Nükleer Diplomasi

2

Diplomasi en açık ve kısa tanımıyla sorun çözme sanatı demektir. Sorunların çözülemeyecek ve baş edilemeyecek boyuta gelmeden, ilk aşamalarda çözülmesi diplomasinin ana amaçlarından biridir.

Devletler içinde yer alan yerel aktörler arasında ki sorunların çözümünde diplomasinin rol aldığını söyleyebilmekle beraber, diplomasi daha çok ülkeler arasında ki sorunların çözümünde kullanılan bir çözüm sanatıdır. Dolayısıyla diplomasi için ulusal değil daha çok uluslararası bir çözüm sanatıdır diyebiliriz.

Sorunların sıcak bir çatışmaya neden olması diplomasinin başarısız olması anlamına geleceği için, kullanılabilecek tüm diplomatik araçların en etkili biçimde kullanılması en ideal olanıdır. Diğer bir ifadeyle diplomasi sıcak bir çatışmanın meydana getireceği telafisi zor hasarların engellenmesi için devletlerin ellerindeki barış kartıdır.

En iyi ve en popüler sonuçtan çok rasyonel diplomasi ortak iyi ve en etkili sonuca ulaşmayı çalışır. Çünkü en iyi her aktörün kendine göre tanımladığı sübjektif bir tanımlama iken, popüler olan günü kurtarmaya yönelik, sürdürülebilir değil geçici bir çözüm yoludur.

Etkili bir diplomasi için etkili araçların olması da şarttır. Amaca ulaşmak için araçların en etkili bir şekilde kullanılabilmesi de diğer bir gerekliliktir. Ekonomik, siyasi ve toplumsal güçler diplomasi kartının arkasında yer alan en etkili ve popüler araçlar arasında yer alırlar.

İran’ın nükleer silah elde etmesini engellemek için ABD’nin başvurduğu ekonomik yaptırımlar son yıllarda diplomasinin askeri müdahaleye gerek kalmadan gerçekleştirdiği ender başarılardan biridir. Buradaki araç ekonomik kısıtlamalarken, amaç İran’ın bu politikayı izleyen aktörlerin istediği yola girmesiydi. Sonunda İran’ın uranyum geliştirme politikasını düzenlemesi, İran’ı ekonomik kazanımlarına kavuştururken, ABD’de İran’ın nükleer silah el edeceği endişesinden şimdilik kurtulmuş oldu. Ve bu diplomatik bir başarıydı.

Nükleer Başlıklı Diplomasi

20. yüzyılda ekonomik, politik ve sosyal gücün yanında nükleer silahlarda diplomasi aktörlerinin masada bulundurdukları diğer bir ana araç haline geldi. Soğuk savaş döneminde yaklaşık 45 yıllık bir süre içerisinde, Sovyet Rusya ile ABD arasında sıcak bir çatışmanın olmamasını da bir çok sosyal bilimci iki tarafında sahip olduğu nükleer silah gücüne bağlarlar.

Çünkü tarafların nükleer silahlara sahip olmaları çatışmaya girmemek için oldukça etkili bir caydırıcılık rolü oynar. Devletler karşıdakinin sahip olduğu güçten dolayı saldırıdan çok savunmayı ve büyük bir çarpışmadan kaçınmayı ister.

1962’de ki Soğuk Savaş döneminde tansiyonun en yüksek olduğu Küba füze krizinde bile ABD ve Sovyet Rusya’nın sıcak bir çatışmadan kaçınmalarının altında yatan neden de buydu. Çünkü ufak bir kıvılcım iki tarafında geri dönüşü mümkün olmayan tahribatlar yaşamasına neden olabilirdi. İşte bu kıvılcımı engelleyen iki tarafında sahip olduğu nükleer silahların caydırıcılık gücüydü. Literatüre karşılıklı güvence geçen bu etki, nükleer silahları kimin önce kullandığı önemli olmaksızın nükleer silah kullanmanın iki tarafta da telafisi zor inanılmaz zararlara neden olacağıdır.

İki tarafında nükleer silahlara sahip olması önemlidir. Çünkü bu denklemde güç dengesini sağlayan gücün karşılığının olmasıdır. 1945 yılında Hiroşima ve Nagazaki’ye ABD’nin nükleer bomba atmasında  da Japonya’nın bu silahlara sahip olmamasının etkili olduğunu söyleyebiliriz.

Nükleer diplomasiye verebileceğimiz diğer somut örnek ise Pakistan ile Hindistan arasında ki çatışmaların karnesi. 1974’de nükleer silah elde etmeyi başaran Hindistan, nükleer silahı olmayan Pakistan’a karşı 1998’e kadar izlediği saldırgan politikasını, 1998’de Pakistan’ın da nükleer silah elde etmesiyle beraber dengelemek zorunda kalmıştır. Pakistan ile Hindistan arasında 1998’den sonra sadece 1999’da çok sınırlı düzeyde bir çatışma meydana gelmiştir. Nükleer silahların caydırıcılık gücü bu iki ülke arasında da bir daha ortaya çıkmıştır. Diğer bir ifadeyle nükleer diplomasi ülkeleri sıcak bir çatışmaya girme ve sorunları tırmandırma politikasından caydırmıştır. Saldırgan dış politikalar yerini dengeli, uzlaşmacı ve savunmacı politikalara bırakmıştır.

Irak, Afganistan ve Ukrayna müdahaleleri

Nükleer silahların bu diplomatik başarılarının yanında, bu silahlara sahip olmamanın faturasını ödeyen ülkeler olduğunu da belirtmemiz lazım. Mesela  Saddam Hüseyin’in Irak’ı ve 2001’in Afganistan’ı nükleer silahlara sahip olsalardı eğer, ABD’nin bu ülkelere silahlı bir müdahaleye girişme ihtimali olur muydu?

ABD’nin diplomatik kanalları tüketmeden bu ülkelere girmesinin nedeni bu ülkelerden gelen tehditten çok, işgal sırasında büyük bir tehdit olamayacaklarına inanmasıydı. Ki öylede oldu.

Ukrayna nükleer bir güce sahip olsaydı eğer, Rusya’nın işgali olur muydu? Yani Rusya nükleer silahı olan bir ülkeyi işgal edebilir mi? Hangi ülke edebilir ki!

Barış için her ülkenin nükleer silahı mı olmalı?

Nükleer silahlar ülkeler arasında güç dengesi ve caydırıcılık rolü oynadığından dolayı diplomaside etkili bir araç olmakla beraber, yanlış güçlerin eline geçmesi durumunda çok tehlikeli olabilme ihtimali de vardır. Özellikle güçlü bir demokrasinin ve hesap verilebilir bir sistemin egemen olmadığı ülkelerin bu silahları elde etmesinin engellenmek istenmesinin ana nedenlerinden biri budur.

İran’ın nükleer silahlar geliştirmesi halinde radikal dinci grupların (El-Kaide ve Hizbullah gibi) bu silahları elde etme tehlikesinin olduğu uluslararası arenada ifade edilirken, Kuzey Kore’nin böyle bir silaha sahip olmasının ise kontrolsüz ve dengesiz bir güç ortaya çıkaracağı argümanı tartışılmaktadır.

Suudi Arabistan başta olmak üzere bazı Orta Doğu ülkelerinin de nükleer silah elde etmek niyetlerinin olduğu saklanamaz bir gerçek. Özellikle Arapların Çin ile bu konuda bir hayli mesafe aldıkları artık siyasi kulislerde açıkça söylenmeye başlandı.

Orta Doğu’daki tek nükleer devletin İsrail olmasının- İsrail’in resmi kanalları bunu inkar etse bile- ağırlığı Müslüman olan bir bölgede güç dengesizliğine dolayısıyla da bir çok soruna neden olduğu iddia edilmekte. Fakat İsrail haricinde başka bir ülkenin bu silahları elde etmesinin bölgeye mutlak bir istikrar vaat edeceğini iddia etmek çok zor olmakla beraber, tarihteki örnekler üzerinden silahlı çatışmalara bugünkü kadar rahat girilemeyeceği tahmin edilebilir.

Dolayısıyla nükleer diplomasinin 21. yüzyılın çatışmalarını tetikleyen değil tam tersi engelleyen gücü olduğunu söyleyebiliriz. İleride böyle olmaya devam edeceği de şu anda ki tabloya bakılarak tahmin edilebilir.

Putin’in ve Trump’ın nükleer silahlarını revize edeceklerine dair konuşmalarının da Dünya’yı istikrarsızlığa değil tam tersi bir tabloya sürükleyeceğini şimdiden söyleyebilirim.

2 YORUMLAR

  1. Peki ya Türkiye? Ülkemizin nükleer silaha sahip olması kendi serencamını nasıl etkiler veya dünya-bölge dengelerine etkileri neler olur. Pakistan ve İran’ın nükleer kazanımları ve etkileri ortadayken ülkemizde durum nedir?

  2. Türkiye’nin nükleer silahlara şu anda sahip olması çok zor. İlk neden Irak ve Suriye sınırında ki istikrarsızlık. İkinci neden teknolojik yetersizlik. Yani dış yardım olmadan bu silahların elde edilmesi çok zor.

    Fakat elde edilirse ne olur dersek, İsrail’i dengeleyen bir güç dengesi Orta Doğu’da oluşabilir. Bu da bölgeye daha dengeli bir siyasi istikrar sunabilir, kesin olur diyemeyiz. Bölgede çatışmaların engellenmesi adına caydırıcı bir rol de oynayabilir. Fakat bu bölgede nükleer silahlanma yarışı olarak anlaşılmamalı. Gücün istikrar ve denge için elde edilmesi olarak anlaşılmalı.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz