Türkiye’nin “beka sorunu” var mı?

2

Beka; “hayatta kalabilme” , “yok olmama” veya “varlığını sürdürebilme” gibi anlamlar taşıyor sanırım. Bir kaç yıldır Türkiye’de en çok konuşulan konu bu. Çok az sayıda aydın dışında hemen hemen herkes “Türkiye’nin bekası risk altında” söyleminde hemfikir.

Farklı fikirler söylemek için Türkiye’nin fikir ortamı müsait değil, bu nedenle sağlıklı bir tartışma yapabilmek ve anlamlı neticelere ulaşabilmek kolay gözükmüyor.

Ben Türkiye’ye baktığımda “Türkiye’nin bekası risk altında” söylemi ile uzlaşamıyorum. Darılmayın ama biraz “kendine güveni yitirmek” gibi gözüküyor bana.

Düşünsenize;

  • Türkiye tam 66 yıldır NATO üyesi ve NATO’nun güney kanadında sağlam bir kale gibi, SOVYET tehdidine karşı yıllarca ittifakın güven duyulan üyesi olmuş. Türkiye, 620 bin aktif asker sayısıyla NATO orduları içinde ikinci sırada. NATO’yu daha etkin kullanamayan Türkiye’nin kendisi. Uzun yıllar NATO kadrolarına yeterli eleman vermeyen yine Türkiye. NATO politikalarının belirlenmesinde ve NATO gücünün kullanılmasında uzun yıllar edilgen olan yine Türkiye. Bununla birlikte küresel ölçekte en büyük ve en etkili silahlı güce sahip olan NATO. Ve Türkiye NATO’nun vazgeçilemeyecek bir üyesi. NATO ayrıca ittifak ülkelerinin hemfikir olduğu konularda politik roller de üstlenebilmekte. Unutmayınız, Türkiye kendi gücünün erişmediği Bosna gibi, Kosova gibi bölgelerde NATO’yu göreve sokmayı başardı ve buralarda meydana gelebilecek daha büyük katliamları NATO ile önleyebildi. Suriye hadiselerine bağlı olarak, kendisinin yetersiz olan füze savunma sistemlerini NATO’dan talep etti ve NATO’nun PATRİOT füze savunma sistemleri tahsisleri ile Türkiye’nin savunması sağlandı. NATO her zaman Türkiye’nin güvenlik artırıcı unsuru olmuştur. “NATO sadece askeri organizasyon unsuru değil, demokrasinin savunucusu bir askeri organizasyon”dur.
  • İkinci önemli husus şudur: Türkiye Avrupa Birliği ilişkileri başlangıçtaki hızı ile devam etmese bile, her türlü olumsuzluğun yaşandığı son yıllara rağmen, Türkiye’yi bırakmayan bir AB var. 1999 yılında tam üyeliğe adaylığı onaylanmış olan Türkiye, 2004 yılında AB, Türkiye’nin siyasi kriterleri yeterli ölçüde karşıladığına karar vermiş ve 2005 yılından itibaren teknik uyum çalışmaları başlatılmıştır. Kısa vadede AB’nin Türkiye’yi hazmedebilmesi kapasitesine gelemeyebileceği bilinse bile, özellikle ekonomik açıdan Türkiye’nin çok önemli kazanımlar elde etmesi, ilk yıllardaki neticeleri ile de görülmüştür. Türkiye’nin ihracatının %50’si AB ülkelerine, Türkiye’ye yapılan doğrudan yabancı yatırımlarının %64’ü ise AB ülkelerinden. 2005’ten önce 2-3 milyar dolarlık uluslararası doğrudan yatırım çeken Türkiye, bu yılda AB ile müzakerelerin başlaması ile, Türkiye’ye yapılan doğrudan yatırımlar 15-18 milyar dolar seviyesine çıkmıştır. Birlik ülkeleri ile Türkiye arasında ticaret hacmi 2015 yılında 142,6 milyar dolar oldu. Türkiye AB’nin 5inci büyük ticari partneridir. Ayrıca AB kaliteli iş gücünü de Türkiye’de bulabilmektedir.
  • Üçüncü önemli konu terördür. Osmanlı’nın son yılları dahil, Türkiye uzun yıllar bölücü terör ile mücadele etmiş ve başarılı olmuştur. Özellikle Kürtler arasında gelişen bölücü akımlar kitlevi bir ayrılık eğilimini oluşturamamıştır. Bölücü unsurlarla yapılan mücadelede büyük hatalar yapılmasına rağmen, Kürt toplumu Irak ve Suriye’de olduğu gibi ayrılma eğilimi göstermemiştir. Bölücülükle daha doğru mücadele yöntemleri uygulandığında, “soft power” unsurlar kullanıldığında ve bu konu siyasi fayda elde etme uğruna feda edilmediğinde, bölünmeyle ilgili riskler daha da minimize edilecektir. Meydana gelen riskler, bizzat Türkiye’nin mevcut dengeleri bozan ve ikide bir yön ve partner değiştiren garip ve anlamsız davranışlarından ortaya çıkmıştır.
  • Dördüncü önemli konu ise dış politikadır. Türkiye; Mısır’da ve Suriye’de iktidar değiştirilmesi gibi, gücü ile orantılı olmayan ve zamansız olan eylemlere yeltenmedikçe, Azerbaycan’da ve Özbekistan’da hükümet devirme gibi anlamsız işler peşinde sınırlı gücünü boş hayaller için harcama yoluna gitmedikçe, yani dış politikasını mevcut gücü ile orantılı olarak belirledikçe, “soft power” değerlerini devreye soktukça, dış politik rekabetten kaynaklanan riskleri de minimize edebilecektir. Türkiye ayrıca uluslararası ilişkilerini maksimize edebilse, yaygın ilişkiler geliştirebilse, daha az rekabet ve daha az direnç alanları oluşacak ve kendi ilerlemesini hızlandırabilecektir. Bu alanda meydana gelen risklerin Türkiye’nin yanlış politikalarından kaynaklandığı da artık sağır sultanın dahi malumudur.
  • Beşinci husus Türkiye’nin sosyolojik genişleme kapasitesidir. Sosyolojik değişimler uzun yıllara ihtiyaç gösterir. 300 milyona yakın Türkçe konuşan ve etnik bakımdan da Türk olan topluluklarla kültürel ve sosyal ilişkiler geliştirilmesi, Türkiye dışındaki Kürt toplulukları ile aynı şekilde köprüler kurulması, Arap toplumları ile ilişkilerin geliştirilmesi, Türkiye’nin sahip olduğu “soft power” unsurları ile son derece kolay olabilecektir. “Soft power” unsurlar bu alanlarda uzun vadede Türkiye’ye “dost sosyal hinterland” sağlayacaktır. Bu hinterland Türkiye’nin gücünü maksimize ettiğinde, ancak o zaman önemli bir güç haline dönüşebilecektir. Türkiye bu sosyolojik dönüşümü sağlayabilecek güce ve enstrümanlara sahiptir. Bu durumda bu alanlardan tehdit de gelmeyecektir.
  • Altıncı konu ise Türklerin medeniyet kurma biçimidir. Türk medeniyeti insani kodlarla oluşmuştur. Bu insani kodlar, son yıllardaki ayrıştırıcı politikalara rağmen hala sürmektedir. Selçuklu, Osmanlı ve Türkiye Cumhuriyeti diğer milletlerle ilişkilerinde bu insani yaklaşımı sergilemiş ve başarılı olmuştur. Bu insani kodlar diğer milletlerin meydana getirdiği medeniyetlerde yoktur. Türkiye’deki insani yardım kuruluşlarının emsali dünyada bulunmamaktadır. Bu Türk milletinin yarattığı medeniyetin insani değerlerle bezeli olması ile alakalıdır. İşte bu yaklaşım Türkiye’ye sınırsız dostluklar sağlayacak değerdedir. Türk milletinin bu özelliği, düşmanlıkların azaltılmasında önemli bir faktördür. Ancak bu gücün ötekileştirmeyecek bir anlayış içinde uygulanması önemlidir.

Yukarıdaki alanlar Türkiye’yi “beka güvenliği” çıpasına bağlayan unsurlar. Bu konuları ciddi tefekkür etmeliyiz.

Yukarıda belirttiğim meselelerde Türkiye’nin ciddi problemleri var elbette, ancak problemlerin nasıl oluştuğuna bakmak gerekmez mi? Eğer problemlerin nasıl oluştuğuna bakmaz isek, içinde bulunduğumuz ana kilitlenir ve o anın problemlerini çözmeye yoğunlaşırsak sadece, bu çabalarımızın ortaya çıkaracağı yeni problemleri de beklemeliyiz. Meseleye böyle bakarsak içinden çıkılmaz kaotik bir uçurumun içinde bir o yana bir bu yana kafamızı vurur dururuz. Büyük oyun kurucuların olduğunu unutmamalıyız.

Türkiye’nin stratejik pozisyonunun ve bu pozisyona bağlı stratejik tercihlerinin belirlenmesi, Türkiye’nin “beka” konusunu analize başlayabileceği “başlangıç noktası”  olabilir. Türkiye’nin stratejik pozisyonu nedir? Son yıllar öncesi Türkiye’nin konumu aslında net idi. ABD ve AB ile birlikte, demokratik değerlere bağlı, hukukun üstünlüğü ve insan haklarına saygılı, parlamenter rejimle idare olunan ülkelerle birlikte bir blokta olmak, Türk Dünyası ve İslam Dünyası ile mümkün olabilecek ilişkileri geliştirmek. 60 yıldır bu böyle idi. Her türlü politik iktidar, bu konuda aynı tercihi yaptı. AK Parti dahil.

AK Partinin kuruluş aşamasında; batı klubünde, batı ile birlikte ve batı kriterleri çerçevesinde bir senaryoya “evet” demesi de aslında onun da Türk dış politik sürprize kapalı olduğunu gösteriyor.

Beğensek de beğenmesek de, Türk ordusunun bütün harp silah araçları Amerikan yardımı ile temin edilmiş, kendi ordusuna ilaveten NATO askeri desteğini kendi ülke savunmasına katmış, NATO sayesinde Bosna-Afganistan- Azerbaycan- Muhtelif Balkan ülkelerinde etkin olabilmişti.

Türk ordusunun NATO’dan uzaklaşması bütün eksikleri açığa çıkarır. Türkiye’nin maddi imkanları bu eksikleri tamamlayabilecek durumda değil. Eksikliklerin bütünlemesi için, 150-200 milyar dolar gerekir. Bu maliyet bugünkü ekonomik güç ile karşılanamaz. Yıllık 30-40 milyar dolar “idame maliyeti”nden hiç bahsetmedim. Savaş belki de en maliyetli devlet işi. Bunu Türkiye’nin karşılayabilmesi ve NATO olmadan bu günkü imkanları ile tam güvenlik sağlayabilmesi hemen hemen mümkün değildir. İşte NATO üyesi olmayan bir Türkiye’nin Ordusu, eksikleri nedeniyle tam bir “beka riski” ile karşı karşıya kalır. Bu bir “beka sorunu”dur. Hem de çok ciddi bir sorundur.

Bugünkü manzaraya baktığımızda, Türkiye’nin pozisyonunu netleştiremediği görülüyor. Tereddüt çok baskın hissiyat. Türkiye iki arada bir derede, karar da verebilmiş değil. Rusya ile mi olmalı, Avrasyacı mı olmalı, Çin ile mi ittifak yapmalı. Yoksa eski birlikteliklere, ABD ve AB, geri mi dönmeli? Merkezi parti sayılacak AK Parti bu konuda “merkezden uzaklaşma” belirtileri gösteriyor. AK Parti tek bir kriteri “müslüman kimliği” bütün tanımlamalarının-tercihlerinin temeli haline getiriyor. Yola çıkarken batı ile tahayyüller ötesi bir beraberliği “müslümanlar için faydalı” addeden ve bu nedenle büyük risk alan AK Parti, yolun daha başında “yanlış tercih yaptığını” veya “çok tehlikeli bir oyuna girdiğini” mi düşünmeye başladı? Bu tam belli değil. Aslında AK Parti’nin tam olarak ne yapmak istediği de anlaşılmıyor, olanlara baktığımızda.

Stratejik tercih “bekayı” riske sokar hale gelmiş, adeta AK Partinin başlangıçta yaptığı tercih ve tespitler, “hayati tehditler” haline dönüşmüştür.

Bir ülkenin belki de en önemli beka parametresi, tercih edeceği stratejik birlikteliktir. Rusya ve Çin ile yeni bir birliktelik macerasına girmek, Türkiye’ye stratejik güvenlik sağlayabilir mi? Yeni stratejik tercih, Türkiye’nin şimdiye kadar kurguladığı kurumsal yapılanmalarına, bilimsel gelişimine, sanayileşmesine, silahlı gücüne, yeni partnerleri ile hedef uyumuna, ne kadar makul cevap verebilecek, tam kestirilememektedir. Türkiye NATO’ya ve AB’ye üye olarak mı yoluna devam etmeli, yoksa NATO ve AB’den ayrılarak AVRASYA Blokuna mı dahil olmalı?  Nasıl “bekasını sağlayabilir”? Maceraya mı atılmalı, güvenli yolda, daha aktif, yoluna devam mı etmeli?

Türkiye iki önemli “çıpa” ile, NATO ve AB ile, güvenli bir limanda aslında. Çalkantılar içinde çırpınan Balkan ülkeleri bu iki güvenli limana dahil olabilmek ve istikrarı temin edebilmek adına çırpınıyorlar. Bir şekilde bu amaca ulaşabilen Balkan ülkeleri gayretlerini kalkınma yolunda yoğunlaştırıyor.

Terör konusunda Türkiye son derece tecrübeli ve eğer kendisi yanlış yollara girmezse Türkiye’nin bölünmesi mümkün değil. Türkiye dışındaki Kürtlerin Türkiye’yi “cazibe merkezi” görememeleri bu konuda uygulanan politikaların ne kadar yanlış olduğuna da işaret eder. Güvenlik karmaşa-tereddüt kaldırmaz. Gündelik politikalarla-kaygılarla da güvenlik politikaları belirlenemez.

Türkiye müthiş bir soft power’a sahip ve bu gücün dostları çoğaltma, düşmanları azaltma kapasitesi tahayyül edilemeyecek kadar çok. Bu gücün ne kadar etkili olduğunu gördük.

Türkiye’nin tek bir istikamete değil, çoklu istikametlere yayılma kapasitesi var. Bu sosyo-kültürel yayılma uzun yılları alabilir, ancak kalıcı güç temerküzü için tek çare ve bu Türkiye’nin yapabileceği en kolay ve en güzel bir yol.

Peki eksik ne, Türkiye uzun bir süredir derin bir kaos sarmalının içine nasıl ve neden düştü? Ve neden çıkamıyor? İşte işin sırrı da burada ve bu nedeni bulabilmekte!

Balkanlardan baktığımda benim görebildiklerim böyle.

Türkiye’nin “beka problemi” yok. Ama Türkiye’nin dengeleri ciddi şekilde bozulmuş. Bütün bunlar neden oldu, neyi yanlış yaptık ve Türkiye’nin dengelerini nasıl alt üst ettik, bunu tespit etmek gerekir öncelikle.

Beka meselesini doğru anlayabilmek için sadece bu günlere bakmak yeterli olmaz, hani psikologların bir tekniği var, “şimdi çoçukluğunuza gidelim” diyorlar ya, işte Türkiye’ye de böyle bakmak lazım. Bütün bu riskler ve tehditler nasıl meydana geldi?

Türkiye kurumları oturmuş güçlü bir ülke, çok çabuk toparlanır. Dengeleri bozan unsur veya unsurlar tespit edilip, Türkiye’yi etkileme alanının dışına çıkarılırsa, belki de denge kendiliğinden oluşur.  Ve Türkiye güçlü bir şekilde yoluna devam eder.

2 YORUMLAR

  1. Yazınızın her satırına katılıyorum.Esasen Türkiye’nin iç ve dış dengesini bozan unsur da bellidir ve ortadadır.Ancak halk, bu unsurun dengeleri bozduguna ve ülkenin sorunlarının neredeyse tek başına sebebi olduğuna karar verip seçimlerde tercihini de bu karari doğrultusunda kullanmadikca, Türkiye’de hiçbir şey dengesine gelmez.Hatta korkarım ki bir daha denge tutmaz bir hale düşer.

  2. Makalenizi minnet hisleriyle okudum. Türkiye nin dısından ama bizden biri olarak ifade ettiğiniz görüşleriniz çok değerli çok iyimser.Düveli muazzama ,şark meselesi dosyasını çoktan masaya koydular.Batı,kendi kamuoyunu ikna edecek argümanları, sistematik bir peryotla uzun zamandır hazırlıyorken muazzam bir hızlandırıcı faktörü keşfetti. Bu, davranışları ve tepkisi, yüzde yüz öngörülebilen yönetici kadroydu.Batı, otuz yıl sonrasına koyduğu hedefleri, bu yüzden üç yıla çekti.Önümüzdeki beş yılda olması istenen neticeler,bir satrancın hamleleri gibi tek tek hesaplı..Bunu, oyun kuranlar ve feraset sahibi vatandaşım biliyor.Ve yine biliyor ki;bu oyunun sonu pek kanlı..İnsanlığın,en büyük felaket olarak hatırladığı Hiroşima ve Nagazaki yi unutturacak ,çok daha müthiş bir yıkımın ,kıyımın hazırlıkları tamam gibi.Altmış yıldır kan ve emek verdiğimiz Nato yu, tam da ihtiyaç duyarken terk ediyor oluşumuz,planın tıkır tıkır işlediğinin delili bence. Nükleer gücü olmayan bir ülkenin ,sağa sola Eyyy diye parmak sallaması,hamakattir.Çünkü biliriz ki; KUVVETİN ŞE’Nİ TECAVÜZDÜR. İçerdeki dağınıklığımızdan ise hiç bahsetmeyelim…

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz