Sistem Tartışmaları ve İnsan Faktörü

2
Latest posts by Sinan Eskicioğlu (see all)

Donald Trump dün yemin ederek görevine başladı. Umuyoruz ki, hem ABD hem dünya için hayırlı olur. Bütün dünya buna odaklanmış durumda, tabii Türkiye de…

Zaten ülkemizde ABD’ye karşı merak ve imrenme azımsanmayacak kadar yüksek boyutlarda. İstanbul’un silüeti bile New York City’yi andırır tarzda. Manhattan görünümünde şehirler gelişmişliğin sembolü olarak görüldüğü için olsa gerek.

Trump, tepkilere ve uyarılara rağmen, göreve geldikten sonra taşları yerinden oynatacak gibi görünüyor. Sistemle problemi olmasa da, sistemde değişiklik yapmak sanki moda olmuş gibi, o da bazı şeyleri değiştirme derdinde. Tabii dünyadaki görünen ve görünmeyen dengeler, tahmin edilemez kelebek etkileri ve sünnetullah dediğimiz sosyal ve doğal müdahaleleri de göz önünde bulundurmak gerek.

Ülkemizdeki sistem tartışmaları ve sistemi değiştirme gayreti Trump’dan önce başladı ve şu an ikinci tur oylamalar yapılmakta. Birçok köşe yazarı arkadaşımız görünen tablo ile ilgili görüşlerini ifade etmekte.

Meclisteki kavgalar, iki bayan milletvekilinin bir birine girmesi, toplumdaki gerilim, ‘ölümüne seninleyiz reisciler’, muhalefet ederken çözümler sunmaya önem vermeyenler, başkanlığa hayır deyip yan çizenler, başkanlık gelir gelmez herşeyin çok güzel olacağını zannedenler…

Hayat koşturmacası, teknolojinin hızına yetişme kaygısı ve insanın ne olduğunu unutma gibi sebeplerden midir bilinmez, başkanlık konusu sanki bir ülkeye monte edilecek bir alet ve bu montajla birlikte herşey düzelecek gibi düşünülüyor.

Her ne kadar Türkiye için Amerikan tarzı hayat çok çekici gelse de, sizlere Avrupa’dan ve özellikle Almanya’dan örneklerle sistemi ve insan-sistem ilişkisini vurgulamak isterim.

Hepinizin bildiği gibi 2. Dünya Savaşı Avrupa’yı ve özellikle Almanya’yı büyük oranda yerle bir etmişti. Almanya’nın o zamanlara ait fotoğraflarını, videolarını görenleriniz olmuştur. Köln’de Dom Kilisesi ve Ford fabrikası haricinde şehir harabeye dönmüş durumda idi. Yenilgiye uğramış bir ülkenin nasıl olduğunu, 1. Dünya Savaşı’ndan ülkemiz bilir zaten. En basitinden baktığımızda, tarihi bile savaşı kazananlar yazmıştır. Ülkedeki ekonomik bozuklukları, kapitülasyonları, galip ülkelerin kontrollerini ve insanların psikolojik ve sosyolojik durumlarını varın siz düşünün.

Böyle bir durumda olan Almanya, 2013 verilerine göre ihracaatı: 1,493,000,000,000 $ olan bir ülke durumuna gelmiştir. Bu gelişme ve büyüme azımsanmayacak kadar önemlidir. Hele savaştan yenilerek çıkmış bir ülke için. Bu gelişmeyi Aachen Teknik Üniversitesi’nde doktorasını yapan Sn. Erbakan da görerek ülkemizde ağır sanayi hamlesi olması gerektiğini her zaman vurgulamıştır.

Kendisi makina mühendisi olduğu için, o pencereden bakmış ve ülkemiz için gerekli ihtiyacın ağır sanayi olduğunu belirtmiştir.

Bugün ülkemizde zaten sanayi gelişmiş durumda ve eksiklik insan kaynaklı ve sosyal bilimlerle ilgili. Ben de bu gelişmeyi bu noktadan size aktarmak istedim.

Savaştan sonra insanların tekrar ülkeyi inşa etmelerini ve gelişmeyi kendi penceremden irdelediğimde, şu kelimeyi sık aralıklarla duymuştum: ‘miteinander’

Birlikte, birbiriyle anlamlarına gelen bu kelime, savaştan sonra yeniden kalkınmanın formulü olmuştur. Savaştan sonra halk birlikte çalışarak bugünkü Almanya’yı meydana getirmişlerdir.

İşte bu kelime bugün ülkemiz için çok gerekli bir kavramdır.

Dışarıdan bakıldığında aslında bizim ülkemizde olması gereken bu kelime; unutulmuş, ötelenmiş, basitleştirilmiş ve önemini yitirmiştir.

Seçimlerde ciddi oranda oy alan akp’nin, bu oylara dayanarak içine girdiği psikoloji, onu başkasını dinlememeye, önemsememeye götürmüştür.

Buradaki Türkler gavur kelimesini çok rahat söylerler, bu kelimeyi Almanlara karşı kullanırken hafife alıcı ve aşağılayıcı tarzda vurgulamayı da çok severler.

Ben de oturup düşünmüşümdür; kendini müslüman addeden, en son mükemmel dinin muhatapları olduklarını söyleyen insanlar ‘miteinander/birlikte’ olmayı beceremezlerken, ‘gavur’ diye etiketlenen Alman halkı birlikte olmayı becermiş ve bugünkü ülkeyi inşa etmişlerdir.

Sistemlerin insanlar tarafından oluşturulduğunun en güzel örneğidir Almanya’nın kalkınması ve şimdiki haline ulaşması.

Başkanlık sistemi olsun yada olmasın, konu sistem değil ey insanlar, konu insanların nasıl oldukları, bu insanların grup içinde nasıl davrandıkları, grup psikolojisini nasıl algıladıkları ve ülkelerine neler verip neler yaptıklarıdır.

Ben bununla ilgili derdimi anlatırken herzaman sürücü ve araba örneğini kullanırım.

En son model mercedes marka spor otomobili, araç sürmeyi bilmeyen birisine verirseniz, yerinden oynatamaz.

Çok iyi bir sürücüye murat 124 model aracı verin, size o araçla harikalar yaratır.

Sistemler insanların oluşturduğu, yönlendirdiği, kullandığı zaman harikalar yarattığı yapılardır. Başkanlık sistemi öyle de böyle de gelecek deniyor ya; ben de sürekli soruyorum:

Bu nasıl bir sihirli sopadır ki, ertesi gün birden dolar tl eşitliği sağlanacak, ülkedeki 11 milyon işsiz iş bulacak, Suriye’li göçmenler ülkelerine dönecekler, kişi başına düşen milli gelir otuz bine yaklaşacak, ülkedeki kadınlar gece yarısından sonra istedikleri gibi sokaklarda gezebilecekler, belediye otobüslerinde tecavüz girişimi falan olmayacak, benzinin litre fiyatı 50 kuruşa düşecek gibi birçok güzellikler…

Başkanlık sistemi gelse de, insanların düşünce tarzı aynı olduğu sürece herşey aynı kalacak.

Korktuğum konu ise, birilerinin sonra çıkıp da:

‘Sayın vatandaşlarımız, biz yanlış düşünmüşüz, hata ettik, hakkınızı helal edin’ demesi.

En kötü sistem de olsa; eğer insanlar ahlaklı, dürüst, iyi niyetli ve iyi insanlarsa; bu insanların yaşadığı bu kötü sistemde kötülükler daha az, iyi ve mutlu insanlar daha çok olur.

Sistem tartışmaları yapılırken Meclis’teki kavgalar bize her şeyi açıkça zaten göstermekte.

İnsanların eğitilmesidir önemli olan, insanların ahlaklı olmasıdır önemli olan, dürüstlüktür önemli olan.

Devasa salonlarda konuşmalar yapıp başkanlığı anlatmakla, toplumda iyilikler gelişmiyor. O büyük salonlarda yapılan konuşmalar insanları daha da radikalleştirip, birbirine düşman hale getiriyor.

Kelebek etkisine, bakışaçısının önemine inanan birisi olarak bunları söylemek daha da vahim bir durum. Mümkün olduğunca iyi noktadan bakıp, iyi olacağına inanmak istiyorum.

Nasıl bakarsak bakalım, ne kadar mükemmel olacak bu sistem dersek diyelim, eğer bunun için iki kadın Meclis’te birbirine giriyorsa, bunun üzerine başka laf etmeye gerek var mı acaba…

Erkeklerin bile Meclis gibi bir ortamda kavga etmeleri kadar basit, ilkel, sığ, primitif durum olamaz. Bu kadar ilkelliği kabullenemezken insan, iki kadının bu duruma gelmeleri…..

Pes yani diyor insan, pes….

İnsan olmadan sistem oluşmaz beyler..

İnsan olmak gerek, insansı varlıklar değil…

Sevgiyle ve bilgiyle kalın…

Önceki İçerikYazarımız Turan Çevik bu hafta muhalefeti düşünmeye davet ediyor: Yeniden yapılanma ve muhalefet partileri..
Sonraki İçerikSinan Eskicioğlu tarihten günümüze bakıyor: 2. DS sonrası Almanya: Sistem Tartışmaları ve İnsan Faktörü
Sinan Eskicioğlu kimdir? 1974 İzmir’de dünyaya geldi. Agah Efendi İlkokulu’nda eğitim hayatına başladı. İzmir İmam Hatip Lisesi’ni bitirdikten sonra ÖSYM sınavlarında Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni kazandı. Kelam dalında ‘Allah’ın iradesi ve Nedensellik Problemi’ isimli bitirme teziyle, gecikmeli olarak 2000 yılında üniversiteden mezun oldu. 28 Şubat sürecinin etkisiyle İlahiyat fakültesi mezunlarının öğretmen yapılmaması yüzünden 2002 yılına kadar ticaretle ilgilendi. 2002 yılında D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi’nde Din Felsefesi dalında yüksek lisansa başladı. Aynı yıl yüksek lisans programını yarıda bırakıp Almanya’ya gitti. Almanya’da Diyanet’e bağlı çeşitli camilerde eğitmenlik ve öğretmenlik yaptı. Duisburg-Essen Üniversitesi Sosyal işler ve yöneticilik bölümünde eğitim aldı. 2007-2011 yılları arasında IGMG (Avrupa Milli Görüş)’de Düsseldorf Bölgesi Eğitim Merkezi müdürlüğü ve bölge eğitmeni olarak çalıştı. 2011-2013 yılları arasında Osnabrück Üniversitesi Protestan Mezhebi bölümünde eğitimine devam etti. 2016 yılından itibaren Ocak Medya gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. 2020 yılında gazetenin genel yayın yönetmenliğini üstlenen yazar Almanca, İngilizce bilmektedir. şimdiye kadar yayınlanmış olan yedi kitabı vardır. Yok Edin İnsanın İnsana Kulluğunu- Kişiselleştirilmiş İslam, Zeytin Ağacı (Roman), Katar istanbul, Müslüman Kardeşlerden Ak Parti’ye İslamcılık., Tarihteki Dindar Zalimler. İbn Sina, İbn Haldun

2 YORUMLAR

  1. Çok önemli bir konuya değindiniz.
    Birlikte olmak aslında Türkiye insanlarının daha yatkın olduğu bir durum diye düşünüyorum. Fakat günümüz Türkiyesinde insanlar kendilerini birleştirenden ziyade ayıran konularla meşguller. Daha önce Ocak Medya’daki bir okuyucu yorumumda Almanya’da yaşadığım yerleşim yerinden bir örnek vermiştim. 6700 nüfuslu bu küçük yerleşim yerinde, insanların sıkça bir araya geldiği, 60’ın üzerinde, hobi, sosyal yardım ve kültürel dernekler var. 2 ayrı salonu olan bir sineması var. Her yıl kültürel gösteriler düzenlenir. Böyle günlerde orta çağ kıyafetlerini giymiş eğlenen insanları görürüz. Almanya’da insanlar biraraya gelebilmek için her fırsatı değerlendiriyor ve yeni fırsatlar yaratıyor. Bu biraraya gelmelerin çok zaman tabi ki ticari yönü de var.

    Önümüzdeki haftalarda Almanya’da 45 yılımı dolduracağım. Bir kaç yılda bir Türkiye’ye gidebiliyorum. Ben de biraz Almanya’ya alışmış gözlerimle Türkiye’ye bakmak istiyorum. Türkiye’deki banka hesabım için kardeşime vekalet vermek istedim. Bankadaki görevli, kardeşim yanımda olduğu halde noterden vekalet istedi. Sebebini sorunca, istismar edenler var, dedi. Almanya’da eşimle bankaya gideriz ve iki dakikada bu iş hallolur. Notere gittik. Noter Alman hüviyetime bakıp, bu hüviyeti tercüme ettireceksiniz, dedi. Hüviyette soyadı, adı, doğum yeri ve milliyeti diye 4 kelime var ve bunlarda üç lisanla (Ingilizce-Almanca, Fransızca) yazılı olduğu halde, noter tercüme olmadan vekalet vermedi. Almanya’da milyonluk bir evi Türk pasaportunu tercüme ettirmeden alıp satabilirsiniz.

    Uyum yasaları çerçevesinde Avrupa Birliğindeki araç sınıflandırmasını üstlendik. Motorlu karavanları özel amaçlı araç diyerek cankurtaran ve itfaiye ile aynı sınıfa koyduk. Almanya’da trafik sigortası en ucuz motorlu taşıtlardan olan karavan Türkiye’de en pahalılarından oldu. Bu kadar örnek yeter. Üstleneceğimiz konuları sanki anahtar deliğinden bakar gibi araştırıyoruz. Daha da kötüsü, anahtar deliğinden bakar gibi insanımızın sadece „istismarcı“ yönünü görüyoruz. Istismarı önlesin diye düşünülen saçma engeller de, insanlarımızı bu konuda daha yaratıcı yapıyor.

  2. Almanya nin Almanya olmasında örtülü başkanlık sistemi vardır. Almanya derin devleti tıkır tıkır işler. 2000 yılı ihracat rakamına da baksaydiniz. Üçe katladı. Çin den ithal ediyor tüm Avrupa ya satıyor. Doğu bloku ülkelerini de birliğe aldı. İkinci el otolarıni onlara satıyor. Kendi halkına da sıfırıni. Yunanistan. buna itiraz etti. Bize önce para gonderdin sonra da ikinci el arabaları milleti rahata alistirdin verdiğin borçlar araba parası olarak sana geri döndü. Senin ekonomin çalışti. Sen kazandın biz kaybettik bu borcu odemiyoruz dedi. Değerlendirme yaparken bakış açısı önemli. Bismark 1871 de Prusya prensliklerini bir çatı altında toplayıp Alman birliğini kurduğunda zaten ortam hazırdı. 1842 den itibaren çift rakamlı büyüme gösteren Prusya prensliklerinin bir araya gelmesi lazımdı. Dünün derebeyleri bankacı sanayici olmaya başlamıştı. Bugün de aynı yapının izleri var. İkinci cihan harbinden sonra Şansölye Konrad Adenauer iki dönem yönetiminde tekrar toparladı. İki Alman firması 2012 de bastırdı . Avrupa parlemontasindan Çin menşeli fiberglas ürünlerine anti damping kararı çıkarttı. Bulgaristan ve Romanya da hiç üretici yok. E tasisana fabrikani buralara. Hani sermayenin emeğin işgücü nun serbest dolaşımı?

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz