Kim Susturdu Tepemizde Uçuşan Martı Çığlıklarını

0
Christian Schloe
Latest posts by Aysun Saygı Köknar (see all)

Son yıllarda sevgi kavramından kaç mil ve hızla uzaklaştık farkında mısınız, Sevgili Okuyucularım.

Hepimiz günlük yaşamımızda güçten, kazanmaktan, başarıdan, almaktan, gitmekten, yakalamaktan, yükselen alçalan kurlardan bol bol bahis açıyoruz fakat ‘sevgi’ sözcüğünü ne kadar da az telâffuz ediyoruz farkında mısınız?

Birbirimizin dedikodusunu yapıyoruz, üzüyoruz, eleştiriyoruz, yumrukluyoruz, görmezden geliyoruz, içimizi dolduran negatif duyguları fütursuzca etrafa saçmaktan hiç çekinmiyoruz. Sözü geçen nahoş hislerle bünyemizi tıka basa doldururken; onları alt edecek, yaşamın asıl anlamı olan pozitif duygularımızın ise esamisi bile okunmuyor. Artık sevgimizi gıdım gıdım verirken kimseyi onore etmiyoruz, özür dilemiyoruz, sarılmıyoruz ve en önemlisi özlemiyoruz. Hiç düşündünüz mü, en son şöyle burnunuzun direği sızlaya sızlaya kimi özlediniz?

Hangi kudret içimizden bu güzellikleri çekip aldı. Ve bizleri içi kof birer insan suretine çeviriverdi. Neden yağmur olup yağamıyoruz, derde derman olamıyoruz, hesapsızca bir kapıyı çalamıyoruz? Üzüldüğümüzde hıçkıra hıçkıra ağlamak bile yasak şu beton mezarlarla dolu kent sokaklarında. Elinde buket çiçeği onu bekleyen kadına doğru koşar adım ilerleyen bir adama bıyık altından gülüp, içten içe hasedimizden çatlarken; neden bizim de ruhumuza kanat taktıran birilerini bulmaya inancımız tazelenmiyor. Niçin hem nazarımız dokunana, hem kendimize sürekli çelme takıyoruz.

Nadir geçilen bir köy yoluna uğrayacak yolcuları, çevredeki kurdu kuşu bile düşünüp çeşmeler, yalaklar yaptıran o güzel insanların artık göçmüş olduğu bilinci mi bizleri bir türlü kurtulamadığımız tükenmişliğimize salıyor ve derinlerde kayboluşumuzu büyük bir keyifle izliyor. Nerelerde yitirdik ruhumuza doğan güneşleri, kim susturdu tepemizde uçuşan martıların çığlıklarını. Ne ara bize yönelen dostâne bir ele uzanırken bile parmak arasına gizlediği bir iğne olup olmadığını düşünecek kadar kendimize yabancılaştık.

Bu sabahtan beri okuduğum iki gazete kupürü aklımda dönüp duruyor. Bir insan kâlbi güvercinleri dahi gözünü kırpmadan zehirleyebilecek derecede nasıl kirlenir, birlikte soluduğumuz şu kapkara medeni hâllerimiz mi bunun cevabı. Yoksa; sahibi oldukları küçücük bir köpeğe ettikleri çeşitli eziyetleri fotoğraflayan Azrail kılıklı iki gençle karşılaştırdığım, o zavallı köpeğin yüzüne yayılan pek çok insanda tezahür etmeyen üzüntü ve utanç dolu soylu ifade mi insanlığımızdan ümit kesiş sebebimiz?

Oysa hani sevmek – sevebilmek yaşamı anlamlı bir biçimde sürmenin yegâne formülüydü. Ve maalesef ki hâlâ satın aldığımız herhangi bir ‘zevk sağlayıcı’ damarlarımıza anlık mutluluklar zerk etmekten başka bir işe yaramıyor. Çünkü sevmek canlı kanlı bir eylem ve her nereye naklediliyorsa o noktayı değiştiriyor, dönüştürüyor adeta özüne yaklaştıran bir başkalaşım yaratıyor ve çok şükür ki dükkânlarda satılacak bir formülü keşfedilmedi. Tonton büyükanne dizlerinde, sımsıcak anne elinin önünüze koyduğu bir tas çorbaya damlattığı limonun nefasetinde veya beybabanızın sizi paylarken yükselen ve detone olan sesinin o komik gelen tınısında, arkadaşlarla kutlanan bir zaferin kahkahasında gizlidir.

Sevmek yaraları kendiliğinden saran, eprimiş zevkleri mahâretle onaran, unutulan duyguları şah damarında hatırlatan, ağaçları yeşillendiren, sarı otları yatıran, çocukları uçurtmalara bindirip uçuran, methiyeler düzdüren, şişenin dibini gördüren, el açıp duâlar ettiren ümitli bir şey. Biçâre kalmış insan evlâdına şu avare dünyada yalnız olmadığını hissettiren, güven veren bir el gibi sırtını sıvazlayıp mücadeleye devam edebilme gücüyle dolduran görünmez bir kuvvet.

Sevmek eylemi hem veren, hem alan için şifalı bir kaynak. Hesapsızca yayılan o saf enerji, eksiklerimizi su gibi doldurup fazlalıklarımızı nötrleyerek kişiyi inceltiyor ve kendiliğinden yüce bir hâle geçiş yaptırıyor.

Bu yüzyılın asıl sorunu ise almadan vermeyi unutmuş olmamız Sevgili Dostlarım. Oysa içimizde tıkanıp kalan güç kanallarımızı açmayı başarabilmek ancak sevmekle mümkün olacak ve böylelikle dünyayı tekrar sevgiyle kucaklayabileceğiz. Kendi içimizde boşalırken dolmak ancak bu sayede mümkün kılınacak. Sevgiyle hemhâl olmadan mutlu bir dünya ve içerisinde kendi gerçekliğini keşfetmiş insanların gezindiğini hayâl etmek güç.

Sevebilmek için sadeleşmek, kirlerimizden arınmaya niyet etmek, koca çınarların gölgesinde sessizce dinlenmek, küçük bir bebeğin avucundan su içmek gerek. İçimizi ve dışımızı saran kötülüklerden sıyrılabildiğimiz kadar sıyrılıp ruhumuzu dupduru akan nehirler bulup yıkamalı ve kendimizi göğerten hakiki gün ışığında kurutmalıyız.

Yaşamımızı saran tüm olumsuzluklara inat, kararlı bir tutuma sarılmalı ve aşka inancımızı yitirmeden yola koyulmalıyız. Çıktığımız her yol, ne de olsa hep kendimize varacak ve en dipte gizli olan sevgi kaynağımızı bulmamız için kendi lisânında gönle o büyülü gizi fısıldayacaktır.  Ne demişti rahmetli Sait Faik:

‘Dünyayı güzellik kurtaracak, bir insanı sevmekle başlayacak her şey.’

İnancımı asla yitirmedim. Dünyayı ‘AŞK için aşkla’ atılan küçük adımlar kurtaracak.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz