Prof. İsmail Kara uyarıyor: “Misyonerlik deyip geçemeyiz…”

0

Şu sıralarda Dergah Yayınları’ndan “Müslüman Kalarak Avrupalı Olmak: Çağdaş Türk Düşüncesinde Din Siyaset Tarih Medeniyet” başlıklı kitabı çıkan Prof. İsmail Kara çok yönlü bir bilim adamı.

İstanbul Şehir Üniversitesi İnsan ve Toplum Bilimleri Fakültesi’nde İslam Düşüncesi konusunda dersler veren Prof. Kara, kitapları yanında bilimsel makaleleriyle de kültürümüze hizmet ediyor.

Son yazısı “Misyonerlik Deyip Geçilebilir Mi?” Derin Tarih dergisinin son sayısında yayımlandı.

İşte o yazı:

Misyonerlik meselesi tarihinin hiçbir döneminde sadece Hıristiyanlık dinini anlatmak ve yaymak gibi masum ve meşru kabul edilebilecek bir faaliyetler bütünü yahut hayr u hasenat peşinde dindarane bir davranış biçimi olmadı. Belki onun İslam dininde de var olan tebliğ ve irşat faaliyetlerinden ayrılan en önemli tarafı aynı zamanda çeşitli yollar kullanarak muhataplarının Hıristiyanlaşması için sert veya yumuşak, doğrudan veya dolaylı baskılar uygulaması, dinî bir faaliyete yakışmayacak kadar ince hile ve desiselere başvurması, hatta yardımlaşma faaliyetlerini bunun için kullanmasıdır. Bu tarafıyla misyonerlik aynı zamanda siyasî bir yapı ve pragmatik bir enstrüman olagelmiş, ayrıca son asırlarda diğer dinî hareketleri de bu yönde etkilemiştir.

Roma Katolik kilisesinin (Avrupa Hıristiyanlığının) asırlar boyu yürüttüğü misyonerlik faaliyetlerinin ana muhatapları arasında kendi dindaşları, yani Doğu Hıristiyanlığı ve Hıristiyanları; Ermeniler, Süryaniler, Keldaniler, Nesturiler, Kıptiler, bazı Ortodokslar… vardır. (Bugün duyduğumuzda garipsemediğimiz Katolik ve Protestan Ermeni mezhepleri, kiliseleri ve grupları buralardan çıktı.) Hatta bir yoruma göre misyonerlik diğer dinlerden önce kendine, kendi içindeki farklı inanç gruplarına yönelik bir faaliyet ve mücadele biçimidir.

Çünkü daha kadim olan Doğu Hıristiyanlığı ve mezhepleri, bunların din yorumları daha yeni olan Batı/Roma Hıristiyanlığı ve yorumları için ciddi bir tehdit, daha ötede kendileri için bir meşruluk problemi oluşturuyordu. (Zaten çok yakın zamanlara kadar Hıristiyan mezheplerinin çoğu bir diğerini mümin ve “gerçek” Hıristiyan kabul etmedi, “kâfir” saydı.) Elbette bunun siyasî bir tarafı da vardı: Roma Devleti’yle yakınlaşan, bitişen Hıristiyanlık/Katoliklik yorumunun karşısındaki dinî anlayışlar ve yapılar aynı zamanda siyasî birliği bozan, siyasî-dinî otoriteye itaati, boyun eğmeyi zayıflatan politik bir tehdit olarak telakki ediliyordu. Onların değiştirilmesi, dönüştürülmesi, yeni yoruma ve siyasî merkeze yakınlaştırılması gerekiyordu.

(Derin Tarih, AĞustos 2017)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz