“Troller” – Sosyal İstihbarat ve Propaganda Yöntemleri

0

CHP Lideri Kemal Kılıçdaroğlu ’nun pazar akşamı Twitter üzerinden yayınladığı video çok ses getirdi. Bazı “AKP Yanlısı Troll”leri ifşa etti. Videoyu izlemiş olduğunuzu düşünerek tekrar yapmak istemem. Yine aynı Twitter’da #SarayınTrolleriİfşaOldu hashtag TT listesine girdi.

İşin aslı ben bu duruma bu kadar şaşırmadım. Ya da başka refleksler vermedim. Bu durum zaten herkes tarafından biliniyordu. Belki videoda adı geçen hesaplar gerçek isim ve soy isimleriyle olmasa da kimin troll olduğu az çok belliydi. Hatta saymadığı birçok isimde vardı herkes tarafından troll olduğu bilinen.

Buna neden bu kadar kızdıklarını ise Sayın Kılıçdaroğlu ; “Bu troll ordusunun maaşları / ödemeleri hazineden yapılıyor” diye sık sık tekrar ederek üstünde durdu. Evet, burada haklılık payı yok denemez. Eğer siz kendi politikanıza hizmet eden neferler oluşturduysanız bu neferlerin giderlerini kendi kasanızdan karşılarsınız. Ülkenin, halkın ve o halkın ihtiyaç duyduğu paradan değil.

Diğer yandan sosyal medyada kendi fikirlerinizi savunan hesapları, kendi oluşturduğunuz kasadan para karşılığında tutmanız da, onların kendi aralarında hiyerarşik bir yapı oluşturmanız da hatta karşı partinin programlarını, liderlerinin tavırlarını eleştiren (küfür eden değil eleştiren) propagandaları yaymakta kanımca bir beis bulunmamaktadır. Muhalefet cephesinin de bunu yaptığına eminim. Sadece tahmin ediyorum tabii. Ya da başka birilerinin. Bu, oldukça aktif ve kullanılan bir yoldur.

Ne zamandan beri?

Tarihi ve geçmişi nerdeyse I. Dünya Savaşına kadar dayanır. Tabii o zamanlar “Sosyal Medya” ve “İnternet” olmadığından kullanılan araçlar, gazeteler – radyo yayınları – kısıtlı da olsa sinemalar – tiyatrolar ve diğer halkla temasa geçebileceğiniz alanlardı.

Ve kullanılan bu yöntemi; “Propaganda ve Sosyal İstihbarat” dalları içine de rahatlıkla alabiliriz. Ancak ufak bazı farklarla. Siz resmi devlet ya da hükümet olarak “Propaganda ya da Sosyal Çalışmalarınızı” düşman unsurlara karşı kullanırsanız daha makbuldür. Eğer ki bunu kendi insanlarınız ve sizin anayasanıza yemin etmiş bir parti, dernek, topluluk ya da toplu halde bulunan insanlar üzerinde kullanıyorsanız işin rengi biraz daha değişir kanımca. Kaldı ki yine de suç unsuru oluşturmaz, etik dışı bir duruma girmez.

Bu yöntemi tarihte kimler kullanmıştır peki?

Özellikle belirtmek lazım, düşman unsurlara karşı değil de kendi halkı üzerinde kullananları incelememiz lazım konu itibariyle.

Listenin başında; Hitler / Goebbels ikilisinin Nazi Partisi gelir muhakkak. Hatta çok etkin kullanmış olanlar bunlardır. Propaganda temelleri bunun üstüne oturmuştur. “Bana bir medya verin size ahmak bir toplum vereyim” demiştir Dr. Goebbels mesela.

Hatta bu durum öylesine bir hal almıştır ki; Rus orduları Berlin’e girmek üzereyken Nazi yanlısı gazeteler, gazeteciler ve diğer unsurlar Almanya’nın zafer kazandığını yazmakta ve yaymaktadır.

Almanlar zaferi kutlamaya hazırlanırken Ruslarla karşılaşmaları nasıl bir travma yaratmıştır bu da malumdur; “Bir daha gökten İsa inse bile kesinlikle tüm yetkiyi tek kişiye vermeyeceğiz.”  Ki vermemişlerdir, akıllanmışlardır ki şu an dünyanın en demokratik ülkelerinden biri olmuştur Almanya…

Bir dert, bin nasihatten iyiymiş hakikaten.

İki numara; Singapur lideri; Dünyanın en meşhur “müşfik Lideri” Lee Kuan Yew’de oldukça ilginç bir yöntem kullanmıştır. Singapur’da 1959’dan 1990’a kadar yönetimde olmasını; “Halkın ne düşüneceğine ben karar veririm” diyerek sağladığını iddia etmiş ve hatta muhalifleri yine kendi basın, yayın ve medya organlarıyla yok etmeyi başarmıştır.

Uzun yıllar boyunca muhalif kanat içindeki basın organlarına gazeteci ajanlar yetiştirmiş, yerleştirmiş, kendisine muhalif gibi davranıp yuvalanmalarını sağlamıştır. Ve yavaş yavaş politikasını muhalif basında da haklı çıkartmayı başarmıştır. Kendisine muhalif olma oranı, dünya üzerinde en az olan diktatör olarak tarihe geçmiştir. Hatta bugün bile Singapur’da kendisine çok fazla saygı duyulur. Etkin ve sonuç odaklı bir yol doğrusu. İkinci sırayı hak ediyor.

Üçüncü sırada harcama bakımından en bonkör diktatör; Benito Mussolini var. Sadece Roma’da 17.000, İtalya toplamında 40.000 olduğu varsayılan, kendi fikrini halk içinde, halkın toplu bulunduğu yerlerde ve halkın çok fazla uğrak yerlerinde, sohbetler arasında, mekânlarda yayan, konuşan, açıklayan ve haklılığını ortaya koyan “troll” ordusu oluşturmuştur. Atatürk’ün deyimiyle; bu “koca herif” bir nevi sosyal medyayı değil de sosyal alanları kullanmayı akıl etmiştir. Maaşlı 40.000 İtalyan üç – dört kişinin toplandığı her yerde Mussolini propagandası yaymıştır. Bar masalarında, konserlerde hatta maçlarda bile. Hatta bugün İtalyan Birinci Lig Takımlarından “S.S. Lazio” hala kendisinin fikirlerinin benimsemektedir. Milano’da, Torino’da hatta fikir olarak kendisine çok zıt olan Livorno Limanlarında bile binlerce propaganda çalışanı vardır.

Eminiz ki o dönem Twitter olsaydı Mussolini bu rakamı rahatlıkla 140.000 kişi yapardı. Şanssızmış diyelim, ne diyelim? Ama ciddi paralar harcaması onu üçüncü sıraya çıkartmıştır.

Dördüncü sırada bu yöntemle kesin ve katii zafer kazanmış bir lider var; Augosto Ramon Pinochet… 1970’lerden 1990’lara kadar Şili’yi dikta rejimi ile yöneten lider.

Dikta Rejimi ile ülkeyi yönetmesiyle konumuz bağlamında bir alıp veremediğimiz yok ancak Pinochet’in kendi halkına karşına “Propaganda ve Sosyal İstihbarat” kullanma yöntemleri biraz yakın tarihte görülüyor. 1998’de bel fıtığı için Londra’ya gittiğinde, iktidarda olduğu dönem İspanyol vatandaşlarının öldürülmesinden sorumlu tutularak İspanya hükümeti tarafından hakkında yakalama kararı çıkar ve İngiltere’den İspanya’ya iadesi istenir. Pinochet hemen çalışmalara başlar. İspanyolca konuşan Güney Amerika ülkeleri ve kendi ülkesinde 20.000’in üzerindeki birçok gazeteciyi rüşvetle satın alınır. Hatta İspanya’da bile bazı gazetecilerin bu rüşvetlerden pay aldıkları ve İspanya hükümetinin sadece “Kendi yaptıkları acımasız infazları bastırmak için hedef şaşırttığı” yönünde haberler / propaganda yazıları çıkar gazetelerde. Arjantin’de ciddi bir kesim İngiltere’ye Pinochet’i iade etmeyip Şili’ye göndermesini, Şili’nin neredeyse tamamının hatta Uruguay’ın bile Pinochet’in haklı olduğunu iddia eden haberler boy boy yayınlanmaya başlar. Ki Pinochet’in nasıl bir diktatör olduğu tüm dünyaca bilinmekteyken. Güney Amerika’da ciddi bir kamuoyu oluşur. Ve Pinochet 16 ay Londra’da kaldıktan sonra İspanya Hükümetinin “Yargılanmaya Sağlığının El Verişli Olmaması sebebiyle” (!!!) davalar düşer ve Şili’ye dönmesine izin verilir. Burada Pinochet’in “Sosyal İstihbarat ve Propaganda”dan çok güzel faydalandığının bir göstergesidir.

Beşinci sırada; AKP Hükümeti ve Türkiye örneğini ele alabiliriz. Ve masaya yatırabiliriz. Aslında bence en başarılı “Sosyal İstihbarat ve Propaganda Yöntemini” kullanan parti / hükümettir kendileri. Ancak assolisti sona bırakmak adettendir.

Ortalama üç – dört hatta bazen iki ayda bir mutlaka bir gündem maddesi yaratılır ve bu sosyal medyada patlama yapar. Bir şarkıcının şarkı sözleri, Karadeniz’de inanılmaz ölçekte doğalgaz bulunması, birilerinin yediği yemekler, orduda yapılan muazzam teknolojik gelişmeler, Diyanet işlerinin bir açıklaması, yerli arabanın 2016’da yollarda olacağı, birilerinin yazlığı, yerli uçağımızın gökleri fethetmesi, konu oluşmazsa türban – namaz – oruç – Ayasofya eğer hiçbir şey bulunulmazsa mutlaka “sahte / fake ve üzerinde oynanmış resim ve görsellerle” bir gündem maddesi oluşturulup servis edilir. Ve özellikle hükümetin olumsuz olarak değerlendirileceği asıl başarısızlıklar bir şekilde arka plana atılıp sanki onlar hiç yokmuşçasına konuşulmaya başlanır. Ve işin ilginç yanı bu açılan sosyal medya başlıklarına AKP politikalarına muhalefet edenlerde fikir beyanı ile bir şekilde hizmet ederler. Ve oluşturulmuş sunî gündem maddesi bir anda gerçek ve geçerli olan tek ülke gündemine dönüşür. Ve bu sadece sosyal medyadaki 3.000 – 4.000 kişi ile başarılır. İnanılacak gibi değil! Kanımca bu da ciddi bir başarıdır. Hitler’in, Goebbels’in, Mussolini’in hatta Pinochet’in bile yakalayamayacağı bir başarıdır bu. Yaşasalardı gelip ders alacakları bir konudur hatta. Takdir edilmesi gerekir.

Biraz daha örneği spesifikleştirelim. Çok da uzak olmayan bir zamana gidelim. Bir ay bile olmadı. Zamlar alıp başını giderken, elektrik ve gaz faturaları dört basamaklı rakamlara ulaşmışken, bundan yıllar önce yayınlanmış bir parçası yüzünden Sezen Aksu’nun evinin önünde kalabalıklar toplandı, basın açıklamaları yapıldı, linç kampanyaları ardı arkasına başladı hatta neredeyse mahkemeye çıkıyordu “Minik Serçe” üstelik serçeliğini bilmemekle bile suçlandı.

Amaç nedir? Zamların, hayat pahalılığının unutturulması ya da gündemden düşmesi. Araç nedir? Yıllar önce yayınlanmış bir parça da geçen “Âdem ile Havva” yakıştırması. Peki, gündem ne olmuştur? “Âdem ve Havva ile Sezen Aksu.” Zamlar? Hayat pahalılığı? Kadın Cinayetleri? Bireysel Hak ve Özgürlükler? Hayır. Gündem; “Âdem ile Havva.” Aynı dönemlerde hayat pahalılığı ile atılan tweet sayısına bakın bir de Sezen Aksu ile ilgili atılan tweet sayısına. İşte dediğim başarı tam olarak budur.

Ve inanın bana bu hiç de kolay değildir. Koordineli bir çalışma ister. Disiplinli bir tarz gerekir. Fikir bütünlüğü oluşması açısından unsurlar arasında ufacık bir kopukluk dahi olmaması lazım. Motivasyonu hep taze ve dorukta tutmak bile başlı başına bir başarıdır. Organize bir ekip çalışması ve ekipten hiç kimsenin su sızdırmaması muhakkaktır. Toplumun hassas noktaları konusunda çok iyi analizler gerekir. İyi bir mühendislik ve sosyal alan çalışması şarttır. Bunu servis etme yetenekleri ve en alt, eğitimsiz ve avam halk tabanının dahi anlayabileceği terminoloji muhakkak en önemli parametrelerden biridir.

Ve tuzaklarla doludur bu yol. Tuzaklar kendileri ya da onlar gibi düşünenler için değil, muhalifler için her yer tuzak doludur. Ve muhaliflerde bu tuzaklara göz göre göre gidip basarlar. Amaç ve gaye bellidir oysa.

Bu kadar kombinasyon içinde, bu kadar tutarlı bir operasyonun ve kolektif çalışmanın başarısız olma ihtimali elbette ki çok çok azdır. Muazzam bir “Sosyal İstihbarat ve Propaganda Yönetimi”

Çalıştırılan, gönüllülük esası ya da bir ücret karşılığı hizmet eden “troll”lerin mesleği, yetenekleri ya da donanımlarının hiçbir önemi yoktur. Çünkü her troll kendi içinde bir askeri birim gibi çalışmaktadır. Ve oluşturulan bir başlık önce liderleri tarafından servis edilir ve alt kadrolar bunların üzerinde sahte hesaplarıyla işlem yapmaya başlarlar. Ve siz elinizde dört basamaklı elektrik faturasını tutarken birden kendinizi ya Sezen Aksu’ya küfrederken bulursunuz ya da Kemal Kılıçdaroğlu ‘nun ne kadar hain olduğunu düşünürken.

Sistemli ve programlı bir çalışma vardır çünkü. Ve bu kesinlikle takdir edilmesi gerekir. Çünkü yürütülen “Sosyal İstihbarat Operasyonu” %100 başarı odağı ile çalışmaktadır.

 “Troll” meselesini teknik olarak masaya yatırdığımızda ve konuyu “Sosyal İstihbarat” ve “Propaganda Yöntemleri” ile değerlendirdiğimizde çıkan sonuç tam olarak budur.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz