Susma, sustukça!

0
Latest posts by Aysun Saygı Köknar (see all)

Tüm Türkiye geçen haftadan beri Mehmet Aydın isimli genç bir adamın Çiftlik Bank adlı şirket aracılığıyla 77 bin üyesinden almış olduğu milyonlarca dolarla sırra kadem bastığı haberiyle çalkalanıyor.
Açık konuşmak gerekirse olay patlak verene kadar böyle bir internet oyununun varlığından dahi haberim yoktu. Kimsenin kimseye menfaati olmadan bir bardak su bile vermediği bu zamanda onca insanın ‘yüksek kâr vadetti’ diye elinde avucunda ne varsa böyle ne idüğü belirsiz birine emanet etmesine ise şaştım kaldım diyebilirim.
Yolsuzluk ortaya çıkıp, uyanık oğlanın bir değil, iki değil tam 77 bin 843 kişi dolandırıp ortadan kaybolduğu andan itibaren ben de neymiş bu işin aslı astarı diye görsel ve yazılı basında çıkan haberleri ilgiyle takip etmeye çalışıyorum.
Ne eğitimi, ne de zekâ seviyesinin bu tür nitelikli bir dolandırıcılığı tek başına yapmış olma olasılığına inanmadığım melül bakışlı Mehmet’in çevirdiği dolaplar inanılacak gibi değildi. Sistem hakkında bilgi edindikçe beynimin içinde Nil’in ‘Organize işler bunlar’ parçasının nakarat kısmı bozuk plak gibi dönüp duruyor. Bu konuyu adlî makamların en kısa sürede çözmesi dileyerek benim asıl değinmek istediğim kısma gelmek istiyorum.
Çiftlik Bank mağduru bir kadına acar muhabirimizin yöneltmiş olduğu sorunun cevabı aslında bu olayın nasıl bu hâle gelmiş olduğunun en güzel yanıtıydı. Bayağı yüklü miktarda parasını çeteye kaptıran gözü yaşlı kadın ‘Paranızı yatırırken şirket hakkında hiç araştırma yapmadınız mı? Diye soran muhabire ibretlik bir yanıt verdi : ‘Üyeler içerisinde doktorlar, avukatlar ve iş adamları vardı. Bu kadar insanın aptal olamayacağını düşündüm!’
Kitle psikolojisi 19. Yüzyıldan beri bilim insanları tarafından incelenen bir konu. Kitlelerin sorgulamadan birbirine benzer davranışlar sergileyebildiklerine de şahit olmuşsunuzdur. Uzmanlar, eğer bir tutum ya da inanç kalabalık bir grup tarafından kabul görüyorsa başka bir kişinin de aynısını benimseme olasılığının artmakta olduğunu söylüyor. Ve ne yazık ki bu durum kimi zaman insanların fikirlerini ve kararlarını olumsuz etkileyerek hatalı davranışlar sergilemesine neden oluyor.
Ardından iki gün önce Balçiçek İlter’in programında bir hasta bakıcının özel bir hastanede şahit olduğu aslında resmen cinayet denilebilecek itirafları gündemi sarstı.
Önce yirmi aylık özürlü bir bebeğin solunum yetmezliğiyle hastaneye getirildiğini, muayene sırasında tecavüze uğramış olduğunun belirlendiğini anlattı. Hastaneye getirildikten birkaç saat sonra hayatını kaybeden bebeğin durumunun hastane tarafından polise bildirilmediğini iddia eden kadın, durumu polise kendisinin ihbar ettiğinin altını çizdi. Küçücük bir bebeğin başına gelenlere mi üzülelim hastanenin ihmaller zincirine mi karar vermeye çalışırken hasta bakıcı çarpıcı açıklamalarına devam etti.
Hasta bakıcı Tuna B. nin bir diğer iddiasına göre aynı hastanede görevli hemşireler ayrı ayrı zamanlarda, ölüm döşeğinde olan üç yaşlı hastaya damardan potasyum enjekte ederek ölümlerini hızlandırmıştı. Cinayete kurban giden hastalardan biri de ses sanatçısı Cenk Eren’in annesi idi.
Çalışmaya yeni başladığı ilk günlerde şahit olduğu bu olaya önce bir anlam veremediğini sonrasında yapılan şeyin ne olduğunu öğrendiğini anlatan hasta bakıcının iddiaları insanın uykularını kaçıran cinsten. Kan donduran bu olayı büyük bir soğukkanlılıkla itiraf eden Tuna B. hastanede meydana gelen bir takım usulsüzlüklerden başkalarının da haberinin olduğunu, ancak sustuklarını anlattı.
Kitle psikolojisi burada da devreye giriyor. Dışarıdan gelip başka bir doktorun kaşesini kullanarak mesleğini icra eden hekimler mi dersiniz. Ölüm döşeğinde olan hastalara ötenazi uygulayan hemşireler mi dersiniz. Tüm bunları belki yeterli eğitim almamış ama içinde hâlâ saf bir yürek taşıyan genç bir kadın görüp, idrak edip dillendirirken diğerlerinin neden sustuğunu sizler de benim gibi merak ediyor musunuz?
Canımızı kimlere emanet ediyoruz dedirten bu açıklamalar toplumuza bir kanser gibi bulaşmış olan riyakârlık, kötülük, empati ve sorgulama yoksunluğunun sağlık sektörüne de sıçramış olduğunun bir kanıtı gibiydi.
Aslında doğrusunu isterseniz soru sormanın suç sayıldığı, birileriyle aynı fikirde değilse sahneden itelenip sesinin iyice kısıldığı bir ortamda çoğunluğun haksızlıklar karşısında donup kalması da artık hiç şaşırtıcı gelmiyor.
Bana dokunmayan yılan kimi sokarsa soksunların, adamsendeciliğin, her pisliğe metanetle göz yummanın, şark kurnazlığı yapayım derken yaya kalmanın ceremelerini işte böyle hep birlikte ödüyoruz.
Eee sevgili dostlarım % 50 + % 50 = Milli İrade külahı alıp önümüze ne eğitim, ne sağlık sistemi, ne ekonomi, ne siyaset, ne bilim, ne teknolojide -nereye gidiyoruz bizi- aklı selim bir biçimde sorgulayıp, konuşup anlaşmadıkça daha çok diyet öderiz gibime geliyor.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz