Şark Kurnazlığı, İslam ve Diyanet

0
Latest posts by Sinan Eskicioğlu (see all)

Şark kurnazlığı TDK’da şu şekilde ifade edilmekte: ‘Doğu dünyasının anlayış, görgü ve davranış gibi özellikleri çerçevesinde zamana yayma, boşvermişlik, neme lazımcılık içeren uzun vadeli planlar yaparak bir işte karşı taraftan istediğini elde etme işi’.

Bu açıklamayı biraz açalım.

Doğu dünyasının anlayışı konusu önemli. Aslında bu tanıdığımız bir anlayış. Daha anlaşılır olması için biraz açalım.

İki maddede ele alalım:

Birincisi; Bu anlayışta olarak bu anlayış içinde yaşama. Bunun en güzeli örneğini politikacılarda görürüz. Bu işin piri de, politik hayatımızdan tanıdığımız, sürekli gidip gidip gelen Süleyman Demirel’di. (Allah rahmet eylesin)

Halk tabanında ele aldığımızda ise bazı kalıplaşmış cümleler, bize bu anlayışı çok net ifade eder.

‘Dünyayı sen mi kurtaracaksın’ ya da ‘kurallara uyacaksın da ne değişecek?’

Şark kurnazlığı içinde yaşarken size yardımcı olacak birçok bilgiyi öğrenip benimsemeye başlıyorsunuz. Bundan dolayı da, zarar görmeden yaşamak için şark kurnazı olma süreci başlıyor, isteseniz de istemeseniz de…

İkincisi de; bu anlayışı dışardan biri olarak algılamak. Bu kesime verilebilecek en güzel örnek ülkemizdeki göçmen vatandaşlarımızdır. Onların çok zorluklar çektikleri kanaatindeyim. Ama neticede aynı sosyal yapıda yaşarken, onlar da uymak zorunda kalıyorlar.

Bir de şöyle bir farkındalık da var: Bu yapı içinde yetişip, daha sonra batılı düşünme tarzının hakim olduğu toplumda yaşayarak ‘şark kurnazlığı’nı daha derinden görmek ve hissetmek.

Hayatın içinden örnek verelim: Bir dükkanın vitrinine bakarken işyeri sahibi ya da tezgahtar gelir, sizi içeri alıp malı alacak konuma getirinceye kadar dil döker ve sizinle ilgileniyormuş gibi yaparak konuşur. Ne zaman o malı alacağınız kesinleşsin, işte o an ‘çocuklar, beyefendiyle/hanımefendiyle ilgilenin’ moduna geçerler. Yani anormal ve aşırı ilgi sonrasında normale dönüp umursamama. Makyevelist tarz da diyebiliriz.

Kıyaslamak için daha somut örnek vereyim.

İkinci dünya savaşını yaşayan Avrupa’da herşey yerle bir olmuştu. Erkeklerin çoğu savaşta ölmüş ya da esir olmuşlardı. O durumdan çıkıp, bugünkü toplumu oluşturan Avrupa hepimizin malumu.

İkinci dünya savaşı yaşamamış ülkemiz aynı zaman diliminde olmasına rağmen aynı gelişmeyi gösterememiştir. Bunun sebebi de kollektif bilincin olmayıp, şark kurnazlığı ile yaşanıyor olmasından dolayıdır.

Bu örnekle zihnimde iki düşünce oluştu:

  1. Dünya savaşında erkeklerin çoğu kalmayınca, iş kadınlara kaldı ve Avrupa’yı onlar kalkındırdı. Yuvayı dişi kuş yapar kabilinden. Onlar da egodan ziyade beraber kalkınmayı düşündükleri için bu sonuca ulaştılar. Bu düşünceden sonra şu da aklıma geldi. Bizim kadınlarımız, ya da müslüman ülkelerin kadınları da yapabilir. Evet, doğru. Ama onlar erkek baskısı ile hayatlarını geçirdikleri için, kendileri olamıyorlar.
  2. Bu örnek, şark kurnazlığı içinde düşünenler için rahatsız edici olur ve hemen bahaneler başlar ve bildik cümleler: ‘Avrupa hayranlığı, sömürücü batı (bizi sömürdüler, kendileri rahat yaşıyorlar), bize yaptırmadılar ki, dış düşmanlar bizi engelledi, iç düşmanlar bize komplo kurdu vb.

Şark kurnazlığının dinle/İslam’la ilgisi ve bağına gelecek olursak. Ki, bu çok önemlidir:

İslam, bireylerin bazı davranışlarını kısıtlar. Buna haramlar diyoruz. Bunlar aslında bireyin kendi menfaati içindir. Ama Şark kurnazlığı bakışaçısı içinde olunca, zihinde şu mekanizma çalışmaya başlar: ‘Tamam, bu kısıtlamalar (haramlar) var, ben bunlara uyacağım. İyi de bundan kazancım ne olacak?’

İşte burada da işe cennet girer. Bu kısıtlamaları (haramları) yapmazsan, sana altından sütten ırmaklar akan evler, mücevherler, huriler, gılmanlar, şaraplar, kısaca ne isterseniz…

Hal böyle olunca da, şark kurnazı olan bireylerin oluşturduğu toplum da haliyle şark kurnazı oluyor. İşte böyle toplumu idare etmenin en güzel yolu da DİN…

Diyanet kurumu da bu yüzden ucube ve garip fetvalar ve demeçler içine giriyor.

‘Şeytanlar sol elle yemek yer’ ya da sapkınlıklarla dolu başka cümleler….

Peki bunun sebebi ne.

Yakın tarihimize kadar Din/İslam kişileri ve toplumu şekillendirirdi. Bundan dolayı da dindeki bütün güzellikler, dini uygulamasalar bile diğer kesimler tarafından beğenilir ve takdir görürdü.

Devletin dini/İslam’ı cemaat ve dini gruplarla kullanmaya başlamasıyla bu durum değişti. Kullanıldıklarını anlayan cemaat ve gruplar da, tarikatler de buna dahil, şu düşünceye girdiler:

‘Devlet madem bizi kullanıyor, biz de devleti kullanalım, kadrolaşalım’.

Bu düşünce İslam’ın kalitesini değiştirip, başkalaştırdı.

Sosyal olaylarda değişimler uzun yıllar sürdüğü için, süreç içinde bu değişim anlaşılmadı. Bunun acı sonucu da fetö olayıyla yaşandı.

Ondan sonra da, popülist yaklaşım ortaya çıktı. Gerçi popülist yaklaşım zaten vardı. Olmasaydı dini gruplar, cemaatler ve tarikatler bu kadar çoğalmazdı.

Fetö olayından sonra popülizm resmi söylem haline geldi. Bundan dolayı da Diyanet, halkın istediği fetvaları dile getirmeye başladı.

Haram yemek yaygınlaşınca, halk bunu duymak istemez.

Faiz haram olsa da, faiz yaygınlaşınca, halk bunun yasaklığını duymak istemez.

Ee ne yapsın Diyanet? O da halkın istediği fetvaları verir hale geldi.

Toplumda birçok yanlışlıklar var ama halkın geneli yaptığı için sanki mübahlaşmış. Ama birşeyler de demek gerekiyor. Sol elle yemek caiz değildir diyelim de, birşey demiş olalım düşüncesine girdiler.

Birşey demek gerekiyor mu peki.

Evet, gerekiyor. Yoksa sorular gelmeye başlar mazallah.

‘İslam’da diyanet gibi bir kurum var mı?’ ‘Diyanet’in varlığı İslami mi?’ ‘Diyanet gerekli mi?’ gibi….

 

Sevgi ve Bilgiyle kalın.

Önceki İçerikDin Lazım Mıdır?
Sonraki İçerikGüvenlik Toplantısı’nda Zeytin Dalı Harekâtı görüşüldü..
Sinan Eskicioğlu kimdir? 1974 İzmir’de dünyaya geldi. Agah Efendi İlkokulu’nda eğitim hayatına başladı. İzmir İmam Hatip Lisesi’ni bitirdikten sonra ÖSYM sınavlarında Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni kazandı. Kelam dalında ‘Allah’ın iradesi ve Nedensellik Problemi’ isimli bitirme teziyle, gecikmeli olarak 2000 yılında üniversiteden mezun oldu. 28 Şubat sürecinin etkisiyle İlahiyat fakültesi mezunlarının öğretmen yapılmaması yüzünden 2002 yılına kadar ticaretle ilgilendi. 2002 yılında D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi’nde Din Felsefesi dalında yüksek lisansa başladı. Aynı yıl yüksek lisans programını yarıda bırakıp Almanya’ya gitti. Almanya’da Diyanet’e bağlı çeşitli camilerde eğitmenlik ve öğretmenlik yaptı. Duisburg-Essen Üniversitesi Sosyal işler ve yöneticilik bölümünde eğitim aldı. 2007-2011 yılları arasında IGMG (Avrupa Milli Görüş)’de Düsseldorf Bölgesi Eğitim Merkezi müdürlüğü ve bölge eğitmeni olarak çalıştı. 2011-2013 yılları arasında Osnabrück Üniversitesi Protestan Mezhebi bölümünde eğitimine devam etti. 2016 yılından itibaren Ocak Medya gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. 2020 yılında gazetenin genel yayın yönetmenliğini üstlenen yazar Almanca, İngilizce bilmektedir. şimdiye kadar yayınlanmış olan yedi kitabı vardır. Yok Edin İnsanın İnsana Kulluğunu- Kişiselleştirilmiş İslam, Zeytin Ağacı (Roman), Katar istanbul, Müslüman Kardeşlerden Ak Parti’ye İslamcılık., Tarihteki Dindar Zalimler. İbn Sina, İbn Haldun

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz