Epistemolojik olarak can çekişen güzel ülkem

0
Latest posts by Aysun Saygı Köknar (see all)

Öfke, şiddet, kin, nefret hayatımızda kol geziyor… 

Şu koskoca hayatta her an birilerinin sözlü, yazılı ya da kasten tacizi ile karşı karşıya kalıyoruz. Sanki herkes gerçek olmayan kurgulanmış bir filmin içinde sanal olarak varlığını sürdürüp, hayatta kalıp, etik ya da değil ama nasıl olursa olsun mutlaka puanını artırma derdinde. 

Sokağa çıktığınız andan itibaren insanların içlerinde birikmiş olan o öfkeyi hem yüzlerinden hem de beden dillerinden okumanız mümkün. Karşı arabadaysanız size yol vermeyi gurur ya da incinme vesilesi yapan, eğer yayaysanız, yaya geçidinde dahi olsanız sanki kullanılacak başka canınız varmış gibi size izin vermemek için arabasını neredeyse üzerinize süren ve artık kazaya ramak kala son anda ayağı frene giden agresif insan yığınları ile yaşamak zorundayız. 

Bir de bunların karşılıklı yolda yürümeye kalksanız burnunuzun ucuna gelene kadar bodoslama üzerinize doğru gelip bedeninizi ya sıyırıp, ya da tacizkâr bi’ omuz atıp geçen grubu var ki, sormayın.   

Kızgınız, hem de çok kızgın. Tüm dünyaya karşı düşmanca duygular besliyoruz. İnsana, hayvana, doğaya hatta kendimize karşı öfkeyle doluyuz. Ve bunun nedenini, nasılını düşünmeden yaşayıp gidiyoruz. İşin acıklı tarafı iç görümüzün sesi bir biçimde o derece kısılmış ki ne yaptığımızın farkında bile değiliz. 

Yaşıyoruz ama “haybeye” derler ya işte olay tam da bu. 

Üstüne üstlük etrafa kibirden örülü duvarlarımızın ardından bakıp, altı nereden doldurulduğu belli olmayan egolarımızla “küçük dünyaları ben yarattım” havalarıyla arşınlıyoruz şu cağnım dünyayı. 

Cebimiz azıcık para gördü diye kendimizi ağaçların, yolların, güneşin, ayın, arabaların, mekânların hatta insanların sahibi olduğumuzu, bir parmak hareketimizle hepsinin emrimize amade olacağını düşünüyoruz. Birileri bizi paramız olduğunda her şeyin sahibinin biz olduğu yalanına inandırmış gibi.

Palas pandıras bir yaşam, palas pandıras ilişkiler sonucunda elde var koskocaman bir hiçlik.

Evimiz, arabamız, pahalı giysilerimiz, bankada dolarlarımız, arkamızı kollayan birileri, her şeyimiz var ama insanlığımız kayıp durumda. Nezaket, incelik, kibarlık, hoşgörü, sevgi, saygı, edep, efendilik, hanımefendilik gibi konular bizden o kadar uzak ki…

Parayla her şeyi satın alabileceğimizi sanıyoruz ama güzel olan hiçbir değer ne yazık ki parayla satın alınamıyor. Boş kalan yeri de öyle kolay kolay satın alınan hiçbir meta ile doldurulamıyor. 

Geçtiğimiz günlerde Ankara’da ekmeğini kazanmak için gece yarısı çalışmak zorunda olan, hayatını bu yolla kazanan müzisyen Onur Şener sırtını birilerine dayadığı çok belli üç devlet memuru tarafından istekte bulundukları parçayı bilmediği gerekçesiyle vahşice katledildi. Böylesi şımarıkça bir nedenle hayatının baharındaki gencecik bir insan beş yaşındaki kızından ve sevenlerinden koparıldı.

İnsan yaşanan bu üzüntü verici olayların karşısında gerçekten ne diyeceğini bilemiyor. Hakikaten sözün bittiği yerdeyiz. 

Araştırmalar öfke üzerinde durmanın öfkeyi yatıştırma değil, artırma potansiyeline sahip olduğunu gösteriyor. Uzmanlar eskiden öfkeyi boşaltmanın bir bardak biranın köpüğünü üflemek gibi olduğunu söylerdi: Birkaç kez höpürdettikten sonra onunla işiniz biter derdi. Aksine, etkisinin ateşe üflemek gibi olduğu, ne kadar çok üflerseniz alevin o kadar kuvvetlendiği ortaya çıktı. Fizyolojik düzeyde düzenli olarak öfkeyi ifade etmek, beynin olumsuz duygulara ayrılmış bölümünü genişletiyor. Yani ne ekersen onu biçiyorsun. Öfkeye bu kadar çok beyinsel alan ayrıldığında, öfke şartlı bir tepki haline gelebiliyor.

Öfkeye, şiddete şartlanmış durumdayız. Her istediğimizi hiçbir negatif olasılığı düşünmeden elde etmek istiyoruz. Olumsuz duygularımızla baş edemiyoruz. Sürekli mutluluk peşinde koşan yalan dolan karakterler, harcanmış ilişkiler, vasat sözcükler, kıt- kısır döngüler, bağnaz bakış açılarından ortalık geçilmiyor.

Öylesine şeyler yaşıyoruz ki kanımız donuyor. Kızıp annesinin kafasını kesip sokak ortasına atan canilerle, “hayır” yanıtı alınca gözünü kırpmadan karısının canını alanlarla, tavrını tarzını beğenmedi diye sosyal medyadan içindeki kini nefreti sağa sola kusan insanlarla aynı toplumu paylaşmak bana zulüm gibi geliyor.

Milletin hali içler acısı, memleket talan edilmiş, vatandaşın cebinde ekmek alacak parası yok, halk işsizlikten kıvranıyor bir de halimizden anlamasını umduklarımız şu an hiç kimsenin gündeminde olmayan konusu yıllar önce kapanmış başörtüsünü tutup gündeme taşımıyor mu!

 İnsanın içinden “Eyyy muhalefet sizin amacınız ne, siz kimin tarafındasınız!” Demek geçiyor.

Yıllardır içine düşmüş olduğumuz çaresizlikten, belirsizlikten, anlaşılamamaktan, baskıdan millet gözü dönmüş hâlde sağa sola saldırmaya yer ararken muhalefet “bunu kanunla düzenleyelim” iktidar “anayasaya koyalım” diyerek birbirleriyle münasebetsiz biçimde laf yarıştırma telaşındayken günlerimiz gecelerimiz heba oluyor. 

Muhalefet kanadı gitgide muhafazakârlaşma adımları ata dursun üç aylık aranın ardından meclisin bir numaralı gündem maddesi olan sosyal medya yasası AKP ve MHP’li milletvekillerinin oyları ile kabul ediliyor. Kötüye kullanılması hakkında birçok spekülasyon yapılan yasa ile haber alma özgürlüğümüz biraz daha kısıtlanacak mı hep birlikte ileriki günlerde ne göreceğimizi düşünüyoruz. 

Ekonomimiz desen tepetaklak olmuş Bakan Nebati kimsenin anlamadığı cümlelerle kafa karıştırmaya devam ediyor. Amaaan canım, sorduğunda da epistemolojik olarak can çekişen güzel ülkemi nörologlara havale edip işi çözüyor.  

Biz dış güçler, beşli çete, hazinenin kasası derken yirmi yılda milletin el değmedik hiçbir ahlaki değeri, ülkenin delik deşik edilmedik hiçbir güzelliği kalmamışken iktidarın pek saygın bakanları işlerini layıkıyla yapmak yerine ellerinde olsa kimseye zararı dokunmayan gökkuşağını bile üfleyerek dağıtmakla meşguller. 

Neler gördük geçirdik, ne günlere kaldık sevgili dostlarım. Kimse halimizden anlamıyor.

Biz “tırlatmaya az kaldı doktorum nerde?” diyoruz Başkan Erdoğan “Almanya’da, Fransa’da raflar boş.” Demekle yetiniyor. Sayın yetkililerimiz dönüp de bizde insanların ürün almak için cüzdanlarının tam takır kuru bakır olduğunu bi’ tarafına bile takmıyor.

Aynanın karşısına geçip birilerinden özeleştiri yapmasını bekliyoruz ama AKP’li milletvekilleri milletle dalga geçer gibi abuk sabuk açıklamalarla milletin alım gücünün nasıl da arttığından bahsediyor. Bizimse bir market poşetimiz en azından beş yüz altı yüz liracıkla doluyor, okula giden gençlerimiz öğün azaltarak mideleri guruldayarak günü kurtarmaya çalışıyor. 

Tam da aya uydu gönderecekken her şeyin fiyatı roket olmuş kendiliğinden uçuyor. Bizler aciz ve zavallı bir yol yutkunup, sadece seyrediyoruz.

Burası Türkiye hâlâ mı alışamadın bunlara demeyin sakın. Tüm bu garipliklere bence siz de alışmayın. 

Sonra niye bu millet öfkeli, tarumar, yılgın. Kendi kendinden bile vazgeçmiş, bedbaht.

Bu ülkeyi bu duruma hep beraber getirdik, boşa suçlu aramayın!

Oturduk kara kara ölmekte olan güzel ülkemi hasta yatağından kaldırıp yeniden diriltecek bir kurtarıcı bekliyoruz ama korkarım bazılarımız için ufukta o da görünmüyor.

Dur bakalım, Allah kerim demekten başka çaremiz kalmadı artık.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz