Hayat her zaman bayram olmuyor!

0
Latest posts by Aysun Saygı Köknar (see all)

Yaklaşan Ramazan sebebiyle evde tatlı bir telaş başladı. Birkaç gün kala babam Eminönü’ne gitti, envayi çeşit kahvaltılıklar ve hazırlanacak hoşaflar için kuru meyveler alıp geldi. Anneannem de peynirli, kıymalı mantılarını kapamak için yardım önerimi kabul edip beni büyüdüğüme inandırmıştı.

Nihayet Ramazan kapıya dayandığında, davulcu sokaktan gümbedegümgüm diye saati haber ediyor, herkes uyanıp upuzun masanın etrafında sıralanıyor ve geçiştirilmeden sağlam bir yemek yeniyordu.

İlk gece yatarken anneanneme beni kaldırması için söz verdirirdim. Henüz çok küçük olduğumdan bana kıyamayıp, ses etmezdiler. Ben gene de o gece tavşan uykusuna yatıp içeriden çatal bıçak seslerini duyar duymaz gözlerimi ovuştura ovuştura “neden sözünüzü tutmuyorsunuz?” diye söylenip küçük popomu birinin yanına yerleştiriverdim.

Sevgili babam, ben ve rahmetli Soner dayım

Beni görünce “Tamam, hadi o zaman kalktıysan yarın öğlene kadar orucunu tut, bir ortasında bir de sonunda tuttun mu Allah senin orucunu kabul eder.” diyerek beni kandırırlardı. Babamdan da koca bir aferini kapardım. İçimde tuhaf bir sevinç olurdu. Büyüdüğümü hissederdim. Daha birkaç gün önceden hazırlığına başlanan Ramazan yemeklerinin tadı da bir başkaydı hani. Elde açılan tepsi böreklerinin, kapamaların, çorbaların, mantıların, köfte-patateslerin, babamın nefis domatesli pilavının, kuru üzüm hoşaflarının tadını artık hiçbir yerde bulamıyorum.

Uykusuzluktan surat asıp sus pus da olunmaz, yemekler iştahla silip süpürülür, ertesi güne nefs terbiye edilmeye çalışılırdı.

İmece usulü dip köşe bayram temizliği yapılır, anneannem mutlaka kocaman tepsilerde 40 kat cevizli baklavalarını hazır eder, pişirilmek için fırına gönderirdi. Fırından dönen tepsi eve girdi mi bütün evi kızarmış baklavanın kokusu sarardı. Ve daha şerbeti dökülmeden birimiz tarafından mutlaka parmaklanırdı.

Bayram sabahı babam erkenden kalkar, bir ay tuttuğu orucun kurdelesi gibi düşündüğüm bayram namazını eda eder, geldiğindeyse hepimizin bayramlaşmak için kapıda hazır olmamızı isterdi. Kalkılır kalkılmaz kaç gündür başucumuzda bekleyen bayramlıklarımızı sırtımıza geçirir, harçlıklar için cebimizi yoklamayı da unutmazdık. Bayramlaşılır, erkenden kahvaltılar edilir, misafirler beklenirdi.

Yine bir bayram arifesi. Annem elimden tutup bana elbise almak için çarşıya götürdü. İnsan selinin içinde kaybolup, kendimizi hınca hınç dolu dükkânların birinde bulduk. Annem ağzı kalabalık tezgahtardan bir o bir bu elbiseyi indirtiyor, bana denetiyor, sonra ya dikişini beğenmiyor, nıçk nıçk  yapıp ağzının içinde gevelediği cümleleri sıralayarak hevesimi kursağımda bırakıyordu.

Tüm gün dönüp dolaşıp hiçbir şeyi beğenmediğinde eli boş bir halde eve döndük.

Kendimi tutup tutup eve girince, öyle bir “elbisem nerede” diye ağlamaya başladım ki yeri göğü inlettim. Annemse elindeki mezurayla oramı buramı ölçüp biçiyor ve “ben sana en güzelini dikeceğim” diye beni avutmaya çalışıyordu. Elbise için kestiği parçaları eviriyor çeviriyor bir türlü oturtamıyordu. En sonunda annemin oflaya puflaya içinden çıkmadığı kalıbın imdadına anneannem yetişiyordu da bu iş tamam oluyordu. Üzerinde kırmızı çiçekleri, belinde kırmızı kemeri olan beyaz şile bezinden elbisem nihayet başucumda uykuya dalıyordum.

Bayramda uğrunda bayağı zırıldadığım elbisem sırtımda, el öpüp şeker topluyorum, öyle herkese de gitmiyorum. Birkaç yakın komşu, ciciannem, dayımlar, anneannem zaten ilk sırada bir de onun komşusu Aliye Hanım teyze ve kardeşi Mehmet Bey. Aliye Hanım ve Mehmet Bey yaşları bayağı geçkin hiç evlenmemiş iki kardeşti. Aynı evde yaşayan gerçekten ilginç insanlardı. Karikatür kahramanı gibiydiler. 

Bayramda anneanneme uğradıktan sonra üst katta oturan Aliye Hanım teyzelere gidip kapıyı çaldım. Kapı beklemeden açıldı ve “gel bakalım küçük hanım, hoş geldin” cümlesi büyük birine hitap eder tonda söylenerek içeri davet edildim. Üç küçücük odadan oluşan bu dairenin içi dışarıdan vuran güneşin oyunlarıyla gözüme hep esrarengiz görünürdü. Bu sefer de kuralı bozmamış gibiydi. Eşikten atladığımda her adımda gıcırdayan tahta yer döşemeleri bu oyunun en önemli parçasıydı. Her yerde artık antika olmuş eşyalar sıralanmış, tozu üzerinde guguklu saatin kuşu asırlardır yuvasında uykuda gibiydi. Yaz kış kaldırılmayan soba, üzerine örtülen dantelle sehpa niyetine kullanılıyor ve halinden gayet memnun görünüyordu.

O zamanlar birinci sigarasından ben diyeyim iki, siz deyin üç paket içen Aliye Hanım teyzenin tüttürdüklerinin izi evin içine sinmişti. Buna bir de naftalin kokusu karışınca başı dönen midem işi uzatmadı. Sırayla önce ablanın sonra Mehmet Bey’in uzanan ellerini öptüm, onlar da yapraklarına değince dökülen ful çiçeğine dokunur gibi beni öptüler. Evin erkeği hazır olan harçlığımı avucuma koydu. Ben de aramızda gizli bir takas gerçekleşmiş gibi hiç ses etmeden usulca cebime indirdim. Sanki içi saman dolu olan koltuğun kenarına iliştim.

Ve bu bayram erişeceğini umduğum ayaklarım hala yere değmeyince onları keyifli keyifli salladım. Tabakta payıma düşen yemekleri çaktırmadan ona buna aktarma işine devam ettiğim için karşı duvardaki aynaya yansıyan suretime kızgın bir bakış fırlattım. Oturduğum koltuktan balkon camının önündeki sardunyaları ve güneşlenip yalanan tekiri izledim. Oymalı cam şişeden ikram edilen yıllanmış kolonyayı koklayıp, kadife kaplı kutunun içinden renkli kâğıtlara sarılı çikolata, badem, lokum ve sakızlardan hangi birini seçeceğimi şaşırdım.

Ben öylece kutuya bakakalmışken gözüme Aliye Hanım teyzenin elleri ilişti. Sararmış tırnaklı kemikli parmaklarını süsleyen yeşil taşlı yüzüğünü ona kimin aldığını düşünürken ben; o, kırlaşmış kıvırcık kabarık saçları, benli buruşmuş yüzü ve bazıları dökülmüş dişleriyle kocaman gülümseyerek “ birkaç tane de mendiline sar” diye ısrar etti. Yan odadaki radyodan içli bir kemana eşlik eden kadın sesi yükseliyordu. Ve o kadın dilini bilmediğim kelimelerle sanki dans ediyordu.

Aliye Hanım teyzenin Rock Hudson’a benzeyen kardeşi Mehmet Bey “sizinkiler nasıl iyiler mi?” deyip gülümsedi. Takım elbisesi, incecik kravatı, briyantinli taranmış saçlarıyla ablasının aksine öyle hoş görünüyordu ki içimden “film artisti gibi” diye geçti ama bunu söylersem patavatsızlık edeceğimden sadece “iyiler” deyip sustum.

Ayhan Işık’ı andıran sesiyle “Eee kardeşinle aran nasıl?” dedi ve gene gülümsedi. “İyiii dedim, gülümsedim. “Okula bu sene mi başlıyorsun bakalım?” “Evet, Mehmet Bey amca bu sene.” “Sen çok akıllı bir kızsın, eminim çok çalışkan bir öğrenci olacaksın.” dedi ve kahvesinden babam gibi höpürdetmeden bir yudum içti. Ben gene gülümsedim. Ağzımda döndürmekte zorlandığım hindistan cevizli lokumumu nihayet yuttuğumda beni merak edeceklerini hatırlatarak izin istedim.

Bu iyi kalpli insanlar beni sevdiklerini bazen küçük bir söz söyleyerek, bazen saçlarımı okşayarak, yüzüme muhteşem bir varlığa bakar gibi bakarak öyle büyük hissettirirlerdi ki merdivenlerden inerken göğüs kafesimden çıkan iki kanadım olduğunu düşünür ve merdivenleri kuş misali uçarak inerdim.

Öteki sefere utanmayacağım, onları çok sevdiğimi ben de söyleyeceğim diye kendi kendime söz verir, bir dahaki bayramı iple çekerdim.

Bu bayram sizlere “Beni Karınca Kadar Seviyorsan” isimli kitabımdan bir bölümle merhaba demek istedim. Ne o eski bayramlar kaldı ne de o eski heyecanımız ama yine de bayramların gelişiyle içimizin buruk da olsa sevinçle dolmasına engel olamıyoruz.

Çağ değişti, bayramın kutsiyeti artık tatil zamanına çevrilerek güncellendi, zamanı dolan büyüklerimiz de birer birer terki diyar eyleyip bizleri bu dünyada bir başına bırakıp, çekiiip gittiler. En nihayetinde biz büyüdük ve kirlendi dünya… 

Büyüklerimizi ziyaret edip ellerini öptüğümüz, sevdiklerimizle kucaklaşıp hasret giderdiğimiz, komşumuzun kapısını çalıp bir fincan acı kahvesini yudumladığımız, telefon açıp uzaklardaki yakınlarımızın halini hatırını sorduğumuz, mesajlaşarak gönül alıp verdiğimiz bu günlerin çoğu insan için anlam ve önemi eskisi kadar olmasa da her şeye rağmen devam ediyor. 

Yakın geçmişte yüzyılın felaketi ile nitelendirilen bir afetle sınandık, hiç şüphe yok ki çoğumuz bu bayramı her bayram hissettiğimizden de fazla hüzünle yüklü olarak geçireceğiz. 

Depremde evsiz barksız kalıp göçük altında sevdiklerini kaybetmiş yüreği acıyla kavrulan milyonlarca vatandaşımızın üzüntüsünü ta yüreğimde hissediyor,  yaralanıp bedeninin bir parçasını bu felakette kaybetmiş binlerce vatandaşımın sıkıntısını ruhumun her zerresinde duyumsuyorum. O gün bugündür bu da geçer ya Hu diye yatıyor, bu da geçer ya Hu! diyerek kalkıyorum.

Umarım yeni günler hepimize önce sağlık ve afiyet sonra huzur ve bereket getirsin. Yaralarımızı şefkatle saracak imkânlara sahip olalım, yeniden ayağa kalkıp hayata kafa tutacak inadı ve gücü kendimizde bulabilelim.

Hüznün ve sevincin yürekte harman olduğu karmaşık duygularla bu bayramı karşılıyor her birinize hakkınızda hayırlı olan ne varsa Allah’tan onu diliyorum. Zilleriniz hep hayır habere çalsın, kapınız hep sevinçli haberlere açılsın. Yüzünüzden tebessüm hiç eksik olmasın. Ne olursa olsun umut hep başköşenize kurulsun. 

Her işinizde melekler yoldaşınız ve Allah’ın tüm güzellikleri üzerinize olsun.  

Mübarek Ramazan Bayramınızı candan kutluyor; bu anlamlı günlerin tüm evrene iyilikler ve güzellikler getirmesini temenni ediyorum. 

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz