LAWRENCE 2020, ARMAGEDDON Savaşı mı?

3

Trump’ın; ‘yüzyılın barışı’ diye aylardır kamuoyuna takdim ettiği, ‘Ortadoğu Barış Planı’ tek kelimeyle insanlık dışı. Dahası, haysiyetsizce, onur kırıcı.

Bilmiyorum, bu ‘asil olmayan başarıdan’ İsrail vatandaşları gurur duymuş mudur? Yoksa gözlerini kaçırmak zorunda mı kalmışlardır, Filistinli komşularından?

Muhtemelen bu ‘gasp planından’ hayli utanç duyan Yahudiler de vardır. 

Ama ‘daha, daha’ diyen, Tanrı’nın vadettiği toprakların ‘çok şükür bir kısmını daha ele geçirdik’ diyen de vardır.

Adaletin olmadığı yerde, barış da olmaz, huzur da. Yahudiler bunu tarihlerinde çokça görmüşlerdir. 

Millet olarak o kadar zulüm görmek ve kendi yaptığı zulmü görmemek! Müthiş paradoks.

Gelin çok genel hatları ile bölgede neler oldu bakalım.

 Araplar; 1744’den beri; adına isterseniz Suud ayaklanması deyin, isterseniz daha sonraki 1916 Arap isyanı deyin, Osmanlı’dan sürekli kurtulmak istediler. Kabahati; ne Suud ailesinde, ne Lawrence’de, ne Avusturyalı istihbaratçı binbaşıda ne de Şerif Hüseyin’de bulun. Tarih böyle tecelli etti. Ama bilin ki Filistin’in talihi de bu ayaklanmalarla şekillenmeye başladı, bunu da bir yere not edin.

Belki de beklenen ARMAGEDDON savaşının ilk fitili Lawrence tarafından o tarihlerde ateşlendi.

Sonra ne mi oldu? Osmanlı’yı istemeyenler; İngiliz’i, Fransız’ı, sonraları da Amerikalı’yı, hatta daha da sonraları Rus’u kabullendiler, baş tacı yaptılar.

Osmanlı’yı Arap coğrafyasından çıkartmaya ‘muvaffak olan’ Araplar, yeni patronajın gözetiminde, Yahudilerin Filistin bölgesine yerleşmesine de göz yumdular.

Hakkaniyet adına, buraya bir not düşelim: Yahudiler; sebepleri ne olursa olsun, tarihleri boyunca, çok zulüm görmüş bir halktır. Yaşadıkları topraklardan sürgünlere uğramışlar, vatanları işgal edilmiş, gittikleri ülkelerde de eziyet çekmişlerdir. Avrupa’da da soykırıma uğramışlar, toplumdan dışlanmış ve sosyal ölüme terk edilmişlerdir.

Yahudiler, çalışkan, azimli, zeki ve kararlı bir millet olduklarını da göstermişler, bütün bu sürgünlere rağmen yok olmamışlar. Amerika dahil dünyanın bir çok ülkesinde yönetimlerde de etkili olabilmişlerdir. 

Sürgün edildikleri bölgelerde, söz gelimi Kafkaslarda Hazar Hakanlığı gibi, Anadolu’da Ermeni Krallığı gibi, devletleri yöneten halk dahi olabilmişlerdir. 

Finans ve iş dünyasının en başarılı milleti yine Yahudilerdir. Bilim, sanat ve edebiyata çok önemli katkıları olmuştur, insanlığa.

Deyim yerinde ise, ‘vatansız Yahudiler bütün dünyayı vatan yapmışlar’ desek, yanlış da olmaz.

Peki, ne istiyorlar ki, küçücük topraklardan? Neden bu kadar ısrarlılar ve Ortadoğu’da bitmeyen çatışmaları neden göze alıyorlar?

Yahudilerin, İsrail Devleti kurma kararlarının altındaki en önemli etkenlerden birisi, şüphesiz Avrupa’da gördükleri zulümdür. 

Katolikler, ‘tanrılarını (İsa Peygamberi) öldürenin Yahudiler olduğuna inanmakta’ ve bunun intikamını her fırsatta almaya çalışmaktadır. Düşünün, Haçlı seferleri sırasında bile Tuna boylarına yerleşmiş Yahudiler Haçlı ordusu tarafından katledilmiştir. Avrupa’daki veba salgınını bile Yahudilerin çıkarttığı uydurulmuş, binlerce Yahudi öldürülmüş. 

Bu nedenle, Yahudiler için iki seçenek kalmış Avrupa’da. Ya Hristiyan olacaklar (Hristiyan olan Yahudi’ye ‘domuz’ diye aşağılamayı da ihmal etmemişler), ya da öldürülecekler.

Ama Yahudiler üçüncü bir yol bulmuş. 1879 Birinci Siyonizm Kongresinde, Yahudi devletinin kurulması kararını almışlar. Devlet kurmak için birçok alternatif yer tartışılmış ama sonuçta seçilen yer Filistin olmuş.

Yahudiler; bu toprakların tarihleri ve inançları gereği kendilerine ait olduğunu ve ebedi vatanları olduğunu düşünüyorlar, buraları ele geçirmeyi adeta ‘farz-Tanrılarının emri’ olarak görüyorlar.

İşte, ‘Filistin Sorunu’ da böyle başlıyor.

Yahudiler; 1903 yılından itibaren, o zamanlar Osmanlı toprağı olan bölgeye gelmeye başlarlar. 1914’te sayı 60.000’lere yaklaşır. Bölgedeki Araplar ise, 600 bin kadardır. Bölge İngilizlerin kontrolündedir. Filistin bölgesinde İngiliz askeri garnizonu vardır.

İki toplum geçinemez, sürekli çatışmalar olur. İngilizler 1937 yılında, toprakları iki millet arasında paylaştırma teklifinde bulunur. Yahudiler kabul eder, Araplar kabul etmez. Peel Planı’na göre Araplar yaklaşık 2/3 paya sahip olacaklar gözüküyor. Kudüs ise tarafsız olacaktı bu plana göre.

Çatışmalar sürer. İngilizler bölgeden çekilir. Sorun Birleşmiş Milletlere devredilir. BM de konu üzerinde çalışır ve bir çözüm üretir. 

1947 BM Planı; Yahudilere % 56,5, Araplara ise % 43,5 arazi veriyordu. Araplar BM’in bu planını reddetti. Sol taraftaki harita 1937 planını, sağ taraftaki harita ise 1947 planını göstermektedir. İki plan da Araplar tarafından reddedilmiştir.

İsrail 1948 tarihinde bağımsız devlet kurduğunu ilan etti. Siyonistler amaçlarına ulaşmıştı. Sürgün edildikleri topraklara 2000 yıl sonra dönmüşler ve devletlerini kurmuşlardı.

Amerika ve Rusya İsrail devletini ilk tanıyan devletler oldular. Türkiye de tanıdı İsrail devletini. Araplar tanımadılar ve Filistinliler, 15 Mayıs’ı “El Nakba” yani “Felaket günü” ilan ettiler. Arap devletlerinin teklifi, içinde Yahudilerin de yaşadığı ‘Filistin Birleşik Devletleri’ kurulmasıydı. 

Bu teklif Trump’ın planı ile müthiş bir ironi oluşturuyor. 70 yıl sonra Trump, içinde Filistinlilerin de yaşadığı bir Yahudi devleti teklif ediyor.

Mısır, Suriye, Ürdün, Irak dört devlet İsrail’e saldırdılar. İsrail bir müddet sonra savaşı lehine çevirdi ve yeni araziler kazandı.

BM’nin 1947’de verdiği % 56,5’lik topraklarını % 78’e çıkarttı. 700.000 Filistinli mülteci olarak başka ülkelere sığındı. 1949’da Araplar İsrail ile ateşkes anlaşması imzaladı. İsrail’de Yahudi nüfusu bu savaştan sonra 800.000’e ulaştı.

Suudi Arabistan savaşa katılmadı. İran ve Türkiye savaşa katılmadı.

Mısır, büyük utanç yaşıyordu. Genç subaylar darbe yaptı ve Arap milliyetçisi bir yönetim iş başına geldi: Nasır. Mısır artık kendini Arap dünyasının lideri addediyordu. Rusya Mısır’a çok modern hava kuvvetleri kurdu. Kara ordusu çok güçlü değildi.

Taraflar hızla savaşa doğru itiliyorlardı. Yıl 1967. Mısır ordusu aynı yıl Yemen’de de savaşıyordu. Suudi Arabistan, Mısır’ın Arap liderliğinden rahatsızdı. Arap milliyetçiliğinin krallığını yıkacağından endişe ediyordu. Ürdün aynı şekilde. Suudiler; Mısır ve Suriye’de askeri darbelerle kendine yandaş yönetimleri iktidara getirmeye çalışıyordu.

Ürdün ayrıca, ABD ve İsrail’le görüşüyor, savaşa girmeme garantisi veriyor ve Filistin topraklarını İsrail’le paylaşma pazarlıklarını yürütüyordu. 

İsrail geç kalırsa savaşın aleyhine olacağını biliyordu. Tek bir muharebeyi bile kaybetmesinin savaşı kaybetmek, devleti kaybetmek olduğunun farkındaydı. İngiltere ve Fransa’dan modern uçaklar almış, kara birliklerini tank ve zırhlı hareket kapasitesi yüksek birliklerden oluşturmuştu. Savaşın düğümünün Mısır’ın modern hava kuvvetlerini havalanmadan imha etmekle çözüleceğinin farkındaydı. Ve sürpriz bir şekilde Mısır hava kuvvetlerine meydanlarda-yerde iken saldırdı ve hepsini imha etti.

Mısır ordusunun komutanları İsrail uçak saldırısını Mısır ordusu içinde darbe oldu zannettiler. O kadar durumdan habersizdiler.

İsrail altı günde yıldırım harekatı ile; hem Mısır’ı, hem Ürdün’ü, hem de Suriye’yi perişan etti. Ama Mısır’da radyolar, gazeteler, sokaklar Nasırcıların zafer propagandalarıyla inliyordu.

Kürtler Irak’ta iç savaş çıkartmış, Irak bu savaşa katılamamıştı. Irak’ta iç savaş, İran’ın desteği ile MOSSAD tarafından İran’da yerleştirilen ajanlarca organize edilmiş, İran’dan ayaklanmanın lojistik ve silah desteği sağlanmıştı.

İsrail; Sina yarımadasını, Gazze’yi, Batı Şeria’yı ve Golan tepelerini işgal etti. 1982’de Sina yarımadasından, 2005’te Gazze’den çekildi. Batı Şeria’dan ve Golan tepelerinden hala çekilmedi.

Suudi Arabistan savaşa katılmadı. İran dolaylı olarak İsrail’i destekledi. Türkiye savaşa katılmadı.

1967 savaşı, İsrail için savaşların anasıydı. Profesyonelce hazırlandı ve profesyonelce galip geldi.

Arap devletleri bu savaştan sonra, İsrail’e ciddi bir karşılık veremedi. Batı Şeria ve Golan halen İsrail’in işgali altında. 

6 milyon Filistinli göçmen durumunda.

Filistinliler; tamamıyla kuşatılmış, sınırlandırılmış, abluka altına alınmış bir vaziyette. Hukuki hiçbir kimliğe sahip değiller. Devlet olarak tanınmıyorlar. Paramiliter unsurları dışında, askeri güçleri yok.

Paramparça olmuş Arap devletlerinin yapabileceği hiçbir şey kalmadı. Mısır, Amerikancı ordusunun yönetimde bir ülke, Suudi Arabistan ve BAE, Umman, Kuveyt vb. krallıklar meseleye oldukça soğuklar. İran, Şii vekalet unsurları ile, Yemen, Suriye ve Irak’ta hükümet dizaynı işleri ile meşgul, Krallık rejimlerini devirmenin çarelerini arıyor. Suriye de Türkiye’nin politikaları nedeniyle açmazda ve yeniden Rus’un kontrolüne girdi.

Türkiye ise, ne yaptığını bilmez vaziyette. Bütün Ortadoğu politikasını Suriye’deki Kürtleri tepelemeye hasretmiş vaziyette. Büyük düşünemiyor. ‘One minute’ gösterisi de hayli eskidi. Türkiye’nin İsrail’le ticareti bu dönemde hiç olmadığı kadar arttı. Daha ne olsun.

Anlayacağınız İsrail son derece rahat, son derece güvenlik içinde.

İşte Trump; önerdiği asrın barışı planı ile 1967 savaşının sonuçlarını, yeni ilaveleri ile ‘dikte’ ediyor. 

Batı Şeria’nın doğu sınırlarını oluşturan Ürdün Vadisi’ni de İsrail toprağı haline getiriyor. Gazze ve onun devamı niteliğindeki bazı toprak parçalarını Filistinlilere teklif ediyor. Filistinlilere teklif edilen toprakların tamamı İsrail tarafından kuşatılmış vaziyette. Harici sınırları yok Filistinlilerin. Her toprağı İsrail’le sınırdaş. Denize liman yapılmasını da şimdilik istemiyor.

Kudüs tamamen İsrail’de. Dış mahallelerden birinde Filistin isterse başkent kurabilecek. Batı Şeria’da İsrail’in yerleşimleri olduğu gibi duracak. Batı Şeria’da 4 İsrail askeri üssü bulunacak. Ülkeyi terk etmiş Filistinliler İsrail’in işgal ettiği topraklara dönemeyecek. Ama İsrail isterse Batı Şeria’ya yerleşmeye devam edebilir. 

Filistin devletinin ordusu bile yok. Hamas ve İslami Cihat lağv edilecek.

1967 savaşının daha da ilerisinde bir işgal söz konusu. Hatta Rahmetli Arafat’a imzalattıkları 1993 Oslo belgesinde Filistinlilere verilen haklar bile verilmemiş. Oslo’da % 22 toprak veriliyordu.

Anlayacağınız; Filistinliler ‘İsrail Hapishanesine’ tıkılmak isteniyor. İzole bir vaziyette. Bütün çevresi İsrail tarafından kuşatılmış, ‘labirentlerden oluşmuş”, içinden çıkılması izne bağlı, korumak için ordusu olmayan, hatta duvarları bile olmayan bir kale içinde yaşamaya mahkum edilmek isteniyor. Filistinlilere diyorlar ki; ‘nefsi müdafaa da yapamazsınız’ silahlarınızı da bırakın. Bize karşı koyacak hiçbir ‘askeri yapı’ oluşturamazsınız, ‘terörist’ deriz, diyorlar.

Anlayacağınız plan kabul edilebilir değil. ‘Ölü doğmuş’ bir plan.

Ancak biz, tarihten ders almak için, kendimize bazı sorular sormalıyız.

Arapların bir ‘Filistin davası’ var mı gerçekten? Tarihi süreçte yaşananlar olmadığına işaret ediyor. Araplar Filistin davasında ‘hemfikir mi? Yaşananlar hemfikir olmadıklarını gösteriyor.

Belki de içlerinde en samimi Mısır olmuş. Ciddi sınavlar vermiş. Ama Suudiler dahil, krallıklar bu işe hiç ilgi göstermemiş. İran da aynı şekilde. Türkiye laftan öte geçmemiş.

Peki, yakın bir gelecek için, Arap ülkelerinden herhangi birinden bu konuda ciddi bir atak bekliyor musunuz? Benim cevabım hayır.

Ya Türkiye ve İran’dan? Benim cevabım yine hayır.

100 yıldır; ilimde, fende, sanayide, birlik ve beraberlikte, akılda, iyi oyun kurmada, uluslararası satrançta, velhasıl üstünlüğü sağlayacak her şeyde, çalışanlar, gayret gösterenler kazanmış. Yani İsrail kazanmış. 

Laf ebeliği yapanlar, bayrak yakanlar, taş atanlar, portakal bıçaklayanlar, çalışmayanlar, krallıklarla-diktatörlüklerle demokrasiden uzak yaşayanlar, ilim ve fenden haberdar olmayanlar, kabadayılığı dış siyaset sananlar, ya Amerika’nın, ya Rus’un kontrolüne girenler kaybetmiş. Filistinliler, bu hariçten şov yapanların narına yanmış ve birçok olumlu barış fırsatını kaçırmış.

Bir de işin diğer cephesi var. Kim garanti edebilir ki, İsrail yarın bir başka toprak talebi ile ortaya çıkmayacak. İnançlarının ve tarihlerinin, onlara yüklediği misyon bitti mi dersiniz? Ne mümkün.

Acı olan, ‘Filistinliler ortada kaldı ey millet.’ 

Amerika, İsrail’in bu sınırlarını tanıyacak ve İsrail’i koruyacak, üstelik.

Armageddon’a mı hazırlanıyorlar dersiniz?

En acı soru: Karşı koyabilecek var mı? Ya da karşı koyma niyetinde olan var mı?

3 YORUMLAR

  1. 1-Bu yaziyi! Çerçeveletip
    Duvara asacağım!
    2- Türkçden İngilizceye çerip! Türkçesi ve İngilizcesini birlikte Torunlara hediye edeceğim.
    Çünkü bu yazı! Tarihi ve bugünü,Duygusallik’tan ve tarafgarlıktan uzak,
    Asirlık bilgileri kısa ve net bir anlatım ile bizlere paha biçilmez bilgiler sunmuş, bir yazi.
    Ayrıcada sayın yazar! Bilgilerini bizler ile paylaştığı içnde kendisine Teşekur ediyorum.
    Allah razı olsun.

  2. “Yahudiler; sebepleri ne olursa olsun, tarihleri boyunca, çok zulüm görmüş bir halktır.” Yok yahu? Bu bana şunu hatırlattı: “Sebebi ne olursa olsun bir kadına el kaldırılmamalıdır.” Veya; “Kadın beyanı esastır.” Söze hakkaniyetle başlayıp hakkaniyeti ezip geçen yargılar vermek nasıl bir şey? Binlerce yıldır suçsuz yere itilip kakılıyorlarsa suçlu kim oluyor bu durumda? a) Goyim suçlu! Yahudiler de öyle düşünüyorlar zaten. Eski Ahit’in yazarları da, güncel Yahudi yazarları da öyle düşünüyorlar. b) Goyim de suçsuz, Yahudiler de. O zaman zorunlu olarak Tanrı suçlu! Bu da ateistlerin en sevdiği şarkıdır. Zaten onların da üçte ikisi Yahudidir.

    Soykırıma falan da uğramamışlardır. Dersinizi iyi çalışın. Çalışmaya niyetiniz varsa iki koli dolusu kitap gönderebilirim.

    Yıllarını Adil Düzen’e vermiş adamın yargısı bu ise yazık bize.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz