CHP Sözcüsü Öztrak: Milletimiz, 6 Mayıs’ta sandık darbesiyle gasp edilen mazbatayı yeniden Ekrem İmamoğlu’na vermek için gün sayıyor

0

CHP Genel Başkan Yardımcısı ve Parti Sözcüsü Faik Öztrak, düzenlediği basın toplantısında gündemi değerlendirdi. “Sarayın kibirli adamının kaprislerinin, rant hırsının bedelini sadece 16 milyon İstanbullu değil, 82 milyon yurttaşımız ödüyor.” diyen Öztrak, şunları söyledi:

“Ülkemiz son 6 aydır seçim atmosferinden bir türlü çıkamıyor. Herkesin işine gücüne dönememesinin, millete ağır bir bedeli var. Ekonomideki kriz her geçen gün biraz daha derinleşiyor. Ekonomi son iki çeyrektir daralıyor. Öncü göstergeler ve sokaktan yükselen sesler, içinde bulunduğumuz bu çeyrekte de ekonominin iyi gitmediğini gösteriyor. Önemli bir iç talep göstergesi olan otomotiv sektöründeki satışlar Mayıs ayında da düşmeye devam etmiş. 2019’un ilk beş ayında toplam araç satışlarındaki düşüş yüzde 50’yi bulmuş. Bu sektörden ekmek yiyen binlerce çalışanımız var. Bu çalışanların bir kısmı ekmeğinden oldu. Büyük kısmı ise tedirginlik içinde bekliyor. Bayilerin kapanma noktasına geldiği söyleniyor.

Ekonomide güven yerlerde sürünüyor. Tüketici güveni, Mayıs ayında tüm zamanların en düşük seviyesine indi. Yine reel kesim güven endeksi de son yedi ayın en düşük değerine geriledi. Tüketim için bir diğer önemli gösterge kredi kartı harcamaları… Yılın ilk beş ayında kredi kartı harcamaları reel olarak düşmüş. Yine tüketici kredileri de, reel olarak gerilemiş. Tüm bunlar ekonomide tüketicilerin iştahının kesildiğini, geleceğe güvenlerinin kalmadığını, borca battıklarını, yeniden borçlanacak durumda olmadıklarını da gösteriyor.

Ama dün, BDDK bir karar aldı dedi ki, bazı ürünlerde kredi kartlarıyla yapılacak alışverişlerde taksit sayılarını artırıyorum dedi. Zaten borca batan millete, “vadeyi uzattım biraz daha borçlan” diyerek bu işleri çözmeye çalışıyorlar. Aslında iktidar ezberini hiç bozmadı. Mali piyasalardaki ihtiyati tedbirleri gevşeterek, vatandaşı borca batırarak işleri düzelteceğini zannediyor. Oysa milletin borca değil işe, aşa, doğru düzgün gelire ihtiyacı var. Saray ise İstanbul seçimleriyle uğraştığı için vatandaşı aspirinle, pansumanla uyutmaya çalışıyor.

Sadece tüketim değil, yatırım ve üretim iştahı da kalmadı. Makine-teçhizat yatırımları son dört çeyrektir, toplam yatırımlar ise son üç çeyrektir geriliyor. Nisan’da yatırım malı ithalatı, geçen yılın aynı ayına göre, yüzde 28 düşmüş. Yani bir başka ifadeyle yatırımdaki sıkıntı Nisan ayında da devam etmiş, hatta derinleşmiş. Yine imalat sanayi satın alma yöneticileri endeksi, Mayıs’ta çok sert bir biçimde düşmüş. Bu endeks 14 aydır kritik eşik olan 50’nin altında seyrediyor. Firmalarımızın özellikle yeni sipariş alma konusunda çok sıkıntılı oldukları bu endeksten takip edilebiliyor. Hem tüketim, hem de üretim tarafında yaşanan bu kaygı verici gelişmeler belirli sektörlerde yapılan vergi indirimlerine rağmen hala sürüyor. Ancak beyaz eşya ve mobilya gibi sektörlerde uygulanan vergi teşvikleri de kısa süre sonra kalkacak. Bunları sürdürmek için bütçe de imkân var mı? O da şüpheli…

Dün Mayıs ayı hazine nakit dengesi açıklandı. Geçen yılın Mayıs ayında 21 milyar TL fazla veren hazine nakit dengesi, bu yıl 15 milyar TL açık vermiş. Yine bu yılın ilk beş ayında Hazine’nin toplam nakit açığı, geçen yıla göre yüzde 478 artmış, 67 milyar TL’ye çıkmış. Bütçedeki bozulma olağanüstü. Tek seferlik gelir ve giderler ayıklandığında, yılın ilk dört ayında 16 milyar TL olan faiz hariç açık birdenbire 61 milyar TL’ye sıçrayıveriyor. Oysa 2019’un tamamı için program tanımlı dediğimiz açığın 2 milyar TL civarında kalması hedeflenmiş. İki milyar neresi, 61 milyar neresi? Daha yılın ilk beş ayında hedefin 31 katına çıkmışız.

Bu arada en büyük sıkıntılardan birinin de sosyal güvenlik kuruluşlarının açıklarında olduğu görülüyor. İlk dört ayda bütçeden sosyal güvenlik kuruluşlarının açıklarını finanse etmek için yapılan transferler, 17,3 milyar TL olmuş yani 17 milyar lirayı aşmış. Bütçeden yapılan kaynak transferi, geçen yılın aynı dönemine göre ikiye katlanmış. 17 yılda vatandaşın canını yakacak her türlü tedbiri aldılar sosyal güvenlik alanında. Emeklilik yaşını arttırdılar, binlerce mağdur yarattılar. Ama döndüler dolaştılar, sosyal güvenlik sistemini yeniden iflas noktasına getirdiler. Ama hala bugünkü günahlarının üzerini örtmek için geçmişe atıp tutmaktan da bir türlü vazgeçmiyorlar.

Tüm bunlar bize iki şeyi gösteriyor. Birincisi, bütçe imkânları seçimler için zaten sonuna kadar zorlanmış. Bütçede tüketim ve ekonomik büyümeyi canlandıracak, politikalar için, daha fazla bir manevra alanı bırakılmamış. Ancak, seçimlerde yapılan mızıkçılık nedeniyle, bu genişlemenin yani seçimler nedeniyle bütçede yapılan genişlemenin etkisi de saman alevi gibi olmuş. İkincisi, bırakın gevşek maliye politikası uygulamayı, iktidarın bütçeyi toplayabilmek için seçimlerden sonra yeni vergi ve kamu zamlarına hazırlandığı artık açık seçik görülüyor. Bu ne demek? Bu daha fazla hayat pahalılığı demek, daha fazla işsizlik demek ve ekonomideki daralmanın önümüzdeki dönemde de sürmesi demek.

Ekonomideki sert daralmaya bağlı olarak cari açık düşüyor tamam ama Damat bakan ‘Haziran’da iktidarları döneminde ilk defa cari açığın sıfırlanacağını’ müjdeleyince bu biraz garip oluyor. Hasta ruhunu teslim ederken, kanı çekilmişken acemi doktor bunun tansiyon sorunu kalmadı diye övünüyor. Önemli olan ekonomi kanlı, canlı iken tansiyon sorunu yaşamamak… ekonomi büyürken, cari açık vermemek… Bu da ancak ciddi, derli toplu, ayakları yere basan, güven uyandıran bir programla olabilir. Böyle pansuman tedbiriyle, yok aspirin tedavisiyle bu işleri geçiştirmek mümkün değildir.

Tekrar söylüyorum ekonomiyi bu hale küresel güçler falan getirmedi. Ekonomiyi bu hale getiren yatırım ve üretim yerine, ithalatı; kazanç yerine borcu şişiren sıcak paraya yaslanan AK Parti iktidarıdır. Biz bunun için ‘böyle iktidar varken bu memleketin dış düşmana da zaten ihtiyacı yoktur’ diyoruz. ‘Beka, beka’ bütün seçim boyunca bunu dinledik bundan önce 31 Mart’a kadar. Şimdi jeo-stratejik riskler artarken asker sayısını yarıya indirip güvenlik zafiyeti yaratmaktan çekinmiyorlar. Doğru düzgün meclise de bilgi vermiyorlar. Ondan sonrada çıkıp sarayın kibirli adamı, ‘Komuta kademesi, güvenlik zaafını düşünemeyecek kadar basiretsiz mi?’ diyerek sorumluluğu TSK’ya yıkıyor. ‘Ben komutanım, ben başkomutanım, ben tek adamım’ derken birden bire son derece mütevazı bir hale geliyor.

Dün AK Parti Genel Başkanını izledik. ‘Çaldılar, çırptılar’ deyip gerekçesiz seçim iptaline gerekçe arayıp durdu. Bunu aslında emir kulları YSK dahi yazamadı çalınmayı, çırpmayı. O hala daha mızıkçılığa devam etmek istiyor. Belediyedeki işçilerle, belediye başkanlarımızı karşı karşıya getirmek için bir sürü kumpas tezgâhlıyorlar, filmler gösteriyorlar orada. Biz işçilerimizin özgürce örgütlenmesini daima savunduk, bunun mücadelesini verdik, bu hakların anayasaya girmesini sağlayan bir partiyiz biz. CHP böyle bir parti. İşçilerimiz hakkını, hukukunu kimin, hangi sendikanın en iyi şekilde koruyacağına inanıyorsa o sendikanın şemsiyesi altında örgütlenme konusunda tamamen özgürdür.

Biz AK Parti gibi çalışanlara sendika dayatması yapmıyoruz. Herkesi kendileri gibi biliyorlar. Adalet ve Kalkınma Partisi belediyeciliğinin cenderesinden, dayatmasından kurtulan çalışanların istedikleri sendikaya gitmelerini saray şimdi kalkıp da kimseye dayatma diye yutturmaya kalkmasın. Alın teri döken, namusuyla çalışan her emekçi, her işçi bizim başımızın tacıdır. Tekrarlayalım, kendi siyasetinin finansmanı için belediyeleri arpalık olarak gören anlayışa karşıyız.

Dün, Çorlu tren kazasında sevdiklerini kaybetmiş acılı ailelerimize Anayasa Mahkemesi kapısında hak ararlarken yapılan muameleyi üzüntüyle karşılıyoruz. Acılı ailelerin üzerine biber gazı ve plastik mermi sıkmak hangi vicdana sığar? Facianın gerçek sorumlularının yargılanması için mücadele veren hemşerilerime yapılan bu muameleyi şiddetle kınıyoruz. Milletimiz, 6 Mayıs’ta sandık darbesiyle gasp edilen mazbatayı yeniden Ekrem İmamoğlu’na vermek için gün sayıyor. Hakkın yerini bulacağına ve 23 Haziran’da her şeyin çok güzel olacağına bizim inancımız tam.”

Ordu’da yaşanan VIP tartışması ve hafta sonunda televizyonda karşı karşıya gelecek İstanbul Büyükşehir Belediye Başkan adayları Ekrem İmamoğlu ve Binali Yıldırım hakkındaki sorular üzerine Öztrak, şöyle konuştu: “Ekrem İmamoğlu gerekli açıklamayı yapmıştır. Kendisi kamuoyunda bilinen, tanınan bir insandır ve ne söylediğini, ne ettiğini gayet açık bir biçimde kamuoyunun önünde açıklamıştır. Bundan sonrasında süren tartışmanın ne olduğunu ben anlamakta zorluk çekiyorum. Ve açıkçası burada yeniden bir başka gelişmenin olduğunu hissediyorum. Yayınla ilgili ortadaki bu talebin yine Ekrem İmamoğlu, ‘Bu İsmail Küçükkaya’ya iletilmiş olan bir talep değil. Onların Genel Başkan Yardımcısı ve bizim Grup Başkanvekilimiz kendi aralarında bu müzakerenin formatını tartışırlarken diğer taraftan Sayın Binali Yıldırım tarafından, yani Binali Yıldırım’ı temsil eden kesimden böyle bir talep geldi’ dedi. Dolayısıyla İsmail Küçükkaya’nın bunu bilmesi mümkün değil. Onun için var mı yok mu böyle bir talep, buna cevap verecek olan Mahir Bey ve Engin Bey.”

Amerika’dan Ankara’ya gönderilen S-400 VE F-35’lerle ilgili mektup ve Dışişleri Bakanının konu hakkındaki açıklamasıyla ilgili bir başka soru üzerine de Öztrak, şu değerlendirmelerde bulundu: “Mektup açık. Şunu ifade edeyim, bu mektup ABD’de Savunma Bakanlığının web sayfasında yayınlanmamış olsaydı bizim bu mektuptan haberimiz olmayacaktı. Ama adamlar saydam, şeffaf oturdular bu mektubu web sayfalarında yayınladılar. Mektuba baktığınız zaman, mektuptaki ifadeler büyük ölçüde geçmişte Türkiye’ye Kıbrıs’taki gelişmelerden sonra ABD’nin o dönemki Başkanı Johnson tarafından verilen mektuba benziyor.

Ültimatomsa ültimatom var. ‘Ya bunları bunları yaparsın ya da seni şu projeden çıkarırız’ diyorlar. Dolayısıyla ifade ültimatom ifadesidir. Yetmez geçen haftada söylemiştim orada çok önemli bir başka husus daha var. Diyor ki, ‘Bu konuda senato ve kongre benim arkamda, beni destekliyor.’ Zaten nitekim daha sonra kongrede alınan kararlarla bu özellikle bütçenin alt komitesinde alınan kararlarla bu husus ortaya çıktı. Ama Türkiye’ye dönüp, bize dönüp baktığınızda bizde bu mektup maalesef meclisimize gelmiş değil. Meclisimize yeterli bilgi verilmiş değil.

Sanki bu S-400 meselesi Amerika’yla ilişkiler sarayın kişisel meselesi. Böyle olduğu zaman da karşı taraf karşısında zayıf kalıyoruz. Gereken sertlikte, ağırlıkta cevap vermekte yetersiz kalıyoruz. Bir hafta geçmiş mektup geleli buraya Milli Savunma Bakanı hala daha cevap yazacaklarından bahsediyor. Ve açıklamalara da baktığımız zaman açıklamalar son derece zayıf açıklamalar. Tekrar söylüyorum, o mektuptaki gelişmelerle ilgili bilgiyi ve Türk tarafının bu konudaki yaklaşımı konusunda TBMM biran önce bilgilendirilmelidir. Bu mesele sarayın şahsi meselesi olarak kalmamalıdır.

Binali Yıldırım’ın “Ekümenik Patrik” ifadelerinin sorulması üzerine de Öztrak şunları söyledi: “Ekümenik ifadesi Türkiye’nin Lozan’da reddettiği bir ifadedir. Yani sadece Türkiye açısından değil, uluslararası ilişkiler bakımından da sıkıntı yaratan bir husus olması nedeniyle ekümenik ifadesini Lozan’da Türkiye reddetmiştir. Dolayısıyla eski bir Başbakanın, daha önce Başbakanlık yapmış, Millet Meclisi Başkanlığı yapmış bir kişinin twitinde kalkıp ekümenik ifadesi kullanmasını anlamak mümkün değildir. Anlaşılan İstanbul’un rantını elden bırakmamak için ellerinden gelen her şeyi yapacaklar.”

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz