Veysi Dündar Süheyl Çobanoğlu ile Balkan Türkleri’ni konuştu: “Hukukun üstünlüğü önemlidir”

0

Balkan Türkleri ülkemiz gündemine sadece bugün halen yaşadıkları ülkelerde karşılarına zorluklar çıkarıldığı dönemlerde girebiliyor. Oysa, hem yurtdışında ‘Türk’ sıfatını gururla taşıyan milyonlar çeşitli ülkelerde yaşıyor, hem de onların Anadolu’ya göçmüş sayıları milyonları bulan akrabaları var.

Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan’ın son gezilerinden birini Yunanistan’a yapması ve orada Batı Trakya Türkleri’ni de yaşadıkları yerlerde ziyaret etmesi vesilesiyle, yazarımız Veysi Dündar, konunun uzmanı bir isim olan Süheyl Çobanoğlu ile görüştü.

Süheyl ÇOBANOĞLU kimdir?

1953 yılında İstanbul Paşabahçe’de doğan ÇOBANOĞLU, ilk ve orta eğitimini İstanbul’da tamamladı. Askerlik hayatına Kuleli Askeri Lisesinde öğrenci olarak başladı, 1973 yılında Kara Harp Okulundan Topçu subayı olarak mezun oldu. 

Yurtiçi ve yurtdışında çeşitli kıta, karargah ve askeri ataşeliklerde görev yapmayı müteakiben Kıdemli Albay rütbesinden emekli oldu. 

Birçok dergi ve gazetelerde makaleleri yayınlanan, konferanslar veren ve TV programlarına katılan Süheyl ÇOBANOĞLU, RUBAFED, RUBASAM, RUBAKAD, YUNTÜRK derneklerinin kurucularından olup RUMELİ BALKAN FEDERASYONU 2.nci Dönem Başkanlığı ve çeşitli derneklerde yöneticilik yapmıştır. Halen Rumeli Balkan Stratejik Araştırmalar Merkezi (RUBASAM) Başkan V. ve AVRASYABİR VAKFI Danışma Kurulu üyesidir. Bulgaristan Türklerine “soya dönüş” programıyla yapılan zulümleri anlatan “ASİMİLASYON VE GÖÇ” isimli bir kitabı vardır.

Rumeli Balkan Türkleri, Peygamberimizin mezarının bulunduğu Medine’yi, 2 yıl 7 ay İngilizlere karşı savunan ve yenilmeyen, Bulgaristan Rusçuk doğumlu Fahrettin Paşa’yı İstanbul Aşiyan Mezarlığı’nda mezarı başında andı. RUBAFED ve RUBASAM adına Başkan Vekili Süheyl Çobanoğlu Fahrettin Paşa’nın mezarı başında bir konuşma yaptı.

Çobanoğlu, konuşmasında, Fahrettin Paşa din-iman-Allah-Peygamber ve vatan uğruna Peygamber kabrini ve Medine’yi korurken, Hristiyan İngilizlerle işbirliği yapıp Müslüman Türk askerlerini kalleşçe arkadan vuranların torunlarını alçak iftira ve yalanları nedeniyle şiddetle kınıyor ve özür dilemeye davet ediyoruz dedi.

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Lozan çıkışı

Veysi Dündar (VD): Rumeli Balkan Federasyonu ve RUBASAM Bşk.Vekilisiniz. Balkanlardaki Türklerin yaşadığı sıkıntılar nelerdir? Batı Trakya Türklerine Yunan Hükümetleri tarafından yaşatılan sıkıntı ve sorunlar nelerdir? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Yunanistan’daki Lozan çıkışını neye bağlıyorsunuz?

 

 

 

Süheyl Çobanoğlu (SÇ): 1877-1878 Osmanlı Rus Savaşı ve Avrupa Türkiyesini kaybettiğimiz 1912-1913 Balkan savaşıyla yaşanan SOYKIRIM ve BÜYÜK GÖÇLERLE anavatana akan Balkan Türklüğü özellikle son bir yüzyıldır çok büyük acılarla yoğrulmuş, dilini, dinini, kimliğini muhafaza edebilmek adına çok büyük bedeller ödemiştir. Sorunlar her ülkenin kendi karakterine göre bazı farklılıklar arzetse de genelde ASİMİLASYON, SÜRGÜN/ZORUNLU GÖÇ ve KATLİAM/SOYKIRIM ana ekseninde gelişen olaylar tüm dünyanın gözleri önünde olmuştur.

Kimliklerini dahi ifade edemeyen Batı Trakya Türklerinin, Yunanistan’ın halen sürdürdüğü insan hakları ihlalleri nedeniyle yaşadığı sorunlar:

1. Etnik kimlik sorunu: Lozan Antlaşmasında azınlıkların etnik degil de dini olarak tanımlamalarını (müslüman – gayrimüslim) sebep göstererek Batı Trakya azınlığını müslüman azınlık olarak tanımakta, ülkesinde resmi olarak etnik azınlık bulunmadığını iddia etmektedir.

2. Eğitim sorunu: Türkçe ya da Türkçe-Yunanca eğitim yapan anaokulları bulunmamaktadır. Türk ilkokullarındaki eğitim yetersizdir. Derslerin %50’si Yunanca %50’si Türkçe olması gerekirken bu oran Yunanca lehine değişmiştir. Öğretmenlerin Türkçe bilgisi yeterli değildir. Türkçe eğitim veren lise sayısı 2  olup yetersizdir. Eğitim de devlet liselerinin çok gerisindedir.  Tüm okullar yeni teknolojilerden yoksundur. Devlet öğrenci sayısının azalmasını bahane ederek azınlık okullarını kapatmakta, yeni okulların açılmasına da izin vermemektedir.

3. Ekonomik sorunlar: 1920’lerde bölgedeki toprakların %80’ine sahip olan Türkler’in elinde yapılan istimlaklar ve uygulanan diğer politikalar sonucu günümüzde ancak %35 kadarı kalmıştır. Türk azınlık, daha çok küçük esnaflık veya tarımla uğraşmaktadırlar.

4. Vatandaşlık sorunu: Yunanistan vatandaşlık yasasının sonradan iptal edilen 19. maddesi geregi (sadece yunan soyundan olmayan vatandasları baglayan, 1955 yılından kalan ırkçı bir yasadır) 65.000 Batı Trakya Türkü vatandaşlıktan cıkarılmıştır.

5. Müftülük sorunu: Türkler kendi dini temsilcisini seçememekte, Yunanistan kendi uygun gördüğü kişileri müftülük makamına atamaktadır.

6. Vakıflar sorunu: Osmanlı döneminden kalan dini vakıfların yöneticileri Yunanistan tarafından atanmaktadır.

7. Siyasi temsil sorunu: Milletvekili seçimlerinde %3’lük seçim barajı uygulanmaktadır. Bu azınlığın bağımsız milletvekili seçmesini engellemektedir. Ayrıca daha az sayıda Türk belediye başkanı seçilmesi için de belediye sınırları tekrar çizilmistir.   

TSK’nın sınır-dışı operasyonları

VD: Sayın Çobanoğlu; emekli bir komutansınız. Çok önemli operasyonlara katıldınız. Askeri tecrübenizden hareketle, ateş çemberine dönen sınırlarımızda hali hazırda yapılan operasyonları ve sınır ötesi harekatları nasıl değerlendirirsiniz,  adımlar doğru mu atılıyor?

SÇ: Bu operasyonlarla sınırımızın hemen ötesinde konuşlanmış olan Bölücü Örgütün harekat üslerini yok etmek ve sıcak takip suretiyle yurt içinde eylem yapan militanları hakettikleri şekilde cezalandırmak amaçlanıyor.

Türkiye ile Irak arasında 1983 yılında imzalanan “Sınır Güvenliği ve İşbirliği Anlaşması”  ile Türk Silahlı Kuvvetleri’ne Irak topraklarında 10 kilometre girerek suçluları takip imkanı sağlanmıştı. İlk operasyon 1 yıl sonra, 1984’te PKK’nın Güneydoğu’da kanlı eylemleri başlatmasından 3 ay önce 27 Mayıs 1984’te ’Sıcak Takip Operasyonu’ düzenlenmişti. 7 bin kadar asker, ‘Türkiye’ye sızarak terörist eylemler yaparak kaçtıkları’ açıklanan silahlı grupları etkisiz hale getirmek için Irak’ın içine 5 kilometre kadar girdi.

Daha sonra Bağdat yönetiminin Türkiye’ye izin vermemesi üzerine Türk Silahlı Kuvvetleri 1988-91 tarihleri arasında Irak topraklarında operasyon düzenleyemedi. Daha sonra İki ülke yetkililerinin anlaşması sonucu anlaşma yeniden yürürlüğe girdi.

Çeşitli tarihlerde ‘girdi-çıktı’ halinde kısa süreli sınır-ötesi operasyonlar yapıldı. 1992’de, 1995’te, 1996’da, 1997’de ÇELİK-TOKAT-ÇEKİÇ-ŞAFAK-GÜNEŞ vs. gibi adlarla büyük operasyonlar için Irak topraklarına girip hain örgüt mensuplarına ağır darbeler vurulmuştu.

SURİYE’de ise  6 yıldır devam eden iç savaşta yıkılan devlet otoritesi ve kamu düzeni nedeniyle ülkenin her yerinde olduğu gibi sınır bölgelerimizde de zaman zaman IŞİD’ten PYD’ye, SDG’ye  kadar farklı isimler altında yeni komşularla karşılaşmaktayız.

Suriye’ye yapılan “Fırat Kalkanı Harekatı” ile daha sonra Rusya ile anlaşmalı gerçekleştirilen “İdlip Operasyonu” son derece haklı ve yerindedir.

ABD’nin, PYD/YPG eliyle güney sınırlarımız boyunca Suriye’nin kuzeyinde AKDENİZ’e doğru oluşturmaya çalıştığı koridora engel olmak isteyen Türkiye,  Fırat Kalkanı Harekatı ile PYD/YPG koridoruna bir set çekmiştir.

Azez-Cerablus-El Bab arasındaki bölge Fırat Kalkanı Harekatı’nı gerçekleştiren Türkiye’nin kontrolünde. Hatay ile Azez arasındaki Suriye toprakları ise çoğunluğunu PYD/YPG’li teröristlerin oluşturduğu Suriye Demokratik Güçlerinin (SDG) kontrol ettiğini görüyoruz.

ABD başta olmak üzere Rusya ve Suriye’de etkin diğer güçler, attıkları adımlarla Türkiye’yi PYD/YPG’yi tanımaya mecbur bırakmaya çalışıyor. Türkiye ya atacağı hamlelerle bu planı bozacak yahut da eninde sonunda PYD/PKK ile işbirliği yapma noktasına gelecek,

Türkiye ile Esad yönetiminin bir işbirliğine gitmesi durumunda Türkiye’nin de haklı olarak kendine tehdit saydığı PYD/YPG koridorunun bir daha asla birleşemeyecek şekilde önüne geçilebileceğini gösteriyor.

Eksen değişirken

VD: Avrupa’dan Avrasya istikametine dönmüş durumdayız. Başka bir hamle yapmak mümkün mü? Şartlar mıdır bizi zorlayan?

: Yeni ekonomik potansiyelin Orta Asya ve Uzak Doğuya kaydığı bu yüzyılda buna uygun dış politika geliştirmek zorundayız.

Osmanlı döneminde yapılan  reformların Avrupa’nın içişlerimize  müdahelesi ve devletin her yönüyle Avrupalıların nüfuzu altına girmesi arasında sıkı bir ilişki mevcuttu. Her müdahale bir reform projesi, her reform uygulaması bir başka müdahale ve her ikisi de Batı Emperyalizminin Osmanlı Devletine daha fazla nüfuzu sonucunu doğurmuştur. Böylece, devlet ve toplum fasit bir daire içine sokularak günden güne zayıflatılmış, parçalanmış ve nihayet yıkılmıştır…

Gerek PKK/PYD’ye verilen silahlar, gerekse fetö konusundaki tavırları, silah satışlarında bedelini ödediğimiz silahların bile verilmemesi, Halkbank ve Zarrab olayı gibi konularda ABD’nin iki yüzlü politikası ve AB üyeliğinin yılan hikayesine dönmesi, Kıbrıs’la ilgili çifte standartlı tutumları, Rusya krizinde NATO’ya güvenilmemesinin söylenmesi ve bir çok başka konu karşılıklı güveni sarsmıştır.

Farklı gerekçelerle Batı kampından dışlanmakta olan Türkiye haklı olarak kendi milli menfaatleri ve tarihsel sorumluluğu doğrultusunda dış politika geliştirmek istemektedir. Milli çıkarları doğrultusunda bağımsız politikalar üretmesi elbette bazı komşularını ve samimiyetsiz müttefiklerini rahatsız edecektir.

ABD çıkarları gereği Büyük  İsrail’i gerçekleştirmek amacıyla bölgede suni bir Kürt Devleti kurmaya çalışmakta. Aynı şekilde uzakdoğuda Asya-Pasifik hattını da kontrol altında tutmak isteyen ABD Çin-Rusya karşısında gücünü muhafaza etmek arzusundadır.

Günümüzün tehdit değerlendirmeleri

VD: “Kürt açılımı” ve Ermeni konusunda ilk kez “Yüce Türk Milletine” başlıklı bir açıklama yaparak, “aşırı talep ve düşüncelere karşı olduğunuzu” bildirmiş, “Biz ötekiler değil, eşitiz” mesajını vermiştiniz 2009 yılındaki bir makalenizde. Türkiye’de herkese eşit muamele yapılması ne derece mümkündür ve ne zaman “bir” oluruz?

SÇ: Bulunduğumuz coğrafyada bin yıldır yaşadığımız  birlikteliğin, kardeş kavgasına dönüştürülerek uluslararası komplonun piyonu haline getirilmek istendiğini üzülerek görmekteyiz. Bugüne kadar olduğu gibi, bundan sonra da  ATATÜRK’ün “Diyarbakırlı , Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı hep bir ırkın evlatları, hep aynı cevherin damarlarıdır” sözü ve “NE MUTLU TÜRKÜM DİYENE”  anlayışıyla, Türkiye’nin ülkesi ve milletiyle bölünmezliğini gelecek nesillere aktarılabileceğine inanıyorum. Özellikle 1984’ten beri terörün yarattığı tahribatın ağır bedeli tüm halkımız tarafından ödenmektedir.

Bu tip olaylar, özellikle dış güçler ve yerli işbirlikçileri (etki ajanları) vasıtasıyla “hoşnutsuzlıkların istismarıyla” gelişir.

Bu bilinçle kimseyi ötekileştirmeden, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı kalarak, eşitlik, özgürlük, yargı bağımsızlığı, hukuk devleti, eşit vatandaşlık, fikir ve ifade hürriyeti, adil yargılanma, devletin siyasi tarafsızlığı gibi ilkeler tam anlamıyla hayata geçirilebilirse ve evrensel nitelikte eğitim sağlanabilirse bir olmamızı istismar edenlerin gerekçeleri ellerinden alınır.

VD: Suudi yönetiminin işadamlarını gözaltı hapsine alması, mal varlıklarına el koyması ve Suudi Arabistan’ın günbegün demokratikleşme yönünde kolaylıklar getirmesini neye bağlıyorsunuz? Türkiye ile gerilen ilişkiden sonra Abd kendine yeni bir müttefik mi arıyor?

SÇ:  Ortadoğu’daki Arap Baharı sürecinde Suudlar da kendi güvenlikleri açısından tehdit hissetmeye başladı.

2015’te Kral Abdullah’ın ölümünden sonra tahta geçen Kral Selman bin Abdülaziz el-Suud, veliaht değişimine gitmesiyle gündeme gelen yönetim anlayışı değişikliği sonucu, ülkesinin “Ilımlı İslam” modeline geçeceğini açıkladı ve kadınların sosyal hayata daha çok katılımını sağlayan bir dizi değişiklikler yapıldı. Bu, Trump ABD Başkanı olduktan sonra İran’a karşı ABD-Suudi Arabistan işbirliğine sempati yaratacak bir kılıf olarak değerlendirilebilir.

Gerçekte ise Bazı Suudi yetkililer, kendi petrollerini dolar yerine Çin’e yuanla satma eğilminde olunca, 4 Kasım 2017’de Suudi Arabistan kraliyetinde petro-dolar sistemine karşı çıkıp yerel para birimiyle petrol satımı yapmak istiyen bir kısım veliaht ve üst düzey yetkilileri kapsayan bir dizi tutuklama ve görevden almayla bunlar temizlendi.

VD: Trump’ın Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak kabul etmesinin zamanlamasını neye bağlıyorsunuz? Bu girişim Trump ve Netanyahu’ya zaman kazandırmak için mi üretildi? Daha başka hamleler söz konusu mu?

 

 

 

 

SÇ: İsrail, kentin doğusunu 1967’de işgal ederek, 1980 yılında tamamını başkenti ilan etti. Ancak bugüne kadar Kudüs’ü İsrail’in başkenti olarak tanıyan hiçbir devlet olmamıştı. İsrail’e Doğu Kudüs dahil 1967’de işgal ettiği topraklardan çekilmesi çağrısı yapan Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi kararlarını hiçe sayan Trump’ın kararı BM’de dirençle karşılaşmıştır.

Amerikan çıkarlarının tehlikeye gireceği, Arap-İslam dünyasıyla ilişkilerin bozulacağı ve barış sürecinin sekteye uğrayacağına yönelik kaygılar nedeniyle Kudüs’ü İsrail’in başkenti sayan yasa, 1995’te Kongre’den geçmesine rağmen, uygulaması, her altı ayda bir, başkanın imzaladığı feragatnameyle erteleniyordu.

ABD Başkanı Trump’ın yakın çevresindeki danışman ve yetkililerin Evanjelik veya İsrail yanlısı isimler olduğunu düşünecek olursak, kendi ülkesinde ciddi anlamda sıkışan Başkan’ın Kongre’de ve başka zeminlerde Yahudi-İsrail Lobisine ihtiyacı olduğundan, onların Kudüs konusundaki taleplerine duyarsız kalamadığı anlaşılıyor.

Trump, Körfez’de İran karşıtlığı ile satın aldığı uyumlu pozisyondan ve Arap-İslam aleminin bir araya gelmesi imkansız halinden cesaret alıyor. Tepkilerin bir süre sonra tavsayacağını değerlendirerek, diğer ülkeler kabul etmese de oluşan fiili durumun kalıcı hale geleceğini düşünüyor.

Zaten birbirlerine karşı samimiyeti ve gerçek manada din kardeşliği duygusu olmayan İslam ülkelerinin çatışmaları ve yaşadıkları iç savaşlar, sözde can düşmanları olan İsrail’le menfaatleri icabettiğinde kurdukları dostluk ilişkileri ve ilkesizlikleri, sözde Müslüman geçinen Suudi Arabistan müftüsü ve Kabe imamı olacak adam müsvettelerinin İsrail’i cesaretlendirici söylemleriyle oluşan atmosfer, müslümanlar arasındaki 1400 yıldır bitirilemeyen mezhep farklılıkları, Gazze’yi tekeline alan Hamas ile Batı Şeria’ya hükmeden El Fetih arasında gerçekleşen zoraki barışa rağmen Filistin Yönetimi’nin kadük olmaktan kurtulamadığını düşünecek olursak, ABD açısından zamanlamanın uygun olduğu değerlendirilmiş olabilir.

2019’da ülkemiz

VD: Türkiye’yi 2019’da neler bekliyor? Siyasetle ilgilenen, emekli bir asker ve köşe yazarı olarak değerlendirmelerinizi almak istiyorum.

SÇ: 2019 yılı yerel ve genel seçimle birlikte Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin de yapılacak olması nedeniyle çok önemlidir. Meclisteki partilere ilave olarak Sn.Meral Akşener başkanlığında yeni kurulan İYİ Parti de yarışta yerini aldı. Şimdiden kamuoyu araştrmalarının sürprizi olarak herkesin dikkatini çekiyor. Başta kadınlar ve gençler olmak üzere halktan gördüğü yakın ilgi nedeniyle ilk seçimde Meclis arimetiğini bir hayli değiştirecek. Muhtemelen MHP’yi baraj altına itebileceği, AKP ve CHP’den de oy alabileceği değerlendirildiğinde gelecek dönemin önemli bir aktörü ve hatta iktidar ortağı olma şansı var gibi görünüyor.

Sorun da burada başlamakta… Bugünkü anlayışla risk yaratan böyle bir yapıya ne kadar fırsat verilir, düşünmeye değer…   

VD: Zamanın ruhu için düşünceniz nelerdir? Zamanın ruhunu yakaladığınızı düşünüyor musunuz?

SÇ: Türkiye’de ve Dünya’da bugüne kadar alışık olmadığımız bir atmosfer oluştu. Türkiye’de dindar ve kindar nesil yetiştirme amacıyla halkın bir kesimi ötekileştirilerek toplumsal bir yarılma meydana geldi. Artık kimse kendi görüşünden olmayan insanlarla aynı apartmanda dahi oturmak, aynı okula gitmek ve hatta aynı mahallede yaşamak istemiyor. Bizim birbirimizi sevmeye, kucaklamaya, kaynaşmaya ihtiyaç duyduğumuz şu günlerde diğerinin yaşadığı her türlü olumsuzluktan medet umar hale getirilmemiz, iktidarın en büyük hatasıdır.

Dünyada ise özellikle ABD’nin Büyük Ortadoğu Projesi gereğince İslam coğrafyasını yeniden dizayn ederek 22 ülkenin sınırlarını değiştirme planı Libya-Irak-Suriye-Yemen vs. bir çok ülkenin düzenini bozdu.

VD: Yapmaktan pişman olduğunuz, vicdan azabı duyduğunuz neler var? Elinizde imkan olsa, neleri değiştirmek isterdiniz?

SÇ: Hayatımda hiç bir zaman “keşkelere” yer vermedim. Geriye baktığım zaman “iyi ki yapmışım” dediğim çok şey var. Allah’ın yardımı ve komutanlarımın takdiriyle ülkem ve milletim adına çok yararlı hizmetler yapma fırsatım oldu. Bu nedenle vicdan huzuru içinde geçmişin anılarını her zaman saygıyla ve mutlulukla anıyorum.

Son dönemde siyasete, yargıya, üniversitelere, emniyete, bürokrasinin her kademesine ve Türk Silahlı Kuvvetlerine sinsice sızmış olan bir takım tarikat-cemaat yapılarının ülkemizi getirdikleri acı tabloyu gördükçe çok üzülüyorum. Türkiye’nin dört bir köşesinde yaptığım görevler esnasında yakınen tanıdığım Türk insanının o masum duygularının istismarının bedeli çok ağır oldu. İnşallah yaşananlar ders olur da ibret alınırsa tarih ilerde bir daha tekerrür etmez.

Elimde imkan olsa; dünyanın 4.ncü sanayi devrimini yaşadığı bu çağa uygun nitelikte evrensel ölçülerde kaliteli eğitim sistemi kurmaya çalışırdım. Ortaçağın derinliklerinde kalmış olan din-mezhep kökenli ayrımları ortadan kaldırmaya çalışırdım. Kimseyi ötekileştirmeden, insan hakları ve hukukun üstünlüğü ilkesine bağlı kalarak,  eşitlik, özgürlük, yargı bağımsızlığı, hukuk devleti, eşit vatandaşlık, fikir ve ifade hürriyeti, adil yargılanma, devletin siyasi tarafsızlığı gibi ilkeleri tam anlamıyla hayata geçirmeye çalışırdım.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz