- Kamuoyuna Duyuru…! - 30 Nisan 2023
- 1915 Olayları ve Konuşulmayanlar - 25 Nisan 2023
- Neden Ak Partiliyim? - 24 Nisan 2023
Immanuel Kant’ın kötülük problemi konusuna yaklaşımını okumuşsunuzdur.
Tanrı-Kötülük ve Tanrısal Güç denklemiyle ilişkilendirdiği düşünce sistemi Felsefede ve Din Felsefesinde önemli bir konudur.
Kötülüğün neden var olduğuna dair çok çeşitli tezler ortaya atılmış ve ilahi dinlerle ilgilenenler de bu tezlerle ilgili çeşitli yorumlarla ilahi dinlerin konuya yaklaşımlarını ele almışlar.
Kötülük neden var?
Kötülüğün var olmasının en çarpıcı gerçekliği insanın içinde olmasından.
İnsan iyilik ve kötülüğü bünyesinde barındıran bir varlık. Kötülüğünü ortaya çıkaranlar da bize ‘iyiliğin’ ne olduğunu göstermeleri bakımından önemli. Bu durum kötülük olsun anlamına gelmiyor çünkü kötülük zaten var olacak çünkü insan kötülüğü içinde barındırıyor. Yani insan var olduğu sürece kötülük de olacak.
İyiliğin ne kadar kıymetli olduğunu göstermesi açısından bu, çok önemli.
Bir yakınım annesi birlikte Almanya’ya gezmeye geldi ve ben de birkaç gündür bu yakınımla çeşitli vesilelerle Almanya ve Hollanda’nın bazı şehirlerine ziyaretler yapıyorum.
Bu yakınımın annesi ilk defa yurt dışına çıktığı için de çok dikkatli gözlemler yapıyor ve ben de bu gözlemleri dikkatle dinliyorum.
‘Avrupa çok yeşil’
‘Avrupa çok sakin’
‘Avrupalılar nasıl yaşayacaklarını çok iyi biliyorlar’
‘Avrupa ile Türkiye arasında çok farklar var’
‘Avrupa’da kurallar konmuş ve insanlar da bu kurallara uyuyorlar’
Bunlar birkaç gündür duyduğum cümleler.
Bu cümleleri ben de ilk geldiğimde kurmuş ve ifade etmiştim.
Bilmediğim cümleler değil.
Yakınımın annesinin bu cümleleri kullanmasının sebebi ise ‘kıyas’ yapması.
Kıyası yapabilmek için ötekini görmek ve yaşamak gerekiyor.
Almanya’ya geldiğinizde Almanya’nın şehirlerinin daha yeşil olduğunu anlamanız sadece birkaç dakikanızı alıyor çünkü Türkiye’deki şehirlerin özellikle de büyük şehirlerin beton yığını olduğunu biliyorsunuz.
Türkiye’de Avrupa’ya hiç gelmemiş olan milyonlarca insan kıyaslama yapamıyor. Yapamayınca da kendi şehrini ve ülkesini çok iyi zannediyor. Bu zan milliyetçilikle birleşince insan kendini ‘dünyanın en iyisi’ sanıyor.
Bu saydıklarım sadece betonlaşan ülke ile yeşil kalabilen ülke arasındaki farklar.
Bir de sosyal yapı ve gelinen nokta var.
Yazarımız Aysun Saygı Köknar kendi halinde, sakin bir hayatı olan ve sanata çok önem veren bir kişi. Kendisinin bugünkü yazısındaki şu cümleler birkaç gündür duyduğum gözlemleri aktarmama neden oldu.
‘Öfkeye, şiddete şartlanmış durumdayız. Her istediğimizi hiçbir negatif olasılığı düşünmeden elde etmek istiyoruz. Olumsuz duygularımızla baş edemiyoruz. Sürekli mutluluk peşinde koşan yalan dolan karakterler, harcanmış ilişkiler, vasat sözcükler, kıt- kısır döngüler, bağnaz bakış açılarından ortalık geçilmiyor’.
Aysun hanımın bu cümleleri de kıyas sonucu ortaya çıkıyor.
Yapılan bu değerlendirmelerin karşısında olan düşünce ve duygulara hakim olacaksınız ki aradaki farkı ortaya koyabilesiniz.
Tıpkı ‘iyilik-kötülük’ gibi.
Mutsuzluğu anlayabilmek için mutluluk nedir tam anlamıyla bilmeniz ve yaşamanız gerek.
Şiddet sarmalında olan bir toplumu anlayabilmek için de şiddetin daha az olduğu toplumu bilmek biraz olsun bu toplumun içinde yaşamış olmanız gerekiyor.
Evet gerçekten de ‘şiddete şartlanmış’ bir toplum var hemen dibimizde. Bizler de bu toplumla yaşamaya çalışıyoruz.
İşin kötü tarafı da yetkililerin bu şiddet ve kötülüğü olumlu imiş gibi sunmaya çalışmaları. Buradan bir çözüm çıkmaz…
Çözüm olabilmesi için önce sorun olduğunu kabul etmeniz gerek.
Eğer yöneticiler bunun sorun olduğunu kabul etmiyorlarsa bugün olan yarın da olacak öbür gün de.
Kısır döngüye girince de kültürel kodlara işlenmiş olacak.
Kültürel kodlara işlenenlerin değişmesi de yüzyıllar alıyor.
Umarım yüzyıl geçmesine gerek kalmaz.
Sevgi ve Bilgiyle kalın