Emekli müftü Mehmet Gündoğdu yazdı: Allah’ın görünmez kulları: Cinler

0

Rahman ve Rahim olan Allah’ın adıyla,

Allah’a hamd, Rasulüne salat, selam olsun 

Allah’ın görünmez kulları cinler

Her zaman, her yerde, hemen yanı başımızda, hayatı paylaştığımız Allah’ın  görünmez kullarının var olduğunu biliyoruz ve inanıyoruz.

Bunlar, Melekler ve Cinlerdir.

Onları tanıyor muyuz?

Tanıyorsak ne kadar tanıyoruz?

Tanımıyorsak geç kalmış sayılmayız.

Gelin şimdi tanışalım.

Aslında biz  İman esaslarını teker teker ele alıyoruz.

Allah’a imanı ve Meleklere İmanı işledik.

Melekleri yazarken Allah’ın diğer görünmez kullarını da (Cinleri ve cinlerden olan Şeytanları)  yazalım istedik. Böylece Meleklere İman konusu üç bölümden oluştu.

Biz bu varlıkları göremesek de onlar yakınlarımızda bir yerlerde varlar.

Bu hayattaşlarımıza biraz daha yakından bakalım İstedik.

Tanıyalım ki korkmayalım. Zira İnsan tanımadığı, bilmediğinden korkar.

İşte Cinler!

Korkmayın, korkmayın!

İnsanlar ve vahşi hayvanlar kadar tehlikeli değillerdir.

Özellikle insanlar cinlerden daha tehlikeli ve zararlı ( kıyaslama yapalım diye söylüyorum).

A-Tanım

Cin Kelimesinin Lügat manası:

“Cin” ismi, Arapça “cenne” kelimesinden gelir.

Cenne: Örttü, gizledi, gölgeledi demektir.

Kelimenin aslı, bir şeyi duyulardan gizlemek anlamındadır.

Nitekim toprağı örtülmüş bağ ve bahçeye, aynı kökten gelen “cennet” adı verilir.

Cenin ana rahminde saklı kalan çocuk, cenan göğüs içinde gizlenen kalp, cinnet ve cünûn nefis ile akıl arasında perde olan delilik anlamına gelir.

Bu kelimelerin hepsinde histen gizleme anlamı vardır. Gizlenmek, gizli kalmak, gözle görülmeyen gizli kuvvetler anlamına gelen cin, bu esasa göre, gizli yaratıklar cinsine delâlet eden bir cins isimdir.

Terim olarak “duyularla idrak edilemeyen, insanlar gibi şuur ve iradeye sahip bulunan, ilâhî emirlere uymakla yükümlü tutulan ve mümin ile kâfir gruplarından oluşan varlık türü” anlamına gelir.

B-Cinlerin varlığı

Cinlerin varlığı Kur’an ve sünnet ile sabittir. Hatta cinler hakkında başlı başına bir sûre mevcuttur.

Hayat sahibi varlıklar yalnız şu madde dünyasındaki insanlardan ve çeşitlerini bilemediğimiz hayvanlardan ibaret değildir.

Melekler vardır.  Allah’a itaattan asla ayrılmazlar. Göklerde bulunurlar, ancak Allahu Teâlâ’nın emriyle yeryüzüne iner, tekrar göklere yükselirler.

Cinler ise, insanlar gibi yeryüzünde yaşarlar. Mü’minleri ve kâfirleri vardır.

Meleklerin ve cinlerin varlığı, Kur’an ve sünnetle sabit olduğundan, bunları inkâr etmek, Kuran’ın ayetlerini inkar manasına geldiği için, İslâm akîdesine göre küfürdür.

Cin sûresine ek olarak, Kur’ân-ı Kerim’in birçok ayetinde onlardan bahsedilmiştir. İşte ayetlerden birkaçı:

“Ben cinleri ve insanları sadece bana ibâdet etsinler diye yarattım.”b v(Zariyat, 56)

“Hani cinlerden bir grubu Kur’ân-ı dinlemeleri için sana yöneltmiştik.” (Ahkaf, 29)

C-Tarihçe

Cinler insanlardan önce yaratılmışlardır.

Cinlerin ilk insanın yaratılması öncesinden beri varlıklarını sürdüren bir toplum olmaları, doğal olarak tarih boyunca hemen her inanç ve kültürde yer almalarına, dolayısıyla da haklarında eski-yeni birçok inanışın ortaya çıkmasına sebep olmuştur.

Cin telakkisi insanlık tarihinin her döneminde ve bütün kültürlerde mevcuttur.

Eski Asurlular ve Bâbilliler de kötü ruh ve cinlere inanılırdı.

Eski Mısır’da cinler çoğunlukla yılan, kertenkele gibi sürüngenlere benzetilirdi.

Eski Yunanlılar’da Cinlerin, “daimon” adı verilen insan üstü varlıklar olduğu kabul edilirdi.

Çinliler’de cinlerin her yerde bulunduğu, iyi ve kötülerinin olduğu kabul edilirdi. Özellikle taoist rahipleri cinlerin zararlarından korunmak için muska yazar, efsun yaparlardı.

Hintliler’de de iyi ve kötü cin telakkisi mevcuttu. İran kültüründe cin telakkisi Zerdüşt’lük dininin öncesinden gelir.

Eski Türkler’de cinler bütün hastalıkların kaynağı kabul edilir, bu cinler şaman tarafından hasta bedenlerden uzaklaştırılırdı.

İslâm’dan önce Araplar cinlere, bazı tanrısal güç ve yetenekler yükler, onlar adına kurban keserlerdi.

Cinlerin kâhinlere gökten haberler getirdiğine inanırlar, böylece Allah ile bu gizli varlıklar arasında bir bağ kurarlardı (İbn Âşûr, VII, 405).

Câhiliye Arapları cinleri yeryüzünde oturan ilâhlar olarak kabul ediyor, meydana gelen pek çok olayı onların yaptığına inanıyorlardı.

Kur’ân-ı Kerîm’in bildirdiğine göre, Kureyşliler, cinlerle Allah arasında soy birliğinin olduğunu ileri sürüyor (es-Sâffât, 158), cinleri Allah’a ortak koşuyor (el-En‘âm, 100) ve cinlere tapıyorlardı (Sebe’ 41).

Cinlerin başta yılan olmak üzere çeşitli hayvanların sûretine girdiklerine, genellikle tenha, kuytu ve karanlık yerlerde yaşadıklarına, insanlar gibi yiyip içtiklerine, hastalıkları onların getirdiğine, delilerin cinlerin istilâsına uğramış kişiler olduğuna inanıyorlardı (Câhiz, VI, 164-265; Cevâd Ali, VI, 705-730).

Yahudilik ve Hıristiyanlık da dahil olmak üzere birçok kültür ve medeniyetler ve dinlerde, Allah, melek, şeytan, cin ve peygamber kavramlarının manaları ve fonksiyonları birbirine karıştırılmıştır.

İslâm dininde  bu kavramların nitelikleri ve fonksiyonları tam olarak belirlenmiş olduğundan bir karışıklığa meydan verilmemiştir.

D-Kur’ân-ı Kerim’de Cinler

Kur’ân-ı Kerim’de “Cin” kelimesi 22 kez, “Cinler” demek olan (cinin çoğulu) “Cann” kelimesi 7 kez; Yine cinin çoğulu olan “Cinneh” kelimesi de 10 kez geçmektedir. Bu âyetlerde cinler hakkında verilen bilgiler, onları bize yeteri kadar tanıtmaktadır.

Öncelikle şunu ifade etmeliyiz ki, Kur’ân-ı Kerîm’de müstakil olarak cinlerden söz eden bir sûre yer almakta ve bu sûre “Cin Sûresi” adını taşımaktadır.

Yüce Allah yirmi âyette, ya cinlere insanlarla birlikte hitap etmiş, yahut insanlardan ve cinlerden birlikte söz etmiştir. (En’âm,112, 128, 130)

Buna göre, tıpkı insanlar gibi cinlerin de hayırlıları-şerlileri; inançlıları-inançsızları; iyi olanları, kötü olanları olduğu beyan edilmiştir.. (A’râf, 38)

Cinler de insanlar gibi Allah’ın emir ve yasaklarına uymak zorundadırlar. Kur’ân-ı Kerim onların da kitabıdır, onlar da Kur’ân-ı Kerim’i dinlerler.

Kur’an’da, cin ve insan topluluklarına nice uyarıcı peygamber gönderildiği hatırlatılmakta, bazı peygamberlerin cinlerle irtibatları anlatılmaktadır. (Neml, 17)

Ey cin ve insan topluluğu! İçinizden size âyetlerimi okuyan ve bu karşı karşıya geldiğiniz gününüzle sizi uyarıp korkutan peygamberler gelmedi mi?” (Sebe’, 14) 

İster Mekke döneminin ilk yıllarında olsun, isterse Tâif dönüşü olsun, bazı cinlerin gelip Resûlullah’ı dinledikten sonra Allah’ın dinine girmeleri Kur’an’da açıkça yer alan bir konudur.

 “(Rasûlüm!) De ki: ‘cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum Kur’an’ı) dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: ‘Gerçekten biz, doğru yola ileten harikulade güzel Kur’an’ı dinledik. Biz de ona iman ettik. (Artık) kimseyi Rabbımıza asla ortak koşmayacağız. Doğrusu bizim beyinsiz olanımız (İblis veya azgın cinler), Allah hakkında pek aşırı yalanlar uyduruyormuş. Şu da gerçek ki, insanlardan bazı kimseler, cinlerden bazı kimselere sığınırlardı da, onların (şımarıklıklarını ve) azgınlıklarını arttırırlardı. Doğrusu, biz cinler, göğe erişmeye çalıştık; fakat onu sert bekçilerle, alevler ve meş’alelerle doldurulmuş bulduk. Gerçekten biz, -kimimiz sâlih kişiler, kimimiz ise bunlardan aşağıda- türlü türlü yollar tutmuştuk. İçimizde, (Allah’a) teslimiyet gösterenler de var, hak yoldan sapanlar da var.” (Cin, 1-11)

Cinlerden bir grubun Kur’ân dinledikleri, hatta o sırada birbirlerine: “Susun, dinleyin!” diye uyarıda bulundukları, okuma sona erince de kendi topluluklarına dönerek bu olayı anlatıp onları Hz. Peygamber’in (sav) dâvetine uymaya çağırdıkları yine Kur’ân-ı Kerim’de anlatılmaktadır. (Ahkaf, 29-32)

Bundan anlaşılıyor ki, cinlerin de mü’minleri ve kâfirleri vardır. Elbette ki buna bağlı olarak iyileri ve kötüleri de vardır.

Nitekim Cin Sûresi’nin 11-15. âyetlerinde bu konu gâyet açık bir şekilde anlatılmıştır.

Bu bilgiler sayesinde cinlerin de aynen insanlar gibi mükellef olduklarını, Allah’ın (c.c.) emir ve yasaklarına uyanlarının ödüllendirileceğini, suçlularının ise cezaya çarptırılacağını anlıyoruz.

Kur’an’a göre, mahiyetini kavrayamadığımız varlıklardan olan cinler de akıl ve irade sahibi olup Allah’a ibadet etmek için yaratılmışlar ve bu yüzden de dinen mükellef (sorumlu) tutulmuşlardır. (Zariyat,56)

Melek cin ve şeytan konusunda da tek kaynağımız Kur’ân-ı Kerim’dir. Bilindiği üzere ruh, melek, cin ve şeytan gibi bazılarını beş duyumuzla asla algılayamadığımız, bazılarını ise çok nâdir olarak duyumsar gibi olduğumuz varlıklara ilişkin bilgiler ancak vahiy sayesinde insana ulaşmıştır.

E-Hadislerde cinler

Hz. Peygamber (sav) hem insanlara hem de cinlere peygamber olarak gönderilmiş ve bu yüzden de kültürümüzde kendisine “Resûlü’s-sekaleyn” yani “iki topluluğun da peygamberi” denilmiştir.

Cinlerin varlıklarından bahseden ve onlardan haber veren birçok hadis-i şerif vardır.

“Rasûlullah (sav) ashâbından bir cemaatle birlikte Ukaz panayırına gitmeğe kastederek yola çıktılar. O tarihte şeytanlara gökten haber almak yasaklanmış; üzerlerine göktaşları atılmış, bunun üzerine şeytanlar kavimlerinin yanına dönmüşler.

Kavimleri onlara: “Size ne oldu?” demişler. Şeytanlar: “Semadan haber almaktan men edildik. Üzerimize göktaşları gönderildi” diye cevap vermişler.

Kavimleri: “Bu mutlaka yeni meydana gelmiş birşeyden olacak. Siz hemen yeryüzünün doğusunu batısını dolaşın da bakın semadan haber almamıza mâni olan bu şey nedir?” demişler. Tıhame taraflarını tutan takım Ukaz panayırına gitmekte olan peygamber (sav) Nahle denilen yerde ashâbına sabah namazını kıldırırken onun yanına uğramışlar.

Cinler Kur’an’ı işitince onu dinlemişler ve (birbirlerine) semadan haber almanızı engelleyen işte budur” demişler.

Sonra kavimlerine dönerek: “Ey kavmimiz! Biz doğru yolu gösteren şaşılacak bir kıraat dinledik. Ve ona iman ettik, bundan sonra Rabbimize asla hiçbir şeyi şirk koşmayacağız” demişler.

Bunun üzerine Allah Azze ve Celle Peygamberimize (sav): “De ki: Bana cinlerden bir takımının (okuduğu) Kur’an’la dinledikleri vahiy olundu” âyetini inzâl etti. (Cin, 1) Bu hadisenin, Cin suresinin indiriliş sebebiyet olduğu nakledilir.

İbn Mes’ud (r.a.) şöyle demiştir: “Bir gece Hz. Peygamber (sav) ile beraberdik. Derken aramızdan kayboldu. Biz onu çok aradık bulamadık. O geceyi hep endişe içinde geçirdik.

Nihâyet sabah olunca bir baktık ki Hîra tarafından geliyor. “Ya Rasûlallah dedik, sizi kaybettik. Aradık bulamadık. Bu yüzden bütün gecemiz endişe içinde geçti.” Şöyle buyurdu: “Bana cin(ler)den bir dâvetçi geldi. Onunla beraber gittim. Onlara Kur’an okudum, tebliğ ettim.” (Müslim)

F-Cinler Hakkında genel  bilgiler

1-Cinlerin yaratılışları, mahiyetleri ve özellikleri?

Cinler yaratılışları bakımından insan yapısından farklıdırlar.

Kur’ân-ı Kerîm’de çok zehirli, dumansız alevli bir ateşten (Nâru’s-Semûm”) yaratıldıkları haber verilir ( Hicr, 27).

Cinler, duyu organlarıyla anlaşılmazlar.

Tabiatları üzere ve gerçek şekilleriyle görünmezler.

Ancak cinler yaratılışları icabı türlü şekillere girebilirler.

Cinlerin erkek ve dişi olanları vardır.

Cinlerde üreme vardır, onlar da çoğalırlar. İnsanlar gibi evlenirler, çoğalırlar, zürriyetleri de olur. İhtiyarı, genci vardır. Ancak nasıl, ne kadar yaşadıklarını ve nasıl çoğaldıklarını bilemiyoruz.

Cinler, yerler, içerler.

Dünyevi bazı işler görmeye elverişlidirler.

Yapıları bakımından sahip bulundukları ayrıcalıklar sayesinde insanların yapamayacağı olağanüstü işleri başarırlar. Örneğin, çok uzak mesafelere anında ulaşırlar. (A’râf, 27)

Nitekim Kur’an’da ifade edildiğine  göre;

Hz. Süleyman Belkıs’ın tahtını Yemen’den getirmek isteyince, bir cin, “daha sen makamından kalkmadan ben sana onu getiririm, benim herhalde buna yetecek gücüm var” demiştir.

Süleyman (as) Kudüs’te, getirilecek taht Yemen’deydi. Onu bir saniyede getirmek büyük bir hız ve güce sahip olmak demekti.

Aslında görünmeyen cin’in (ifrît)  Hz. Süleyman’la karşılıklı konuşması ise onun gözle görülebilecek bir sûrete girdiğini ifade eder.

Süleyman peygamber, cinleri ağır ve güç işlerde çalıştırmıştır.

Süleyman’ın (as) önünde, Rabbı’nın izniyle iş gören bazı cinler de vardı. İçlerinden kim bizim emrimizden ayrılıp saparsa ona çılgın azabdan tattırdık. Onlar Süleyman’a kalelerden, heykellerden havuzlar kadar (geniş) leğenlerden, sabit kazanlardan ne dilerse yaparlardı.” (Sebe, 13)

Cinlerin mü’minleri ve kâfirleri (kafirlerine şeytan denir) vardır. Mü’minleri cennete; kâfirleri cehenneme gidecektir.

Cinler insanları görür, fakat insanlar cinleri göremezler.

Kur’an-ı Kerim’de “…Sizin onları görmediğiniz yerlerden o (şeytan) ve yandaşları sizi görürler.” ( Ahkaf, 29, 30, 31) buyurulur.

Cinler de mükellef olup insanlar gibi Allah’ın emir ve yasaklarına uymak zorundadırlar:

“Ben insanları ve cinleri ancak bana ibâdet etsinler diye yarattım.” (Zâriyât, 56)

“Ey cin ve insan topluluğu; size, içinizden, âyetlerimi anlatan ve şu (korkunç haşr) gününüzün geleceğini haber verip sizi korkutan peygamberler gelmedi mi?” (En’âm, 130)

Onlar da, Allah’ın buyruklarına itaat veya isyan etme eğilimindedirler ve her fâni gibi ölümlüdürler.

Nitekim İbn Abbâs’tan nakledildiğine göre, Allah Resûlü bir duasında bu gerçeği şöyle dile getirmiştir: “Allah’ım! Sana teslim oldum, sana inandım, sana tevekkül ettim ve sana yöneldim. Senin yardımınla mücadele (gücü elde) ettim. Allah’ım! Beni saptırmaman için senin yüceliğine sığınıyorum. Zira senden başka ilâh yoktur. Sen ölmeyecek olan dirisin, cinler ve insanlar ise ölümlüdürler. ” (Müslim, Zikir, 67)

2-Cinlerin insanlar ile münâsebetleri:

Müşrikler, ilahî sırları bildiğini sandıkları ve bu sebeple korktukları cinleri ilâhlık derecesine çıkarırlardı. Dev, gulyabani, şeytan, peri, cin ve melek adıyla andıkları, hayra veya şerre kâdir sandıkları esrarengiz ruhanî yaratıkları ilah kabul ederek, onlara tapınırlardı.

Her birine çeşitli tılsımlar, sihirler yapan Sabiîler, câhiliyye Arapları ve diğer müşrikler, görülmeyen gizli yaratıklar olan cin ve şeytanları Allah’a ortak koşar, O’na oğullar ve kızlar uydururlardı.

Bazı insanların zannettiği gibi cinler ve şeytanlar, ne göklere yükselirler, ne ilahî sırları kulak hırsızlığı yapıp öğrenerek yeryüzüne inerler. Bu, onların ne görevidir, ne de buna güçleri yeter. Bununla birlikte, insanların görmediği ve bilmediği bir çok manevî ve âdi olayları görür ve bilirler.

Fakat, cinlerin şeytanlıklarına kapılarak ve gaipten sırlar öğrenmek sevdasına, kötü emellerin peşine düşmemelidir. Bu mesele, susuzluğu gidermek için tuzlu su içmeye benzer.

Cinlere verilen tasarruf kudreti, insanlara verilen idrâk kuvvetinden daha yüksek değildir ve bunların hepsi ilahî kudret önünde bir hiçtir.

Onun içindir ki, Allah’a ihlâsla iman eden gerçek mü’minler onlardan korkmazlar ve istilalarına uğramazlar, etkileri altında kalmazlar.. Çünkü Kur’ân-ı Kerim’in nuru onları  pasifize eder.

3-Cin- Şeytan ilişkisi:

Şeytan da cinlerdendir. Allahu Teâlâ kendisini Hz. Adem’e (a.s.) secde etmekle mükellef tutmuş; şeytan ise, kendisinin ateşten, Adem’in topraktan yaratıldığını ileri sürerek secde etmemiştir. Irkçılık yapmıştır.

Bunun üzerine Allahu Teâlâ onu rahmetinden kovmuş o da kâfir olmuştur. (Bakara, 168; Mâide, 91; Yâsin, 60-61)

Şeytanların amiri durumundaki şeytana İblis (şeytanın özel ismi) denir.

Şeytan, insanları azdırmak için çeşitli yollara başvurur. Ondan sakınmak gerekir.

 “Şeytan sizin için yaman bir düşmandır. Bu sebeple siz de onu düşman edinin.” (Bakara, 34)

İnsanlar için esas sorun, cinler değil, cinlerin inanmayanları olan şeytanlardır.

Hz. Peygamber (sav) de şöyle buyurmuşlardır: “Allah sizden her biri için, bir cinni/şeytan   arkadaş kılmıştır.” Ashâb: “Size de mi yâ Rasûlallah?” diye sorduklarında, Rasûlullah: “Bana da ancak Allah ona karşı bana yardım etti de, o (cinni/şeytan) müslüman oldu, artık o, bana ancak hayır emrediyor” buyurdu. (et-Tâc, V/233)

4-Cinlerle alakalı hurafeler

Câhiliye devri Arapları uğura, uğursuzluğa ve cinlerle ilgili çeşitli hurafelere de inanıyorlardı.

Cinlerin kertenkele, kirpi, deve kuşu, tarla faresi, tavşan gibi hayvanların şekline bürünerek insanlara göründüğüne inanılması, karga vb. kuşların uğursuz addedilmesi, göz değmesinin insanlar üzerinde etkili olması bu dönemdeki inançlar arasında zikredilir (Mahmûd Şükrî el-Âlûsî, II, 325-365; Cevâd Ali, VI, 162, 717-718).

Kur’ân-ı Kerîm bu bâtıl inançları reddetmiş, cinlerin de insanlar gibi Allah’a kulluk etmeleri için yaratıldıklarını haber vermiştir. (Zâriyât, 56)

Onlara da peygamber gönderilmiş, içlerinden iman edenler olduğu gibi inkâr edenler de olmuştur. (En‘âm, 130)

Hz. Peygamber ilâhî emirleri cinlere de tebliğ etmiştir. (Ahkaf, 29)

İslâm’ın ilk dönemlerinde de rastlanan bu tür inanışları reddetmesi bakımından Hz. Âişe validemizin tavrı dikkat çekicidir. Bir defasında hayır duada bulunması için kendisine bir çocuk getirildiğinde, müminlerin annesi çocuğu yatağına yatırırken yastığının altında bir ustura (bıçak) görmüş, oradakilere bunun ne anlama geldiğini sormuştur.

Oradakilerin “Çocuğu cinlerden korumak için onu koyuyoruz” demeleri üzerine, usturayı alıp atan Hz. Âişe, “Allah’ın Resûlü uğursuzluk düşüncesini çirkin görür, bundan nefret ederdi” diyerek onları bu davranıştan men etmiştir. (Buhârî, el-Edebü’l-müfred, 314.)

Kısacası, ister câhiliyeden, isterse diğer kültürlerden gelsin cinler hakkındaki bu tür kabul ve uygulamalar İslâm’ın ruhuna ve Hz. Peygamber’in anlayışına aykırıdır.

Zira İslâm her türlü bâtıl inanışı ve hurafeyi reddetmektedir.

a-Cinlerin insana musallat olabileceğine inanmak

Cinlerin insana tasallutları, yani insanın içine girip istediklerini ona yaptırması, musallat olmaları diye bir şey yoktur. Allah’a inanan insanın cinlerin hiçbir kötülüğünden korkmaması gerekir. (Cinn, 13)

Cin tasallutu diye andığımız şey, esasında, bu tasallutu bahane ederek insanları cin hayalleriyle perişanlığa iten insan şerirlerin işidir.

Bu hayallere kapılarak cinlerden kurtulmak için birtakım insanlara sığınanlar, başlarına sarılmış belayı artırmaktan başka bir şey yapmazlar. (Cinn, 6)

Yani, cin tasallutu yoktur ama cinleri bahane ederek insanları sömürenlerin tasallutu vardır.

Kur’an işte bu ikinci tasalluttan korunmamızı istiyor.

Peygamberlerin bile her devirde hem insan şeytanlarından hem de cin şeytanlarından düşmanları olmuştur. (En’âm, 112)

Bunlar, o elçiler aleyhine birbirlerine yaldızlı sözlerle destek verirler, ama bunu kendi aralarında yaparlardı.

Cinler her türden insana vesvese verirler (Nâs, 6). Yani insanın düşüncelerine  kötü fikirler sokabilirler.

İnsanların bu vesveselerden kurtuluşu ise peygamberlerin insanlığa ulaştırdığı vahiy  sayesinde olacaktır.

Yani cin hezeyanlarıyla rahatsız olup dengeyi bozmaktan kurtulmanın en güvenli yolu, vahye dayalı sağlam bilgi ve sağlam inançtan geçer.

Bu yolun yerine üfürük, muska, büyü ve tılsım yolunu seçenlerse belâdan kurtulamazlar.

b-Tılsımlara büyülere inanmak ve yaptırmak

Bütün tılsımlar; tütsüler; kurşun dökmek ve ipliklere üfleyip düğümlemek gibi şarlatanlıklar; (çeşitli baharat, mum, kıl, kemik, tırnak ve dışkı gibi) atık ve necis maddelerle yapılan maksatlı ve gizli işler, bu uğraşlar, sayılamayacak kadar çeşitlidir.

Câhil insanların sırtından kolayca geçinmek için cinci üfürükçü birtakım açıkgözler tarafından yapılan bu büyülerin, geçici bir psikolojik yönlendirmeden başka gerçek anlamda hiçbir etkileri yoktur.

c-Cin çarpmasına inanmak

İslâm âlimleri cinlerin insanları çarpıp felç etmeye, akıllarını giderip delirtmeye, bedenlerine girip birtakım hastalıklara sebep olmaya güçlerinin olmadığını söylemişlerdir. (Râzî, Mefâtîh, XI, 178.)

Kur’ân’ı Kerîm’de, Hz. Süleyman’la ilgili anlatılanlar dışında, cinlerin insanlarla iletişim kurduğuna, insanlar üzerinde etkili olduğuna, cinci, büyücü gibi bazı kişilerin cinlerin etkisini önlediklerine dair hiçbir bilgi yoktur.

Bazı âlimler, faiz yiyenlerin kıyamet gününde mezarlarından şeytan çarpmış gibi kalkacağını bildiren âyete (Bakara 275) dayanarak cinlerin insanları etkileyeceğini ileri sürmüşlerse de bunun temsilî bir anlatım olduğu açıktır.

d- Cinlerin geleceği bildiğine inanmak

Cinler gaybı bilemezler.

Çünkü gaybın bilgisi sadece Allah’a aittir. Ancak Allah, peygamberlerden bazı seçkin kullarına bunun bilgisini verebilir.

“Gaybı bilen ancak O’dur… Ancak dilediği peygamber bunun dışındadır.”  (En’âm, 50, 59; 7/A’râf, 188; 10/Yûnus, 20; 11/Hûd, 31, 123; 16/Nahl, 77; 18/Kehf, 26, 27/Neml, 65; 34)

“…Eğer cinler gaybı bilselerdi, o küçük düşürücü azap içinde kalmazlardı.” (Cinn, 26-27)

Dolayısıyla cinler, gaybı bilme konusunda insanlardan farklı değildir. Bilgileri sadece görüp öğrendikleri şeylerle sınırlı olup meydana gelen olaylardan kendilerine gizli kalan hususları ve geleceği bilmeleri mümkün değildir.

Nitekim emrinde çalışan cinler Hz. Süleyman’ın vefatını bilememişlerdi:

Süleyman’ın ölümüne hükmettiğimiz zaman, onun ölümünü onlara ancak değneğini yemekte olan bir kurt gösterdi. Süleyman’ın cesedi yıkılınca cinler anladılar ki, Süleyman ölmüştür. Eğer gaybı bilmiş olsalardı aşağılayıcı azap içinde kalmamış olacaklardı.” (Sebe’, 12-13)

Şu  hâlde, kâhin, falcı, cinci, bakıcı, medyum diye anılan kimselerin cinlerden geleceğe dair haber aldıklarını ileri sürmeleri sadece bir iddiadan ibarettir ve bu yüzden Hz. Peygamber, kâhine veya medyuma gitmeyi de, onların sözlerini tasdik etmeyi de yasaklamıştır. Hatta şirk olduğunu beyan etmiştir.

5-Bazı kimselerin, cinlerle iletişim kurduklarına ve cinler aracılığıyla gizli şeyleri öğrendiklerine ilişkin kanaatin iç yüzü şöyledir:

Gizlilik, göreceli bir meseledir. Örneğin, birinin zihnindeki düşünce ve inançlar, Allah’tan başka ne insan, ne de cin tarafından asla bilinemez.

Herhangi bir yerde gizli ya da saklı bir şeyi bulmaya veya keşfetmeye gelince, bu, imkânlara ve şartlara bağlıdır.

Araştırmak, alet-edevat ve araç kullanmakla gizli bir maddeyi, bir bilgiyi veya bir şeyi elde etmek, yerine göre mümkün olabilir.

Örneğin bir kayıbı  ortaya çıkarmak için insan hangi yollara başvuruyor ise cin de aşağı yukarı aynı yolları izlemek durumundadır. Şu kadar var ki, cin, yapısı itibariyle daha seri ve daha esnektir.

Bu sayede insanın giremediği dehlizlere, karanlık, dar, sarp ve çetin mevkilere cin rahatlıkla girebilir; yüksek, kuytu, derin, uzak ve elverişsiz arazilere ulaşabilir.

Fakat insanın, cinleri öyle her istediği konuda kullanabileceğine, dilediğini onlara yaptırabileceğine ya da cinlerin, her istedikleri şeyi yapabileceklerine ihtimal vermek doğru değildir. İnanmamak gerekir.

Aksi halde onlarla iletişim kuranlar, başta stratejik merkezler, devlet arşivleri, hazineler, borsalar ve bankalar olmak üzere dünyadaki zenginlik ve sır kaynakları üzerinde istedikleri gibi tasarrufta bulunabilecek ve insanlığın nizam ve düzenini altüst edecek, dünyayı oyuncak haline getirecekler, fesada vereceklerdir.

Cinler aramızda dolaşıyor olsalar bile onların da mutlak sûrette uymak zorunda oldukları kesin kayıtlar ve kurallar, ya da asla aşamayacakları doğal engeller vardır. (Rahman, 33)

Nitekim Peygamberimizin ifadesiyle, bütün varlık âlemi bir kimseye kötülük yapmak için elbirliği etse, Allah takdir etmedikçe bunu gerçekleştirmeleri mümkün değildir. (Tirmizî, Sıfatü’l-kıyâme, 59)

Kötü niyetli, şeytan özellikli cinlerin insanları saptırmaya ve başlarını derde sokmaya çalışacakları açıktır.

Ancak konu ile ilgili âyetlere dikkatle bakılırsa, aynı durumun insanların kötüleri için de geçerli olduğu görülecektir.

Zira gerek insanların gönlüne vesvese veren, gerekse onları saptıran şeytanlar, cinlerden olabildikleri gibi insanlardan da olabilmektedir. (Fussilet,29, Nas,6)

Nitekim bir gün Peygamberimiz, “Ey Ebû Zer! İnsan ve cin şeytanlarının şerrinden Allah’a sığın!” deyince Ebû Zer, “İnsanların da şeytanı olur mu?” demiş, Efendimiz de “Evet” cevabını vermiştir. (Nesâî, İstiâze, 48.) 

6-Cinlere karşı, dua ile psikolojik terapi

Cinlerin etkisini önlemek için Felâk ve Nâs sûrelerini okumayı tavsiye eden bazı hadisler (meselâ bk. Tirmizî, “Tıb”, 16; Nesâî, “İstiâze”, 37; İbn Mâce, “Tıb”, 33) dolayısıyla da cinlerin insanlar üzerinde tesirleri  olduğu yönünde görüşler ileri sürülmüştür.

Ancak bu tür hadislerin, aslında fizyolojik sebeplerden kaynaklanan bazı hastalıklar veya bunalımlar için psikolojik bakımdan bir yatıştırma ve terapi amacı taşıdığı düşünülmektedir. 

Nitekim gece yalnız kalmaktan korkar hâle gelen Hâlid b. Velîd’in sıkıntısını dinleyen Resûlullah (sav), Cebrail’in kötü niyetli bir cine karşı kendisine öğrettiği şu duayı okumasını öğütlemiştir:

فَقُلْ أَعُوذُ بِوَجْهِ اللهِ الْكَرِيمِ وَبِكَلِمَاتِ الله التَّامَّاتِ اللاَّتِى لاَ يُجَاوِزُهُنَّ بِرٌّ وَلاَ فَاجِرٌ مِنْ شَرِّ مَا يَنْزِلُ مِنَ السَّمَاءِ وَشَرِّ مَا يَعْرُجُ فِيهَا وَشَرِّ مَا ذَرَأَ فِى الأَرْضِ وَشَرِّ مَا يَخْرُجُ مِنْهَا وَمِنْ فِتَنِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ وَمِنْ طَوَارِقِ اللَّيْلِ وَالنَّهَارِ إِلاَّ طَارِقًا يَطْرُقُ بِخَيْرٍ يَا رَحْمَنُ .

“Gökten inen ve yerden yükselen kötülüklerin şerrinden, yeryüzünde O’nun yaratıp yaydıklarının ve yerin altından çıkardıklarının şerrinden, gece ve gündüzün fitnelerinden, hayırlı şeylerin dışında, gece-gündüz aniden ortaya çıkan her türlü durumdan, kerîm olan Yüce Allah’a ve hiçbir iyinin ve kötünün ulaşamayacağı Allah’ın yüce kelimelerine (sonsuz iradesine ve hükmüne) sığınırım, Ey Rahmân!” (Nesâî, es-Sünenü’l-kübrâ, VI, 237 Muvatta’, Şa’r, 4)

Diğer taraftan Sevgili Peygamberimiz, kötü cinlerin/şeytanların insanlar üzerindeki olumsuz etkilerinden kurtulmak ve onları tesirsiz hâle getirmek için Allah’a sığınmamızı öğütlemektedir.

Felâk ve Nâs sûrelerini, ayrıca Âyetü’l-kürsî’yi okumamızı tavsiye etmektedir. (İbn Hanbel, IV, 144) 

Netice itibarı ile;

Cinler hakkında ortaya atılan, dilden dile dolaşıp zihinlerde yer eden sayısız bilginin etkisinde kalmamak, ancak İslam dininin tebliğine kulak vermekle mümkündür.

Duyu ötesi varlıklar oldukları için cinler hakkında doğru bilginin edinilebileceği tek kaynak Kur’ân-ı Kerîm’in ve Hz. Peygamber’in öğretileridir.

İslâm’a göre cinlerin yaratılış şekilleri insanlardan farklı olsa da, yaratılış sebepleri insanlar ile aynıdır.

Resûl-i Ekrem kemik ve tezekle tuvalette taharetlenmeyi yasaklarken, “Çünkü bunlar cin kardeşlerinizin yiyeceğidir.” (Tirmizî, Tahâret, 14) buyurduğuna göre, onların iyi olanlarını din kardeşi bilmek gerekir.

Cinlerin kendilerine has bir hayatları, ölümleri, halkları, yeme-içmeleri, üreme ve çoğalmaları vardır. Kullukla da mükellef olan bu varlıklar, Allah’ın görünmez kullarıdır.  

Vesselam.

Geniş bilgi için bakınız:

T.D.V, İslam Ansiklopedisi, “Cin” mad.

D.İ.B, Hadislerle İslam, I, “Cinler/Allah’ın görülmez kulları”, s,255.

Ahmet Kalkan, Kur’an Kavramları, “Cin”, mad.

 

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz