştırdı, direnç azaldı.
- Erdoğan liderliğindeki muhafazakar hareketin, toplumsal katmanların bir çoğunu “ötekileştirme siyaseti”, ötekileşenleri, ister istemez CHP’ye doğru hareketlendirdi.
- Toplumun aşırı baskılanması, özgür ortamın daha çok arzulanması psikolojisini doğurdu. Otoriterleşmeye karşı hareketler gelişti.
- Dindar kitlede azalma, dindar anlayışta “eksilme” meydana geldi.
Bu değişim parametrelerine dikkatle baktığımızda, daha ziyade “sol koktuğunu” söyleyebiliriz.
CHP, İstanbul seçimlerinde meydana gelen “Kürt seçmenin teveccühünü” genişletebilecek bir fırsat yakaladı. HDP belediyelerine kayyum atanması sonrası oluşan “sahipsiz mi kaldık” hayal kırıklığını, “İmamoğlu’nun Diyarbakır ziyareti” ciddi bir dayanışmaya dönüştürdü.
Saadet Partisi’nin muhafazakar cephede beklenen “atağı yapamaması”, Davutoğlu ve Babacan oluşumlarındaki belirsizlik, yukarıda belirtilen parametrelerle şekillenmiş, yeni toplumsal psikolojiye, “cezbedici bir alternatifi” henüz oluşturamadı.
CHP-HDP birlikteliğinin; yeni toplumsal psikolojiyi kucaklamaya daha yakın olduğu görüntüsü olmakla birlikte, bu beraberliğin; gerek Türkiye ve Türkiye’deki toplum için nasıl bir “makro” yol çizebileceğinin meçhul oluşu, gerekse bu yeni siyasi “koalisyonun” nereye-nasıl gideceği konusunda, şüpheler bulunması, ortaya çıkan bu avantajın ne kadar “efektif” kullanılabileceğini şüpheye düşürmektedir.
Üstelik CHP kadrolarının “yetersizliği” ve belki de “ufuksuzluğu”, HDP kadrolarının ise “etnik meselelere kilitlenmiş bakış açıları”, muhtemel açılımları, daha başlangıçta bloke edebilme potansiyeline işaret etmektedir. Bu da avantajın değerlendirilebileceğini şüpheli yapmaktadır.
Bu noktada; özellikle Ali Babacan oluşumunun, toplumdaki bu değişimi dikkate alan, sol eksendeki toplumsal psikoloji yığılmasını kucaklayabilen, ideolojilerden uzak, ama toplumsal ihtiyaçları karşılayabilen bir anlayışla, yapılanması ve çok geç kalmadan “görünür hale gelmesi” gerekmektedir. Ali Babacan bu ihtiyacı “klasik siyaset” yerine “profesyonel siyaset” modeli ile karşılayabilir. Bu durumda kitlelerin “önyargısız” yaklaşabilmesi daha kolay olacaktır.
İçinde bulunulan bu siyasi yapı, ister istemez, CHP-HDP ekseni ile Ali Babacan’ın oluşturacağı “profesyonel siyaset eksenini” buluşturacaktır.
CHP-HDP’nin daha avantajlı görüldüğü yeni Türkiye’de, Ali Babacan’ın oluşturabileceği “usta-profesyonel kadrolar” toplumsal “şirazeyi” ve Türkiye’yi dengede tutacaktır.
Merhaba, öncelikle emeğinize sağlık, güzel bir yazı olmuş.
Muhtemel kurulacak yeni düzende davutoğlu, iyi parti ve mhp’nin geleceği ve sürece olası etkisi hakkındaki görüşlerinizi öğrenebilir miyiz?
Teşekkürler.
Merhaba Genç x okur. Değerli yorumunuz için teşekkür ederim. Öncelikle şunu belirtmeliyim, yazdıklarım benim analizlerim. Davutoğlu’nu şahsen tanıdım Balkanlarda. Çok şeyler yaptı ama yanlış stratejilerle yaptı. Uzun vadeli çalışacak diye değerlendiriyorum. Muhsin Yazıcıoğlu zamanının BBP gibi başlar. Ama büyüme kapasitesi var. Ancak bu çok hızlı olmaz. Tabanı hem Türkiyede hem de çevre ülkelerde yeterli seviyede. Erdoğan onun alanını çok “kirletti” yani yeniden o “değerlerin üzerine basıp yükselmek” çok kolay değil. Erdoğan’ın bütün sırlarını biliyor. Çok ciddi çatışma olur diye değerlendiriyorum.
Meral Akşene’i de MHP genel başkan adaylığı sürecinden beri tanırım. 2 defa televizyon için reportaj yaptım. Başarısı fena değil, ama unutulmasın ilk ortaya çıktığında anketler %16’larda idi. Yine de kötü değil %10’a ulaştı. Ama İmamoğlu’nun çıkışı, CHP’den gelen oyları %4 civarı, geri alır CHP. Ayrıca güçlü bir “ülkücü baza” kuramadı, MHP’liler için çoğunlukla “hain” olabildi. Kadrosu da iyi değil. Kariyer mücadelesi yapan ve birbirine benzemez bir ekibi var. İktidar ortağı olabilirse biraz büyür, ama tek başına iktidar potansiyeli yok. Yeni nesilleri kavrayamaz. Akşener hakkında bir başka korkum daha var ama, henüz delillendiremedim, belirtmem doğru olmaz. MHP iki temel problem yaşıyor. Lideri zamanın lideri değil. Fikir adamları yok. Rahmetli olan ülkücü bir dostum anlatmıştı. 1980 öncesi ülkücüler en çok kitap okuyan ikinci gençlik imiş, hem de sağ-sol kavgalarının yapıldığı zamanlarda. Ülkücüler anti komünizm için de maalesef kullanılmış, tıpkı solcuların ant Amerikancılık için kullanıldığı gibi. Milliyetçilik her millet için gerekli, ancak Bahçelinin anladığı anlamda olmamalı. Milliyetçiliğin, bir Kürt’ün de “ben de bu ülkenin milliyetçisiyim” diyebilecek “yeni tanımlara” ihtiyacı var. Milliyetçilik tanımı milleti büyütme anlayışına dayanmalı. Ayrıştıran şey zaten milliyetçilik olmaz, ırkçılık olur. Kolay gelsin.
Dışardan bakınca olaylara tespitler cuk oturuyor. Adelina Hanım Türkiye’ de Akp(muhafazakar) ve Mhp(milliyetçi) seçmen arasındaki geçirgenlik dönemsel mi yoksa muhafazakarların genlerinde müslüman kardeşliğini(kürtler) bile bastıran bir milliyetçilik duygusunun işareti mi? Teşekkür ederim.
Hikmet bey merhaba, bu konuda sanırım temelleri ezilen toplumun başlangıcına uzanmalı, yani osmanlının çöküşü ve o süreçte yaşanan felaketlerin toplumun kültür kodlarının oluşması, peşinden kurtuluş savaşı, kıbrıs savaşı bu yakınlaşmayı artırmış olabilir. bir de türklerin müslüman kimlikle imparatorluklar kurmasını unutmamak lazım. sanırım yakın tarihte ilk yakınlaşma erbakan türkeş seçim ittifakı olabilir, sonra da demirelin bu çizgide milliyetçi cephe hükümetlerini kurması, dindar-milliyetçi ortalamasını oluşturmuş, devletin de işine gelmiş olabilir. ancak zaman hükmünü sürdü ve bireyin daha çok ön plana çıktığı bir zamana geldik, diğer ülke halkları ile yoğun bir yakınlaşma, ırkçı gelişmelere rağmen giderek artıyor. Erdoğan da iktidarı için devletin milliyetçi refleksinin üzerine oturdu, yanına da sağdan soldan uygun milliyetçileri aldı, diğerleri tehdit konumunda hedefe konuldu. velhasıl bu dar kalıplardan toplumun kurtulmasına çok kalmadı. kolay gelsin
Çok güzel tespitler yapmışsınız.ALLAH (CC) kaleminize güç versin.İlk seçimle ilişkim 80 anayasası oylamasıyla başladı.O dönemde kullandığım oy ”HAYIR”idi.Yani % 7’lik dilimde bulunuyordum.Daha sonraki süreçlerde hep sağ/ muhafazakar partiler için tercihimi kullandım ancak son 31 Mart 2019 mahalli seçimlerde stratejik olarak oy kullanmadım.Şu an çok büyük bir değişiklik olmazsa aynı düşüncedeyim.28 Şubat döneminde sakıncalı/şüpheli personel statüsünde değerlendirildim ve çok genç denebilecek bir yaşta mesleğimden ayrılmak zorunda kalmış bir vatandaş olarak cami yerinde evimde ibadetlerimi ikam etmekteyim.Mecburiyetten dolayı Cuma namazı için camiye gidiyorum ,ancak en son camiye gidenlerdenim.Şayet farz olmazsa hutbeleri bile dinlemek istemiyorum.Benim gibi çevremde azımsanmayacak bir grup da var.Hatta namzazı ve dahi Cuma’yı terk edenler bile var.Tespitlerinize bir de Doğu Perinçek ile olan beraberliklerini de eklemek gerekir diye düşünüyorum.
Kazım bey merhaba. Çok değerli katkılarınız için teşekkür ederim. Görüşlerinize katılıyorum. Ramazan ayında İstanbul’a gitmiştim kısa bir süre için, manzara dehşetti. Ağzımdan “Ramazan havası hiç yok” cümlesi döküldü. İnsanlarla konuşmaya çalıştım bu neden böyle diye. Cevaplar çok anlamlıydı. Biri diyordu, ezan duyunca, bu hükümetten çektiklerim aklıma geliyor ve kulaklarımı tıkıyorum. Biri diyor, “bize terörist-vatan haini diyen adamın dini bu diye çok soğudum”. Biri diyor, yolsuzluklar aklıma geliyor ve “yolsuzlukları yapanların dini bu, diyor uzaklaşıyorum”. Çok şaşırmış ve korkmuştum. Aslında bir çok “gerçek dindar insan” Erdoğan’a bunları anlatmaya çalıştı ve hala da çalışıyor, ama Erdoğan bunları siyaseten söylenmiş zannediyor. Kolay gelsin.
Ben Adelina’dan daha çok Balkanlar hakkında bilgi, haber, yorum içeren yazılar bekliyorum.
İçeriye o kadar kapandık ki çevremizde ne olup bittiğinden haberimiz olmuyor.
Cami konusunda ben de KAZIM ÇETİN gibi düşünüyorum. Ne acı.
Sönmez bey merhaba, Balkanlarla ilgili de yazıcam inş. televizyonla ilgili yüküm biraz ağır, biraz yola sokabilirsem, haftalık Balkan haber özeti ve haftada bir de Balkanlarda önemli bir olayı analiz eden bir yazı tasarlıyorum. Başarabilirim umarım. Beni borçlandırdınız. Kolay gelsin.
Adelina hanım merhaba
Bir süredir zaman zaman yorum yazdığım Fehmi beyin sitesinde de bazan dini referanslara atıf yaptığım oluyor.Bu durum bazan hayata pozitivist bakış açısıyla bakan kişiler tarafından,bazan da sırf din karşıtı olan kişilerin ” burası Kuran kursu mu kardeşim?”gibi tuhaf sözleriyle sebepsiz eleştiriye uğruyor.Oysa ben bunları çok dindar bir kişi olduğumdan ve din propagandası olsun diye yapmıyorum.Maksadım dindar diye bilinen,halk tarafından öyle algılanan,yurt haricinde de aynı algıyla temsil konumunda göründüklerinden,AKP nin
-aslında dine aykırı uygulamalarının dindeki gerçek karşılığını bilmeyene göstermek ,bilene de hatırlatmak
-eğer dindarlık iddiasındaysalar uygulamalarını dinin referanslarına uydurmak zorunda oldukları hususunda kendilerini ikaz etmek
-sırf dindar olduklarını düşünerek savunup destek verenlere ise dinin referanslarını hatırlatarak muhasebe yapıp kendilerine düşeni yapmalarını sağlamaktır.
Bu girişi aşağıda yazdıklarımda yine dini referanslar bulunduğunu belirtmek üzere yaptım.
Öncelikle şu yaşadığımız hızlandırılmış zamanın bize bakan dilimindeki şu günlerin bütünde, “dindar olan dindar”larla,”DİNDAR OLMAYAN”dindarların ayrımını farketme sonucunu doğuracağı kanaatinde olduğumu söylemek istiyorum.
Hz.Aişe’ye atılan İslam tarihinde “İfk hadisesi”diye bilinen iftira olayı münasebetiyle bu konuda vahiy inene dek (takriri 40 günlük süreçte) Hz.Peygamber dahi Onunla arasına bir mesafe koymuştu. İnananların büyük kısmı ortaya atılan fakat işin aslı kendileri için gayb olan bu asılsız iddia karşısında sessiz kalmayı tercih ederken,bir kısım samimi inananlardan da iftiraya inanıp,münafıkların değirmenine su taşıyan sözlerde bulunan olmuştu.
Vahiy geldiğinde ise Nur Suresi 12. ayette “Bunu işittiğiniz zaman mümin erkekler ve kadınların birbiri hakkında hüsn-i zan beslemeleri ve “Bu apaçık bir iftiradır” demeleri gerekmez miydi? ” deniyor,bir sonraki ayette ise böylesi iddiaların delillendirilmesini ikaz ediyordu.
Bu fevkalade sıkıntılı sosyolojik olayın aslında hayırlı sonuçlar doğurduğu da 11.ayette belirtiliyordu: “Siz onu kendiniz için kötü sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. ”
Yani yaşanan bu musibet,o tarihten sonraki zamanlarda vuku bulacak bütün içeriğine vakıf olunmayan küçük veya büyük çaplı her türlü olayda dindarlık iddiasındakilerin nasıl davranmaları gerektiği dersini tecrübesiyle birlikte öğretiyordu.(Mesela bu 15 temmuz bahaneli cezalandırılan onbinlerce garip gurebanın yaşadığı musibette gerçekte nasıl davranılması ,yargılamalarının nasıl yapılması gerektiğini de gösteriyor.Aslında günümüz hukukunun gereği de budur:”kim suçluysa delillendirirsin,doğru düzgün bir yargılama sonucunda işin adını koyarsın,alakasız insanları cezalandırmak için suç kılıfları,kalıpları üretmezsin…”)
Yaşanan musibetlerin hikmet boyutunu vurgulayan Nur suresi 11. ayetteki “Siz onu kendiniz için kötü sanmayın, aksine bu hakkınızda hayırlıdır. “hükmü,yukarıda söylediğim
“Şu günlerin “dindar olan dindar”larla,”DİNDAR OLMAYAN”dindarların ayrımını farketme sonucunu doğuracağı ” kanaatimin delilidir.
Biliyorum uzattım.Kısaca demek istediğim şudur:bana göre zamanın ruhu ,”dindar olan dindar”larla, “DİNDAR OLMAYAN”dindarların ayrımını yapacak ve bunun sonucunda
dindar olan dindarlar Türkiye ‘nin demokrasiyi savunan diğer gruplarıyla birlikte
batı dünyasının
Haçlı savaşlarından beri yaşadığı kendi içlerindeki din savaşları,engizisyon,sonraki sanayileşme,sömürü,1. ve 2. Dünya savaşları,modern zamanlar süreçlerinin bütününden çıkardığı derslerden ibret almış
halihazırda sıkışmış toplumlarıyla birlikte ileri bir medeniyet kuracaktır.
Ütopya mı bunlar dersiniz?İnşaallah olmadığını göreceğiz.Karanlıklardan aydınlığı çıkaran Allah’ın ölü toprağın içindeki kuru tohumlardan da baharı türettiği gibi hem de.Çok uzattım,hakkınızı helal edin. Selamlar
Uğur bey merhaba, çok değerli katkılarınız için teşekkür ederim. Sizi anlıyorum. Düşüncelerinize “ütopik” diyemem, ama uzun vadeli diyebilirim.Nasip. Ancak bilebildiğim önemli bir husus var. O da sebeplere göre, neticeler için “çaba” göstermek gerektiğidir. Bu gayret için, yeterli olunabilmesi zor değil mi, düşündüğünüz tablonun oluşabilmesi için? Sizi üzmek istemem ama, mikroları “adam gibi” yapsak, makroları sahibine havale etsek belki kolaylaştırıcı olabilir. Kolay gelsin.
Sn yazar Erdoğan Türkiye toplumunu iyi okuyor. Geldiği çevre Türkiye toplumunun %60 na yakın.Kullandığı argümanları halkın anlayacağı bir seviyede sunuyor imam oğlu kampanya sırasında başarılıyd, Demirtaş da fena değildi kampanya da Türkiye de siyaset yapanlar muhafazakar çevreyi iyi okumalı Anadolu insanının kutsalını iyi okumalıdır yoksa sıçrama zor, hele beka üzerinden de siyaset hareketlenince. Yeni jenerasyon iyi okuyor ve sorguluyor ama ne kadar yeterli şu an.. Şunuda unutmayın Sn erdoğan Türkiye deki tüm tarikat ve guruplarıda iyi kontrol ediyor. İktidara yürüyenler bunları bilmesi gerekir.
sn yorumcu. katkılarınız için teşekkür ederim. kolay gelsin
Adelina Hanım sağduyulu ve rasyonel analizleriniz keşke Türkiye’deki yazarlarımızın büyük bir kısmına da bulaşsa. Yapıcı ve gerçekçi analizleriniz çoğu kez beni hayretler içinde bırakıyor. Bizi bizden iyi okuyorsunuz. Allah zihninize kaleminize güç versin. Kalın sağlıcakla.
Hakan bey merhaba. Çok değerli yorumunuz için teşekkür ederim. 10 yıldır televizyonculuk yapmaya çalışıyorum ve araştırma alanım Türkiye ve Balkanlar, umarım eksiklerimi tamamlamayı başarırım çok geçmeden, Türkiye medyasında çalışmayı da arzu ediyorum, nasip bakalım. Tarafsız gazeteciliğin yapılabileceği zaman gelir umarım. Kolay gelsin.
Adelaina hanım, bununla birlikte tam 5. Kez sizin yazinizi bitirmeden, kesmek zorunda kaldım.
Hani cok sevdiğiniz bir yemeği yemeye başlarsıniz bir kaşik almadan birileri gelir o yemeği bitirir. Benimkide aynen öğle oluyor. Ya bir telefon çaliyor veya özelikle buralarda kimse kımseye habersiz gitmez, bugün iki kişi haber vermeden geldı.
Kısacası sizin yazinizin tamamıni henüz okuyamadım.
Okuyabildiğim kadari ile önceki yazimada sizi mutlu etmiştim ya! maalesef bugün o kadar mutlu edemeyeceğim. ?
Çünku, henuz tamamini bitiremesemde. Okuduğum kadari ile yazinizı çok beğendim.
Alah işlerinizde başarilli etsin, ve kolaylik versin
Amin.
Nurdan hanım merhaba, değerli yorumunuz için çok teşekkür ederim, sizden dua gelince içim rahatlıyor. Allah razı olsun. Habersiz kapınızı çalabilenler çoğalsın. Yarın ki yazım Afganistan. Bakalım kim mutlu olacak. Kolay gelsin.