Her kesimin kendine has bir mit’i vardır. Kimi mahalle Tıbb-i Nebevi çatısı altına aldığı bazı tedavi yöntemlerini yüceltir, kimisi de Che’nin dünya tıbbına kattığı devrim başlığı altında güzellemeler yağdırır. Her iki yaklaşımın da ortak özelliği, modern dünyanın (kapitalist, emperyalist, materyalist adını siz koyun lütfen) ürünü olarak ortaya çıkan Batı tıbbına bayrak açmış olmasıdır. Bu onurlu (!) başkaldırıyı da, Batı tıbbının geri plana ittiğinden dem vurulan önleyici toplum sağlığı hizmetlerine odaklanarak yaparlar. Ortak tezdir bir nevi. Doğru ya, kapitalizm para kazanmak ister, para da önleyici sağlık hizmetlerinde değil, ilaç tüketiminin teşvik edildiği bir dünyada vardır. O halde, vurun abalıya! Baştan sona modern Batı tıbbının içine doğmuş ve büyümüş bir hekim olarak her ne kadar bu tez bana hiç cazip gelmese de, aşırı basite indirgemeci bir bakış açısı olarak gelse de, her fikre ve inanca saygım gereği üzerinde kalem oynatma ihtiyacı hissediyorum. Hadi o zaman, soralım sorumuzu! Daha insanoğlu dünyaya gelmeden, hatta ve hatta ana rahmine düşmeden Batı tıbbının yönlendirmeleri, koruyucu hekimlik adına önerileri başlarken, bizler hangi noktada modern tıbba karşı şanlı (!)bir duruş göstermek zorunda hissediyoruz kendimizi?
Modern çağın ebeveynleri, çocuk yapmaya karar vermeden önce almaları gereken önlemler üzerinde kafa yormaya başlarlar. Çünkü inanmazlar o “Her gebeliğin/ doğumun normal bir süreç olduğu” efsanesine. Gebelik kontrollerini insanoğlunun doyumsuz önceden bilme iştahına, yani sadece cinsiyeti önceden öğrenme içgüdüsüne bağlayanlardan değilsiniz, devam edelim. Ülkemizde alınan tedbirler sayesinden bebek ölümleri son 10 yılda her 1000 doğumda 14’den 9’ düşürülmüş durumdadır. Ama Almanya’da bu oran her 1000 doğumda sadece 2’dir! Eğer normal bir süreç olsaydı, Pakistan’da doğan her 1000 çocuğun 40’ı ölür müydü günümüzde? Gebelik sürecinde alınan, çoğumuzun farkında bile olmadığı, hekimler ve ebeler tarafından gerçekleştirilen önlemler/ tedaviler sayesinde gebeliklerin ölüm ile sonuçlanması giderek azalmaktadır. Her annenin alması gerektiği vitaminler vardır örneğin. Her takipte (ki normal bir gebelikte toplamda 3 ultrason kontrolü bile yeterlidir) alınacak kan örnekleri, idrar tahlilleri ve/ veya yapılacak ultrason kontrolleri ile ek başka bir tedaviye gerek olup olmadığına karar verilir. Bu sayede, annede ve çocukta (anne karnında veya hemen doğum sonrasında) ortaya çıkma ihtimali olan enfeksiyonlar ve/ veya ciddi kan rahatsızlıkları ortaya çıkmasın diye, yeni doğanların hayata sağlıklı bir adım atabilmeleri için çaba sarf edilir. Anne ile bebeğin kan grubu farklı ise çocukta veya bir sonraki çocukta ciddi kansızlık sorunu ortaya çıkmasın diye antikor tedavisi verilir anneye. Çoğumuzun haberi bile yoktur, ne kadar önemli bir ilaç olduğundan o antikorların. Anneye gebelik esnasında hiçbir zararı olmayan bazı enfeksiyonlar vardır mesela. Doğum öncesinde tedavi edilmezlerse yeni doğanda sepsise (mikrobun kana karışıp tüm vücuda yayılmasına) ve ölüme yol açabilmektedir. Bazı sessiz idrar yolu enfeksiyonları, gebelik esnasında anneyi hastanelik edebilmektedirler örneğin. Test yapmadığınız sürece de bunların farkına bile varılmaz. Her yeni doğanın gözüne bir iki damla antibiyotik ve kolundan bir vitamin iğnesi yapılır. Nedeni ne dersiniz? Bebekler kör kalmasın diyedir. O küçücük yavrularda beyin içine kanama olup da hayat boyu felç kalmasınlar diyedir…
Bu kadar mı? Elbette değil. Beş yaş altında ölen çocuk sayısı da her 1000 bebekte 18 iken artık 11’lere kadar gerilemiş durumdadır ülkemizde. Dünya genelinde ise son 30 yılda her 1000 doğumda 90 ölüm görülürken, günümüzde bu rakam 40’lara kadar gerilemiş durumdadır. Dünya çapında uygulanan çocukluk dönemi aşıları sayesindedir bu başarı. Bu sayede çocuklarda ölümlere yol açan zatürreler, menenjitler daha az görülür olmuştur. Bazı ülkelerde damla olarak, bazılarında ise iğne olarak verilen polio aşısı sayesinde sakat çocukların sayısının azalmasından mı rahatsız oluyorsunuz? Yoksa nasıl olsa “Bana ve benim aileme bir şey olmaz, biz tılsımlıyız, diğerleri de umurumda değil zaten!” mi diyorsunuz?
“Modern tıp, rakamları hayatın merkezine almış!” diye eleştiriler getirmek yerine, eksik bırakılan noktaları nasıl da tamamlarız diye kafa yorulsa daha sağlıklı ve yapıcı olunur sanırım. Muhalefet güzeldir; “istemezük’çülük” yeri geldiği zaman bilinçaltımızda gizlenmiş romantik duygulara da hitap edebilir. İçimizde bir canlanma hissederiz, hoşumuza da gider, ne yalan söyleyeyim! Ama komplo teorileri ile süslenmiş, tarihi/ milli/ ideolojik/ dini duygularımızı kaşıyarak oluşturduğumuz alternatif tıbbımızın insanoğlunun gelişimine katkı sağlamasını istiyorsak eğer, durun ve bir dakika düşünün lütfen. Kulaktan dolma bilgiler ile değil, ispatlanmış tezler ile yol almak olmazsa olmazımız olmalıdır! Biraz kuşku her zaman sağlıklıdır; ama aşı karşıtıyız diyerek (COVID aşısından bahsetmiyorum burada; ona karşıtlığın alt yapısı daha farklı) kaybolmaya yüz tutmuş hastalıkların birer birer hortlamasından sorumlu olduğunuzun farkında olun diye yazıyorum bu satırları. Anlayanlar için çok ağır sözler, farkındayım. Hedefim anlamayanlardı, ama olsun. Bir gün elbette onlara da ulaşacağız…
Esen kalın
Kaynaklar: