Veysi Dündar ekonomist-siyasetçi Nesrin Nas ile söyleşti: “Türkiye’nin geldiği nokta her bakımdan hazin…”

2

Yazarımız Veysi Dündar bir dönem (2003-2004) Anavatan Partisi genel başkanlığı da yapmış olan ekonomist Dr. Nesrin Nas ile görüştü.

Temel hak ve özgürlükler konusunda duyarlı olan Nas, çeşitli sivil toplum örgütlerinde çalışmalarını sürdürmektedir.

OHAL’li Türkiye

Veysi Dündar (VD): Nesrin Hanım; Hak ve Adalet Platformu’nun OHAL raporu açıklandığında beraberdik. Sevgili Nurten Ertuğrul sizin için; “bu dönemin çimentosu” demişti. Bütün Stk’lar ve muhalifler için çok kıymetlisiniz. OHAL özelinde üzerinize asılı duran vazifeyi ifa etmeniz hakikaten takdire şayan. Bu dönem için neler söylersiniz?

 

 

Nesrin Nas (NN): Nurten Hanım bana iltifat etmiş. Bu dönemde tüm sivil inisiyatifler olağanüstü koşullarda olağanüstü işler yapıyorlar. 

Olağandışı halin her atılan adımla olağanlaştığı ve artık hukuk dışılığın esas olduğu bir düzende, sivil inisiyatiflerde görev alan tüm arkadaşlarım çok büyük baskı altında büyük bir özveriyle insan olmanın onurunu savunuyorlar.  Onlarla yan yana durmaktan gurur duyuyorum. 

20 Temmuz’da tüm ülkede OHAL ilan edilmesi ile tek adam yönetimine gidecek yolda mıntıka temizliği de yapılmaya başlandı. Sadece 3 ay için ilan edilen, belki de 1.5 ayda kaldıracağız denilen OHAL’in ilanı üzerinden neredeyse 1.5 yıl geçti.

Bu sürede iktidar, ağzından çıkan her şeyi kutsal vatan görevi olarak alan ve topluma dayatan bir medya ve devlet organizasyonunu büyük ölçüde tamamladı. Artık, demokrasilerin olmazsa olmazı muhalefet hatta eleştiri dahi “ihanet” ile, “yıkıcılık”la eş tutuluyor ve iktidarın hoşlanmadığı ya da rakip gördüğü kişi ya da gruplara düşman hukuku uygulanıyor.

Akademisyenlerden gazetecilere, muhalif siyasetçilere, seçilmiş eş genel başkanlar ve milletvekillerine, belediye başkanlarına, memur, işçi, öğrenci, yaşlı, genç kadın ve erkekler hatta bebeklere kadar sayıları yüzbinlerle ifade edilen OHAL mağdurları ya demir parmaklıklar arkasında ya da sivil ölüme terk edilmiş durumda.

VD: KHK’lar hayatımızın en zor süreçlerinin yaşanmasına neden oluyor. 200 bin civarında Khklı var. Hem Khk hem de Khklılar için neler söylersiniz? Kimi Khklılar ölüm orucunda, kimilerinin aileleri perişan, kimileri intihar eğiliminde, nasıl okumak lazım bu durumu?

NN: Bu tabloya ve OHAL’de yayınlanan 31 KHK’nın içeriğine baktığınız zaman, OHAL’in yalnızca 15 Temmuz darbecilerine karşı ilan edildiğini söyleyemeyecek kadar çok veri var elimizde. 

Bugüne kadar 31 KHK yayınlandı. 30 gün içinde TBMM’ye getirilmesi gereken KHK’lar’ın sadece 5’i TBMM onayına sunuldu. 

Öyle görünüyor ki, iktidarın uzun süredir tasarladığı yeni rejimin inşasında OHAL önemli bir kilometre taşıdır ve KHK’lara önemli bir misyon yüklenmiştir. Bu KHK’ların içerdiği düzenlemelerin ezici çoğunluğu kurulmak istenen otoriter tek adam rejiminin inşasına ilişkindir. 

İnşa edilen yeni rejimin kritik aşamalarından biri 696 sayılı KHK ile aşılmış, fiilen hukuk devleti ortadan kaldırılmıştır. Ağır Ceza Mahkemesi’nin Anayasa Mahkemesi kararını “görev gaspı” sayarak uymayı reddetmesiyle de bir devletin en temel kurumu olan Anayasa Mahkemesi fiilen yok edilmiştir. 

Oysa Anayasa’nın “Anayasa mahkemesinin kararları” başlıklı 153. maddesinin son fıkrası şöyle der: “Anayasa Mahkemesi kararları…  yasama, yürütme ve yargı organlarını, idare makamlarını, gerçek ve tüzel kişileri bağlar.”

Artık cebir ve şiddet kullanarak “fikirler ayrılığı”nın ortadan kaldırılacağı bir hukuk dışılığa mahkumuz. 

Diğer bir deyişle inançlarımızla, kimliğimizle, fikirlerimizle yaşamımızı onurlu bir insan olarak özgürce güven içinde sürdüreceğimiz bir hukuk devleti ve sorunlarımızı konuşarak, tartışarak ve uzlaşarak çözebileceğimiz bir siyasi ortam yok artık. 

Freedom House’a göre  “Türkiye dünya nüfusunun % 25inin yaşadığı özgür olmayan ülkeler kategorisinde. Üstüne üstlük son on yılda özgürlüğün en çok azaldığı ülke sıfatıyla! Yani  artık burası “muz cumhuriyeti”. 

Türkiye tablosu

VD: ANAP eski genel başkanı ve eski bir vekilsiniz. Türkiye’de olan biteni siz nasıl görüyorsunuz?

NN: Çinliler, “ilginç dönemlerde yaşamak lanettir” derler. Kötülüğün sıradanlaştığı, “kötü”nün alkışlandığı bir dönemde yaşamak ilginç değil, ama gerçek bir lanet… Türk, Kürt, yaşlı, genç, başörtülü- başörtüsüz AKP’li, CHP’li, HDP’li, akademisyen, bankacı, işadamı, gazeteci, öğrenci, işçi…farketmiyor. Hepimiz bu kötülükten hissemize düşeni alıyoruz. Uzun bir süredir hak, hukuk, adalet talebinin şeytanlaştırıldığı, terörle, ihanetle eş tutulduğu bir dönemde yaşıyoruz.

Birbiri ardına çıkarılan KHK’lar ile kurulan ara rejim kurumsallaşıyor. On binlerce insan işinden, geleceğinden ve mesleki geçmişinden koparılarak sivil ölüme terkediliyor. İşkence şikayetleri ne soruşturuluyor ne de önemseniyor…

Şeffaflığa, hesap verme sorumluluğuna, hukuka, adalete ve dünyaya sırtını dönen, İran’ın, Mynmar’ın gerisinde bir Türkiye var artık. Milyonlar adalet peşinde koşuyor. Ana muhalefet partisi adalet için Ankara’dan İstanbul’a yürüyor. Adalet Kurultayı’nda onbinler toplanıyor. Eş genel başkanları ve birçok milletvekili tutuklu olan Meclisin üçüncü partisi yok sayılıyor. Meşru siyasetin normal araçları kullanılamıyor. Bir taraftan korkutma, baskı ve sindirme ile topluma “itaat et rahat et” dayatması, diğer yandan kendi inanç ve yaşam biçiminin tek meşru inanç ve yaşam biçimi olduğu dayatması… Geldiğimiz nokta hazin… Türkiye Cumhuriyetinin artık bir anayasası, bir hukuku yoktur. KHK’lar ile, çoluk çocuk tutuklamalarla, insanları işsiz ve geleceksiz bırakmakla, en temel haklarını ellerinden almakla vatandaşlarının “insan” olma hakları ellerinden alınmıştır. İnsanın kemiklerini sızlatan bir adaletsizlik ortamı ülkeyi kasıp kavurmaktadır… 

VD: Halkın, tek silahı hukuktur. Bunu öyle bilip öyle hareket etmek gerektiğini, buna sahip çıkması gerektiğini haykırıyorsunuz. Yargı sistemine olan güven bunalımı nasıl giderilir? 

NN: Bugün Türkiye’de iktidar öyle bir hukuk tanımama açmazında ki, olağan hale geri dönüşün tüm yollarını maalesef kapatmış durumda. “Bir ayağımız takılırsa” korkusu içinde davranıyor. Artık rıza üretmekte zorlanıyor. İçeride daha fazla şiddet, dışarıda savaş dışında gayrımemnunları susturacak bir aracı kalmadı elinde. AKP’nin tabanına ve topluma iktidarını sürdürmekten başka vaat edeceği bir şeyi yok. Akılla ve hukukla bağları kopmuş durumda maalesef.

Akılla, hukukla ve dünyanın geri kalanıyla bağlarını birer birer koparan iktidarın söz ve eylemlerinde derin bir endişe ve korkunun izleri her geçen gün daha da açığa çıkıyor. Kitleyi kaybetmenin korkusuyla, gerçeklerin üzerini örtmek hatta gerçeklerle savaşmak gibi beyhude bir çabaya kürek çektiklerini, belki kendileri görmüyor ama tüm dünya görüyor. Hukuku, adaleti, çoğulculuğu ayakları altına alanların ahlaki üstünlüğü kaybedeceği, ahlaki üstünlüğü kaybedenlerin de kitleleri kaybedeceği gerçeğini kabul etmek istemiyorlar. Ne  tarihten ne de komşu ülkelerin yaşadıklarından ders alıyorlar. 

Hukukla, akılla bağlarını koparan ve geleceği geçmişte arayan toplumlar esnemeyen toplumlardır. Esnemeyen toplumlarda “yeni rejim inşası” söylemi hiç bitmez ve bu söylemle bir uçtan diğer uca savrulan toplumlar paramparça olur. İşte bugünkü Türkiye tam da bu durumda. Yeni bir Türkiye inşasına kalkışan iktidarın benden olan-olmayan ayrışmasına dayandırdığı ve olağanüstü hal olmadan yönetemediği; sokağı muhalifler için gayri meşru ve suç sayarken kendi tabanını teyakkuz halinde tutabilmek için mecburen sokağı işaret ettiği, kurumları tarumar olmuş, “sözde” adaleti ile sosyal ve ekonomik zemini çatırdayan bir Türkiye…

Muhalefetin ajandası

VD: Abdullatif Şener; “Selahattin Demirtaş, karizmasıyla ses tonu ve siyasi bilgisiyle muhalefetin en güçlü ismiydi. Ey AKP’liler, Ey MHP’liler kabul edin ya da etmeyin. Bu ülkede bir ‘Kürt Realitesi’ var. CB Erdoğan, Demirtaş’ı sadece etkili muhalefet yaptığı için cezaevine attı. Kürtleri yok saydı” dedi. Hdp’nin vekillerinin bir bir hapse girmesiyle, hasıl edilmek istenen nedir?

NN: Selahattin Demirtaş, bu memleketin gelmiş geçmiş en parlak siyasetçisi.HDP’nin Türkiyelileşme projesi onunla başarılı oldu.

Bu topraklarda yaşayan herkesin eşit vatandaş olabileceğini, geçmişin acılarına değil geleceğin umuduna tutunarak sorunların, ayrılıkların aşılabileceğini hepimizin anlamasını sağladı. Bunu bağırıp çağırarak değil, gülerek güldürerek, ikna ederek ve uzlaşmaya açık tavrıyla yaptı.

Türkiye’nin en büyük, en yakıcı meselesinin konuşarak, uzlaşarak çözülebileceğine ikna etti hepimizi. 

Bu nedenle Demirtaş, demokrasi mücadelesinin sürdürülmesinde çok önemli bir siyasetçidir.  

Onun olmadığı bir HDP’nin ikna ediciliği yara alacaktır. Sadece Kürtleri değil, demokrasi mücadelesi veren Türkleri de eksik bırakacaktır. Bu aynı zamanda Kürt ayrılıkçıların da ekmeğine yağ sürecektir. Dolayısıyla Demirtaş’ın HDP eş başkanlığını bırakma kararı sadece Kürtleri değil demokrasi mücadelesi veren Türkleri de ilgilendiren bir karardır. 

Onun demokrasiye inanan biri olmanın sorumluluğuyla attığı bu adıma HDP tabanının vereceği cevap, aynı zamanda 2019 başkanlık seçimlerinin de belirleyicisi olacaktır.

VD: ANAP eski genel başkanı ve eski bir vekilsiniz. Bu özelde sormak isterim; sizce muhalifler neler yapmalıdır? Nerede noksanlıkları vardır? Ne tavsiye edersiniz? Chp, İyi Parti, Hdp, Saadet Partisi özelinde; partilerin nasıl bir çalışma şekli olmalı ki; Akp-Mhp-Bbp ittifakına muhalefet edilebilsin? Herkes kendi adayını mı açıklamalı yoksa konsensüs ile ortak bir aday mı belirlenmeli? 

NN- 7 Haziran seçimlerinde, 16 Nisan Referandumu’nda da görüldüğü gibi sayımız muhtemelen sandığımızdan ve umabildiğimizden de çok fazla.

Bu nedenle, bundan sonra odaklanmamız gereken şey iktidarın ne yapacağı değil, bizim ne yapacağımız olmalı!

Ama dayanışmazsak, biraraya ve yanyana gelemezsek işimiz çok zor.

Bu olağanüstü koşullarda bizi birleştiren temel birkaç değerde ve öncelikte  anlaşmak, temel birkaç ilke üzerinde uzlaşmak her zamankinden fazla önem taşıyor.

Geldiğimiz yer önümüzdeki gerçeklik hakkında bir karara ve kararlılığa varmak, otoriter yönetime karşı bir hat oluşturmak; bu topraklarda  yaşayan bireylerin bizzat can güvenliği için elzem bir hale gelmiş durumda…

Muhalefet tabanındaki çeşitli kesimler arasındaki karşılıklı güven yokluğu sorununu aşacak çareleri hayata geçirmeli, tıpkı Adalet yürüyüşünde olduğu gibi “tüm farklılıklarımızla yan yana durabilmeli, bizi ayıran değil birleştirecek “çoğulcu demokratik bir hukuk devletinin eşit, mutlu ve geleceğe güvenle bakan bireyleri olma önceliğinde anlaşıp ortak bir mücadeleyi çok geniş bir dayanışmayla örmeliyiz.

Demokratik hukuk devleti, yani istisnasız herkesin kanun önünde eşitliği ve siyasi erki halkın adına kullanan temsilcilerin, siyasetçilerin, yasama, yürütme ve yargının, vatandaşların eşitliğine ve her bireyin eşit hak ve özgürlüklerine dokunamayacağının, aksine bunları koruyup kolladıkça meşru olacaklarının, kimsenin demokratik ve eşit haklar ve özgürlüklere dayalı rejimi değiştirme yetkisinin bulunmadığının garantisi olan anayasal haklar, güvenceler, fren ve denge mekanizmalarının kurulması tüm muhalefetin birleşebileceği önceliklerdir. 

Fren ve denge mekanizmalarının yok edilmesinin bedelinin çok ağır olduğunu yaşayarak gördük. 

Ekonomide tehlikeli sularda yol alıyoruz

VD- MÜ İktisadi ve İdari Bilimler Fakültesi, İÜ İktisat Fakültesi doktora, İngilizce – İktisat dr., Ekonomi Danışmanı, MÜ öğretim görevlisi, Dünya gazetesi ekonomi eski danışmanı, Uluslararası finans kuruluşları Euromoney, dc gardner ve emerging markets’in temsilcisi, Başbakanlık sermaye piyasası kurulu eski danışmanı olarak; Türkiye’nin şu anki ekonomik verileri için neler söylersiniz? İç borç, dış borç, cari açık ve faiz verileri de hesaba katarak? Şu anki paranoya halimizi, herkes bize düşman tavrını ekonomik verilerle değerlendirir misiniz?

NN: Kimsenin yarınından emin olmadığı, baştan sona akla ve hukuk mantığına aykırı KHK’larla yönetilen bir ülkenin riskini hiçbir yerli-yabancı doğrudan yatırımcı taşımaz. 

Dolayısıyla OHAL ve KHK yönetiminin yatırımcının da tüketicinin de önceliğinin köklü bir biçimde değiştireceğini söylemek yanlış olmaz. 

OHAL öncelikle bir ekonominin öngörülebilirliği için olmazsa olmaz olan “güven” ve “sosyal sermaye”yi yerle bir etmiştir. Güvenin olmadığı ekonomilerde ne yatırımcı yatırım ne de tüketici zorunlu ihtiyacı dışında harcama yapar… Üstelik birlikte iş yapma kültürü de dibe vurur… Üretici-dağıtımcı-tedarikçi; hizmet alan-hizmet satan; kiracı-kiralayan vb. ilişkileri bozulur.

Dünya Değerler Araştırması’na göre Türkiye, vatandaşları arasında karşılıklı güvenin en zayıf olduğu ülkelerden biridir. Yani sosyal sermayesi çok zayıftır. Birçok ülkede yüzde 60’ın üzerinde olan vatandaşların birbirine güven oranı, ülkemizde sadece yüzde 12’dir. Her gün savaşın konuşulduğu ve düşmanlara yeni düşmanlar eklendiği “bir gece ansızın gelebiliriz” söylemleriyle herkesin diken üzerinde olduğu bir ülkede güvensizliğin daha da derinleşeceğine  kuşku yoktur.

Öte yandan yapısal  sorunlarını çözememiş, büyümesi üretkenlik artışına değil dış kaynak ve talep artışına bağlı olan ekonomide hukuk devletini ortadan kaldırmanın bedeli tahminlerin ötesinde ağır olur.

Çünkü  bir numaralı kırılganlık göstergesi olan cari açık ve dış finansman sorunumuz tehlikeli sularda  yol alıyor. Doğrudan yatırımların payı 2016 ilk çeyreğinde yüzde 33 iken, 2017 ilk çeyreğinde  yüzde 21’e, dış kredilerin payı da  yüzde 41’den yüzde 15’e düşmüş. 2016 yılında toplam 15 milyar dolar dış kredi sağlayan bankacılık ve reel kesimin bu yıl sağladığı dış krediler sadece  1.1 milyar dolarda kalmış. 

Buna karşılık portföy yatırımları 6.9 milyar dolardan 20.6 milyar dolara, dış finansmandaki payı da yüzde 22’den yüzde 68’e çıkmış. Yani sıcak para el yakacak kadar çok sıcak hale gelmiş. 

Hele bir de önümüzdeki yıl boyunca 210 milyar dolardan fazla bir dış finansman bulma zorunluluğu olduğu düşünülürse durumun vehameti daha iyi anlaşılır. 

Aklı selimin hakim olduğu ülkeler böyle bir ekonomik tablo karşısında risk algısını büyütecek değil, aksine hukuki güvenliği güçlendirerek öngörülebilirliği artıracak adımlar atarlar. Kaldı ki, bugüne kadar tutunduğumuz son dal olan mali disiplin de büyük ölçüde bozuldu.

Üstelik ekonomiye ilişkin düzenlemeler KHK’lar ile artık yasama ve yargı denetiminin dışına çıkarılıyor. İlk bakışta KHK rejimi, karar alma ve uygulamada hız ve esneklik sunma avantajı sağlıyor gibi görünse de, KHK’lar ile elde edilen hak ve avantajların ne sürekliliği ne de güvencesi vardır.  

Bir KHK ile verilen haklar bir başka KHK ile geri alınabilir. Dahası KHK’ların kamu yararını mı güç ilişkilerini mi gözeteceği sorusu cevapsızdır. Mevcut uygulamaya ve yayınlanan 31 KHK’ya bakıldığında bugüne kadar KHK’ların, gücü Saray’da tahkim etme önceliği ile kaleme alındığı; ekonominin ve beşeri kaynağın yaratıcı, rekabetçi ve üretken yapısını bozduğu çok açıktır.

Artık önemli önemsiz her şey Saray’a bağlandığı ve Saray’ın her istediği de KHK olarak hayatımıza girdiği için 2018 bütçesine bir de bu açıdan bakmak lazım. Çünkü 696 Sayılı KHK ile TBMM fiilen yeni rejimin dışına çıkarılmış, siyasi, idari, mali düzenin karar alıcı ve uygulayıcısı Saray olmuştur. 

Savunma Sanayi Müsteşarlığı’nın doğrudan Saray’a bağlanmasından Milli Savunma Üniversitesi’ni merkezi yönetim bütçe sınırlandırmalarından muaf tutmaya, İHA’larla ilgili düzenlemeye kadar her şey son KHK ile Saray’ın uhdesine bırakılmıştır.

Yine son KHK’da mali disiplini bozacak bir çok düzenleme bulunmaktadır. Mesela Vakıflar Genel Müdürlüğü’nün Vakıfbank’ta bulunan hisseleri Hazineye devredilirken borç sayılmayan bir borçlanma yöntemi uydurulmuş, sermayesinin tamamının Hazine tarafından ödeneceği ama Hazine’nin pay sahipliği yetkilerine sahip olmayacağı bir ASFAT AŞ kurulmuştur. 

ABD’deki davada Halk Bankası’na altından kalkamayacağı miktarda para cezası çıkması durumunda, bu yükün Varlık Fonu üzerinden Hazine’ye devredilmesinin yolu açılmıştır. 

2019 seçimleri

VD: 2019 seçimlerinde bizi bekleyen değişim nelerdir?

NN: Değişim, mevcut kurulu düzenin sadece sahipliğinin el değiştirmesi olarak anlaşıldığı ve sunulduğu sürece, rejim değişiklikleri ne yazık ki kısa sürede yeni bir eski rejime dönüşüyorlar.

Oysa toplumdaki tüm farklılıkları kucaklayan en geniş koalisyonların kurguladığı ve yönettiği değişimler kalıcı oluyor. Tıpkı İngiltere’de, Fransa’da ve “Batı” olarak tanımladığımız birçok ülkede olduğu gibi…

Bir parlamento geleneğinin olması değişimin dar bir çevreye hapsedilmesini önlüyor. 

Laikliğin garanti altına aldığı farklı yaşam biçimlerinin yan yana olduğu ülkelerde, yeniyi eskiye dönüştürmek büyük bir dirençle karşılaşıyor.

Dünyaya entegre olmuş daha gelişmiş ve karmaşık üretim, ticaret, finans ilişkileri totaliter diktatörlüklerin baskı rejimlerini uzun süre rıza üreterek devam ettirmelerini imkansız kılıyor. 

Bu nedenle bizim için hala geç değil. 

Kesintiye uğramış olsa da AB üyelik müzakerelerine başladık. Bir çok kapsayıcı ekonomik ve siyasi reform gerçekleştirdik. 

İyi kötü dünyaya açık ve rekabetçi bir ekonomik yapımız ve bağımsız ekonomik kurumlar deneyimimiz var. 

Eksik de olsa çoğulculuğu zorlayan bir siyaset kurumuna dayanan çok partili parlamento geleneğine sahibiz.

Çok yara almışsa da laik bir hukuk temelimiz ve yarısından fazlası bir meslek sahibi olan insan kaynağımız var.

Çocuklarının iyi eğitimi hala ebeveynler için önemli ve öncelikli.

Sonuç olarak yeni diye pazarlanan eskinin daha beteri rejime dönüşme kısırdöngüsünü kırabileceğimiz deneyimimiz ve  dağarcığımızda araçlarımız var. 

Yeter ki, biz halkız, asıl güç bizim elimizde diyerek harekete geçelim. Savaş, ölüm, çatışma ve kavga istemiyoruz diye ayağa kalkalım. Çünkü bizler bu ülkeyi yönetenleri, bizi sindirmeleri korkutmaları, özgürlüklerimizi yok etmeleri için  değil, bizleri barış, güven ve huzur içinde yaşatmaları için seçtik. Bunu hiç unutmayalım. 

Kadınlar ve zamanın ruhu

VD: Kadınların hayatın her safhasında daha etkin olması gerekmez mi? Kadınların daha fazla ön plana çıkmasını nasıl sağlayabiliriz?

NN: Kadınların gücünü ihmal eden, kadınlarını eğitimin, sosyal ve siyasal hayatın dışında tutan toplumlar sürdürülebilir bir gelişme ortaya koyamıyorlar. 

Kapalı ve otoriter rejimlerin ağır faturasını kadınlar ödüyor. Toplumun ahlakı, inancı, rejimin kurgusu hep kadınlar üzerinden ifade ediliyor.

Ayrımcı politikaların hedefinde kadın var. Şiddet, taciz, düşük ücret, güvencesiz çalışma ve yeterli sağlık ve eğitim hizmetlerine ulaşamama kadınların ortak sorunu. 

Ekonomik kriz ve fakirlik en çok kadın ve çocuğu vuruyor. 

Pozitif ayrımcılık olmadan kadının siyasal katılımını sağlamak ne yazık ki mümkün değil. Fırsatları eşitleyen bir pozitif ayrımcılık yapmadan kadının sosyal, ekonomik ve siyasal hayatta yeterince var olmasını sağlayamıyoruz. Bunu yapmadığımız sürece de toplumu değiştirecek anahtarı bulamıyoruz.

VD: Son olarak; “Zamanın Ruhu” hakkındaki düşüncelerinizi merak ediyorum. Zamanın Ruhunu yakaladığınızı düşünüyor musunuz? 

 

 

 

 

NN: Bana 3-4 yıl önce bu soruyu sorsaydınız cevabım “evet” olurdu. Ne yazık ki, bugün yaşadığımız koşullar bizi büyük ölçüde zamanın dışına attı. 

Meselelere Türkiye’nin penceresinden bakarsanız düne, dünyanın penceresinden bakarsanız yarına bakarsınız. Bu benim yaşam mottomdu. Ama bugün nasıl bir güne başlayacağımı bilememenin belirsizliği içinde yarına bakmayı ve zamanın ruhunu çok ıskaladığımı hissediyorum. 

Bilim adamları teknolojik ve bilimsel gelişmelerin hızının 10 yıl içinde önümüze yepyeni bir dünya koyacağını söylüyorlar. 21.yüzyılı da, tıpkı diğer yüzyılları ıskaladığımız gibi fena halde ıskalıyoruz. Bu canımı çok acıtıyor. 

2 YORUMLAR

  1. Tebrikler Veysi bey, ulke sorunlariyla ilgili,son zamanlarda okudugum en guzel soylesiyi yapmissiniz.Sayin Nesrin Nas hanimefendi, ulkemizin ihtiyaci olan sagduyulu, gercekci sohbetiniz son derece doyurucu ve yol gosterici olmus.Kisa sayilmayacak roportajinizi zevkle okudum.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz