Diplomasi ve güvenlik yazarımız Hasan Mesut Önder cevap veriyor: Büyükada tutukluları casus mu?

1

Büyükada tutukluları casus mu, etki ajanı mı? Hangi kavram mücadele için doğru çerçeveyi oluşturuyor?

Büyükada’da “insan hakları savunucularının korunmasına yönelik eğitim programı” yaptıkları sırada gözaltına alınıp tutuklanan sivil toplum örgütü mensubu olan isimlerin casus olup olmadığı tartışma konusu… Kimileri bu isimlerin casus olmalarının mümkün olmadığını, sadece sivil toplum faaliyeti yürüten insanlar olduğunu iddia ederken, kimileri de bu isimlerin casusluk gerekçesi ile tutuklanmalarının doğru olduğunu savunuyor.

Peki, bu isimler casus mu, yoksa demokratik meşru zeminde faaliyet yürüten aktivistler mi?

Bu sorunun cevabını verebilmek için istihbarat literatüründe sıklıkla karıştırılan “casus” ve “etki ajanı” kavramlarını açıklamak gerekir.

Casus, bir hedef organizasyon içinde yer alıp, çeşitli motivasyon araçları ile kazanılan bilgi kaynağına denir ve bu tip kaynaklar sadece veri toplama amacı ile kullanılır. Etki ajanı ise toplama faaliyetlerinde değil, hedef ülkede kamuoyu oluşturma, ülkenin hassasiyetlerini kaşıma ve kitleleri yönlendirme maksadıyla kullanılır. Casusluk, istihbarat üretiminin bir parçası iken; etki ajanı, operasyon ve politika uygulama aşamasının parçasıdır.

Soğuk Savaş döneminde Batı ve Doğu bloğunun sıklıkla kullandığı bir yöntem olan casusluk, günümüzde artık kapalı organizasyonlardan bilgi almak dışında çok fazla kullanılan bir yöntem değildir. Çünkü artık istihbarat üretimi büyük oranda açık kaynaklara dayanmaktadır. Herkesin ulaşabileceği verilerden istihbarat üretebilmek için analitik kapasitesi yüksek, çalıştığı konuya hâkim uzmanlara ihtiyaç vardır. Yani her bilgiye erişimi olanın, istihbarat üretimi yapabilmesi mümkün değildir. Örneğin, bir hedef ülkenin sosyal ve ekonomik yapısı ile ilgili istihbarat üretilirken, akademik makaleler, haberler ve anketler gibi herkesin ulaşabileceği verilerden istifade edilmekte ancak, hedef ülkenin askeri sırları veya nükleer çalışmaları ile ilgili bilgi toplanıyorsa mutlaka kapalı kaynak, yani casus kullanmak zorunludur.

Casusluk faaliyeti ile bilgi toplama, toplam istihbarat üretiminin %5’ini oluşturmakta, diğer %95’i ise açık bilgiye dayanmaktadır. İstihbarat ürünü karar vericiye sunulduktan sonra kararı verenin seçimi doğrultusunda operasyon ve politika uygulama aşamasına geçilir. Kimi istihbarat teorilerinde operasyon, politik uygulamanın bir parçası olarak görülürken, kimilerine göre operasyon, istihbarat üretiminin parçasıdır çünkü üretim, sonuç alınana kadar sürekli işleyen bir çarktır.

İstihbarat operasyonları, klasik anlamda anlaşıldığı gibi bir hedefin tutuklanması veya etkisiz hale getirilmesi şeklinde değil, hedef olan bir devlet veya organizasyonu; sosyal, ekonomik, siyasi ve askeri vasıtalar kullanarak etkilemek ve kontrol altına almak için yapılan faaliyetler bütünü olarak görülmelidir.

İstihbarat operasyonlarını kabaca ikiye ayırmak mümkündür. Birincisi örtülü operasyon olarak adlandırılan, operasyonu yapan odağın kendini gizlediği, ancak operasyonun hedefinin az çok tahmin edildiği bir türdür; ikincisi ise “saklı operasyondur. Saklı operasyonda; operasyonu yürüten merkez kendini gizleme gereği duymaz, ama varmak istediği hedefi itina ile gizler. Her iki türde de istihbarat servisleri cephe organizasyonu olarak dini motifli örgütleri, suç örgütlerini, sivil toplum örgütlerini kullanır. Operasyonun etki alanını genişletmek için ise servislerin, farklı görüşlerdeki akademisyenler, yazarlar ve kanaat önderi olarak adlandırılan toplumda karşılığı olan figürlerden istifade ettiği bilinmektedir.

Bütün bu kavramsal açıklamalardan sonra asıl meseleye gelecek olursak… Büyükada’da tutuklanan isimlerin “klasik casusluk” faaliyeti yürütmediği açıktır. Ancak bu tarz isimlerin istihbarat servislerinin hazırladığı örtülü veyahut saklı bir operasyonun alt yapısını oluşturmaya çalışan etki ajanları olduğundan kuşku duyulabilir. Etki ajanlarına bir suç isnat etmek çok zordur. Çünkü mümkün olduğunca kurallar içinde hareket ederler. Bir sivil toplum örtüsü içinde faaliyet yürüterek toplumdaki bastırılmış memnuniyetsizlikleri ortaya çıkarmaya çalışırlar. Onun için bu kategorideki faaliyetlerin amacı siyasidir ve yürütülen faaliyetin ülke için yararlı mı zararlı mı olduğuna yönelik değerlendirme iktidara aittir.

Bazıları bu gibi çalışmaları demokratik muhalefet yöntemi olarak görüp, bunu doğal karşılayabilir. Bu faaliyetlerin kimin adına ve hangi amaca matuf yapıldığı sorusunun cevabı alınacak pozisyonu belirler. Eğer bir ülkede geçici olarak bozulan özgürlük–güvenlik dengesini iktidarın aleyhine kullanmak için kitlesel bir hareketin fitili ateşlenmeye çalışılıyorsa, devletler buna karşı önlem almak zorundadır. Ancak bu önlemler gözaltına almak veya tutuklama şeklinde değil, faaliyet yürütenlerin hareket alanlarını daraltmak, geniş kesimlere ulaşmasını engelleyecek tamponlar inşa etmek veya en önemlisi bu unsurların çalıştığı toplumsal zemin üzerinde kontrollü organizasyonlar inşa etme şeklinde olmalıdır.

Bu tür faaliyetleri etkisizleştirmenin en kestirme yolu ise, istismara açık sorunları çözmek ve toplumun bütün katmanlarının kendini ifade edebileceği zeminler inşa etmekten geçer. Bunun için iktidarın farklı toplumsal hassasiyetleri göz önüne alarak siyaset izlemesi gerekirken, muhalefet de iktidarın yanlış politikalarından dolayı toplumda oluşan gazı almaya dönük politika üretmeli…

İktidar ve muhalefetin birbirini tamamladığı bir ortamda hiçbir güç hassasiyetleri kaşıyıp alevlendiremez…

1 Yorum

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz