Harbin çocukları ve ‘Bir harp gelini’…

1
Latest posts by Prof. Dr. Mehmet Tekelioğlu (see all)

Erich Maria Remarque, Batı Cephesinde Yeni Bir Şey Yok adlı romanının daha ilk sayfalarında, okuyucuyu, harbin dehşeti ile yüz yüze getirir. Mehmet Niyazi Özdemir’in Çanakkale Mahşeri adlı romanında da harbin acımasızlığının en çarpıcı sahnelerini buluruz.

Popüler tabir edilen romanlara pek düşkünlüğüm yoktur. Bir kitapçı vitrininde mi gördüm, yoksa internette dolaşırken mi denk geldim, şimdi hatırlayamıyorum, ‘Bir harp gelini – Benan’ın Defteri’ adlı romanın önce adının cazibesine kapıldım. Bu kitabın bana, ikinci cihan harbi günlerini ve insanların o günlerdeki hissiyatını anlatacağına dair bir zehab içine düştüm. Nermin Bezmen’in bu romanını hemen aldım. Üstelik o günlerde Suriye’deki çatışmalar zirvedeydi, Filistin sonsuz harbi yeniden ateşlenmişti. Okumaya başladım, fakat galiba aradığımı bulamadım ki masa üzerindeki ömrü biraz uzun oldu.

Ben yaşlardaki kuşak harbin içinde bulunmuş olmasa da harp hikayeleri okuyarak ve dinleyerek büyüdü. Hele biraz da siyasi tarih merakı olanların, 93 harbi olarak bilinen 1877-78 Osmanlı – Rus savaşının yol açtığı Rumeli göçünün, insanın içini yakan perişanlığını bilmemesi mümkün mü? Daha sonra Balkan Harbinin de ayrı bir hüzünlü göç macerası vardır. Cihan Harbi ve arkasından gelen İstiklal Harbinin hepimizde bıraktığı izler yok mudur? İkinci Cihan Harbinin bile doğrudan olmasa da dolaylı hikayelerini dinlemeyenimiz yoktur. Babam harp yıllarında yapmış askerliğini. Dört yıl hem de… Babaannem, dedemin de yokluğu ile o günlerdeki hasretini ve yalnızlığını ileri yaşlarında bile ağlayarak anlatırdı.

İslam dünyasının Osmanlıdan sonra içine düştüğü durum içler acısı… Savaşlar, göçler, iç çekişmeler birbirini izliyor. Bu durumun sorumluları olarak dış güçlerin gösterilmesi ise kurtuluşun bir hayli uzaklarda olduğuna kesin bir işaret olarak orta yerde duruyor. Bir kendine gelme arayışı bile yok ufukta…

‘Bir harp gelini’ adlı roman Kırım göçmeni bir aile etrafında cereyan ediyor. Baba Cihangir Bey, Kırım günlerini unutamaz ve o dönemlerini hep hasretle anar. Eşi ile o, ayrı dünyaların insanlarıdırlar ama iki kızları bu farklılığı geri plana itmeleri için makul bir sebep olarak görünür onlara. Cihangir’in büyük kızı Benan’a ayrı bir düşkünlüğü vardır. Benanuçka’sı için ne hayaller kurar… Fakat Benan komşu oğlunun yakışıklılığına ve tatlı sözlerine kanar, babasını hayal kırıklığına uğratır. Evlenirler çocuklar. Benan kocasının kendisini kız kardeşiyle aldatmasını kabullenemez ve evi terk eder. Zaten bu sırada Cihangir Bey ciğerlerinden rahatsızdır ve artık şaşalı günler bitmiş eve bağlı hale gelmiştir. Benan kendisine kocasıyla tuzak kuran kardeşiyle aynı evde yaşamak istemez ama çaresi yoktur. Üstelik kucağında yeni doğmuş bebeğiyle sığınacak bir kapı bulması da imkansızdır. Bu çaresizlikle kocasının eve dön çağrısına uymak zorunda kalır ama bu da babasının ona olan sevgisini söndürür. Cihangir kızına ‘bir daha bu eve gelme’ derken kendi babasının da benzer sözlerini hatırlar. Benan’ın kocası bir müddet sonra eski huyunu tekrarlar ve Benan’i yeniden aldatmaya başlar. Boşanırlar. Bu sıralar Cihan Harbinin sıkıntılı günleridir; ekmek ve süt gibi zaruri ihtiyaç maddeleri karneyle temin edilmektedir. Benan bunları elde etmek için İstanbul sosyetesine terzilik yapmakta bulur geçim yolunu. Oğlunun üstündeki velayetini okul çağı geldiğinde nispeten uysallaşmış çapkın babasına daha iyi bir eğitim ve hayat şartları temin edeceğine kani olduktan sonra devreder. Uzun yıllar oğluyla görüşmez. Daha sonra bunları oğluna yazılı olarak hikaye eder.

Beni belki biraz hayal kırıklığına uğratan husus, romanın adına bakarak fazla beklenti içine girmem oldu. Yine de insanların harbe dair duyguları üzerine düşünme fırsatı verdiği için şikayete hakkım olmadığını söylemeliyim.

Bir harp gelininden yola çıkarak harbin çocuklarının halini düşünmeye ne dersiniz… Bunun için ben göçmen politikalarını insani gerekçelerle tanzim edemeyen batı dünyasını suçlayacak değilim. Aydan bebeklerin ölümünden önce ben sorumluyum. Irak’ta, Suriye’de, Filistin’de ölen bebeklerin baş sorumlusu benim. Suriye’den kaçmak zorunda kalan insanları muhtevası kaybolmuş ‘göçmen’ kelimesiyle tavsif etmek eksik geliyor bana. Göçmen yerine mülteci mi desek acaba? İkincisinin kapsadığı alan sanki daha geniş gibi.

Dikkat edelim İslam dünyası sadece savaşı kaybetmiyor, insan potansiyeli de derin yaralar alıyor. Harbin çocuklarının yaşadığı psikolojik sarsıntıyı nasıl tedavi edeceğiz…

Siz hiç bir göçmen kampı gezdiniz mi? Ben gezdim ve orada yaşayan, doğan, büyüyen çocukların halini, ruhsal durumlarını tarife kelime bulamadım. Bu bakımlardan Filistin mülteci kamplarından alınacak çok dersler var.

Harbin gerçek mağdurları aslında çocuklar… Daha kaç gün oldu Suudi Arabistan’ın başını çektiği koalisyonun Kuzey Yemen’deki Sada ilinde bir araca düzenlediği hava saldırısında elliye yakin çocuk öleli…

Şimdi İdlib felaketi yaklaşmak üzere… Bu yazının başındaki fotoğraf babalarından zehirli gazlara karşı maske eğitimi alan çocukları gösteriyor.

Doğrudan iletişim için: mtekeli35@gmail.com

1 Yorum

  1. Yazı içerisindeki sorumluluk alıcı cümleleri okudukça rahmetli Erbakan hocamı hatırladım.O da dünyada zulüm ve açlıktan ölen her çocuğun ve kadının sorumluluğunu milli görüşçülere ve doğal olarak kendisine yüklüyor,daha fazla çalışılmasını istiyordu.Keşke bilmedende olsa ihanete uğramasaydı.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz