İslam Uleması Kendinden Bekleneni Yerine Getirmekten Uzak

1

Bugün artık din hayatın dışında ve dolayısıyla da çok gerisinde. Din bilhassa dört halifeden sonra çıkarlarımız için kullanılan, işimize geldiğinde müracaat ettiğimiz, ama işimize gelmeyen yönlerini teğet geçtiğimiz bir olgu. Ölüm denen şeyi inkar edemediğimiz için klasikleşmiş, ruhsuz ritüellerle geçiştirdiğimiz bir kültür veya gelenek.

Maalesef durum böyle.

Sayıları 100’e yaklaşan İlahiyat fakültelerimizden İslam filozofları, hikmet adamları yetişmiyor. Sadece iş ve işçi bulma kurumunun bir yan şubesi gibi çalışıyorlar. Dini meselelerin konuşulduğu, derinliğine tartışıldığı, masaya yatırıldığı yapılardan çok uzağız. Devasa bütçeli Diyanet Uganda’daki insanlara kurban eti göndermekle, Senegal’e cami yaptırmakla övünüyor. Binlerce cami imamının namaz kıldırma memurlarına dönüşmesini, camilerin tapınma yeri haline gerilemesini fazla umursamıyor.

Bugün artık İslam uleması, din adamı dediğimiz insanlar muhakeme noktasında gerekli altyapıya ve niteliklere pek sahip değil. Çünkü evrensel bir din iddiasında olan İslam’ın sadece bedevi toplumlardaki yaşanış ve algılanışını biliyorlar. Medeniyette, modern hayatta, teknoloji çağında, değerleri çok değişmiş gençliğe dinin sunulacağı şekli bilemedikleri için cazip bir şekilde ortaya koyamıyorlar. Böyle bir dertleri de yok.

Dindarlar ve din adamları (ki bu tabir de kökten problemli) artık kent hayatının getirdiği ontolojik sorunlara çözüm bulmaktan hayli uzaktalar. Tarikatlar ve cemaatler ontolojik sorunlara ontolojik cevaplar aramak yerine, hisleri doyuran ritüelleriyle bir nevi uyuşturucu cevaplar üretmekte.

Dindarların, ulemanın ve din adamlarının trajedisi değişen zamanı, mekanı, değişen insanı, gençliği, değişen şartları kavrayamamaktır. Din artık işimize geldiğinde, çıkarlarımız uğruna kullandığımız bir meta haline dönüştü.

Geçenlerde Cuma günü arkadaşlarla İstanbul’un selatin camilerinden birine biraz erken gidip vaaz dinleyelim dedik. Vaiz efendi önce yarım saat boyunca Batıyı, batılıları kötüledi, onların bize yaptıkları düşmanlıklardan bahsetti. Sonra bizim ecdadımızın büyüklüğünü anlattı. Ardından da vaazı, “Fatih nasıl İstanbul’u feth etmişse bir gün biz de Avrupa’yı feth edeceğiz” kehanetiyle bitirdi. O vaazı dinleyen binlerce kişi ne düşündü bilmiyorum. Ama ben İstanbul’un en büyük bir camisinde bu kadar yüzeysel, bu kadar genel geçer ve dinden, imandan, Kur’an’dan uzak bir vaazın nasıl yapılabildiğine çok şaşırdım ve binlerce kişiye hitap eden bir vaaz böyle mi olmalıydı diye gerçekten üzüldüm.

Birçok arkadaşımın, “Bu imamların sıradan, aynı şeyleri tekrar edip duran, tepeden bakan, siyaset ve tarafgirlik kokan hutbeleri yüzünden Cuma namazına gitmek istemiyorum” demelerine çok defa şahit olmuşum. Maalesef tamamı olmasa bile, çoğunlukla din adamlarımız büyük şehirlerdeki gökdelenler arasında kalmış gecekondulara benziyorlar. Muhteşem medeniyet kokan camilerimizde köyden henüz kasabaya çıkabilmiş değiller.

Çok yazık, Diyanetin, İlahiyatların bunca devasa bütçeleri bu sonucu mu doğurmalıydı? Bugün ülkemizde belki dindarların sayısı artıyor, ama din hızla geriliyor. Başörtülü kadınların elindeki sigaraya laf atmayı maharet sayan köylü zihniyetli din adamlarından öteye gidemiyor.

Dindarların, din adamlarının ve dinin yüzlerce yıldır savunmada kalmaktan kaynaklanan sorgulanmamışlığı; her üçünü de dejenere ediyor, maziye ait bırakıyor, kullanılabilir kılıyor, dinin hakikatine ulaşmamızı engelliyor.

Ve din her dönemde resmi veya sivil ideolojiler tarafından iktidar amaçlı kullanılıyor.

Uleması rolünün ehli olmayan bir toplum da, din gibi bir kutsalla çok kolay birilerinin oyuncağı haline getirilebiliyor.

Önceki İçerikA, bakın Balkanlar’da kim cirit atıyor: Alman İstihbarat Teşkilatı, BND…
Sonraki İçerikİktidar ve Para
(Özgeçmiş ve özgelecek) İzmir'in yokuşlu sokaklarında doğdu. Kuşadası'nın denizlerinde sonsuzluğun lezzetini tattı. İstanbul'da okudu. Ordu, Zonguldak, İstanbul, Şanlıurfa'da dersler yaptı. Hayatı, edebiyatı, Kur'an ve Risale (okumayı değil) çalışmayı önemsiyor. Bunların monotonlaştırılmalarına,sıradanlaştırılmalarına, dünyevileştirilmelerine karşı çıkıyor. Artık okuyarak değil, okuduklarımız üzerinde çalışarak, kafamızı çatlatırcasına düşünerek, tahkik ederek bir şeyler öğrenebileceğine inanıyor. Cenneti de cehennemi de önce bu dünyada görüyor. Varlığı, insaniyetini, duygularını ve düşünceyi önemsiyor. Artık nutuk, vaaz, ben en iyi bilirim zamanlarının bittiğine inanıyor. Hakikati eşit bir ilişki içinde; beraber, arayarak, bir masa etrafındaki çalışma grupları ile yakalayabileceğine, en azından hissedebileceğine inanıyor. Hayatı, dünyayı, varlığı, insaniyeti vs. anlamaya, anlamlandırmaya çalışıyor. Allah'ı, âlem-i gaybı ve ölümden sonrasını çok özlüyor ve merak ediyor.

1 Yorum

  1. Yazıdaki şu paragraf “Bugün artık İslam uleması, din adamı dediğimiz insanlar muhakeme noktasında gerekli altyapıya ve niteliklere pek sahip değil. Çünkü evrensel bir din iddiasında olan İslam’ın sadece bedevi toplumlardaki yaşanış ve algılanışını biliyorlar.” Mücahit Bilici’nin Birikim Dergisine verdiği 11.09.17 tarihli röportajdan alınmıştır.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz