İnsanın Her Zaman Bir Sebebi Vardır 

0
Latest posts by İbrahim Yersiz (see all)

Size bugün yine arayıcının hikayesini anlatacağım, çünkü arayıcının hikayesi hayatın hikayesidir ve yaşıyorsak bu bizim de hikayemizdir. 

Hayat bir arayıştır.  

Felsefe o arayışı bir mantığa oturtma çabası.  

Bilgelik ise izah etme yolu. 

Anlayan izah edebilir, bilgeliğin bu kadar iddialı olması nedeni de hayatı anlıyor olmasından geliyor olabilir.  

Bilge için mantığın soyut veya somut olması bu kuralı değiştirmemektedir; o sebeple dinin öngördükleri ile bilimin öngördüklerinin onda -mantıkta- bir yeri vardır çünkü ona göre ikisi de arayışın farklı birer tezahürüdür. 

Arayış yalnızca insanın kendisini araması değildir, bu aynı zamanda çevresinde olan şeyleri de anlama ve bir mantığa oturtma çabasıdır.  

Arayışın nevine münhasır olması ise şartların becerilerimize o yönde fırsat vermesiyle ilgilidir. 

Koşulsuz olarak herkes bir arayış içindedir diyebiliriz, dolayısıyla herkesin bir arayıcı olduğunu söylemek abartılı bir söz değildir.  

Çoğunluğun herhangi bir arayıcının peşinden gitmesi de bu kuralı değiştirmemektedir; bu bize yalnızca o arayıcıların başkalarından destek görmeyi yararlarına gördüklerini gösterir.  

Ama her arayıcının kendisini bulma veya çevresinde olup biten şeyleri anlama arzusu gerçektir, onu görmememizin nedeni kendi arayış ihtirasımızın bizi fazla boğmasıyla izah edilebilir. 

Zaten empati yoksunluğumuzun nedeni de buradan gelmektedir. 

Onları görmememizin diğer bir nedeni ise bizden farklı, kendi ilgilerine münhasır arıyor olmalarıdır. 

Ama zaten şunu biliyoruz; farklı arayışlar arayışın kişilerde anlamlanmış farklı tezahürleridir. 

Arayışta farklı sonuçlar almamız ise, o arayışta bizde anlamlanmış farklı yol, yöntem ve kapılar kullanmamızla ilgilidir.  

Demem o ki bizi genelde aynı saik harekete getirmektedir, farklı aramamız yalnızca bizde anlamlanmış şeylerin öncelliğimizi değiştirmesiyle ilgilidir. 

Çin’de erdemin, Hindistan’da bilgeliğin veya Ortadoğu ile Avrupa’da kaderciliğin öne çıkması nedeni yalnızca o farkın farklı tezahürleridir; hatta aynı dili konuşmamak, aynı zevkleri paylaşmamak bile öyledir. 

Ama arayışlar farklı olsa da nihayet açısından arayıcıların hep kendilerine yönelmesi, kendilerini araması tesadüf değildir. 

İnsanın kendisine yönelişi kendi amacına yönelişini ifade etmektedir; ortak bir amaca yönelmesi veya ortak bir amaç çerçevesinde birleşmesi ise aslında kendisini orada ifade edebileceğini veya aradığını o şekilde bulacağını düşünmesine işarettir.  

Yani aslında kendi başına arama ile gurup içinde arama o arayışta ciddi bir fark yapmamaktadır, yalnızca birileri bir başkalarından destek almayı yararlarına gördükleri için gurup halinin yarattığı fırsatlardan yararlanmayı seçmiş bulunmaktadır ki; çoğunluğun yarattığı fırsatlar göz önüne alındığında bunun haksız bir yönelim olmadığı söylenebilir.  

Ama yönelim ne olursa olsun tüm arayıcıların hayat veya anlama dair tüm çıkarımları insana dairdir; bilimin istidatlarını hep bu yönde vermesinin nedeni de o yaklaşımın bir sonucudur; aslında din de öyle, çünkü dinsel önermelerde insanın amacına hizmet etmektedir, buna kutsiyet yüklenmesi insanın amacını yüceltmesidir ki, zaten tüm kutsiyetler bu temelde yapılanmıştır. 

İnsanın burada Tanrıyı yüceltmesi aslında dolaylı olarak kendisini yüceltmesi çabasıdır; yüceltmede dinin feragat ve ferasetine sığınması ise, yalnızca görü ufkunda olana getiremediği cevaplar konusunda kendisine biraz zaman tanımasıyla ilgilidir; o nedenle insanın “Tanrı bilir” diye sarf ettiği her söz aslında kendisine o süreyi uzatması çabasının dolaylı ifadesidir.   

Bu itirafın en yalın ifadesi ise “Şu anda bilmiyorum” dur; ama bu ifade sizi kesinlikle yanıltmasın, çünkü bu ifade teslimiyet değildir, o nedenle iradenin Tanrıya teslimiyeti içi boş bir laftan başka bir şey değildir. 

İnsanın bildiği konularda Tanrıyı anmamasının nedeni de zaten buradan gelmektedir, çünkü kendi izahı vardır. 

Bilimin tüm istidatları da o ihtirasa dairdir; bilimin cevap veremediği şey ise aslında insanın cevap veremediği şeydir; ancak insan onu kendi şahsında ifade etmek yerine bilimin şahsında ifade etmeyi tercih etmektedir, çünkü yenilgiyi kabul etmek karakteriyle bir uygunluk halinde değildir.   

Oysa bilimin bir şey bulduğu yoktur, bu bütünüyle insanın kendisince geliştirdiği yöntemlerle bulmasıdır; hem zaten bulduğu her şeyin altına kendi imzasını atması da bu sebepten gelmektedir.   

Bu durumun tersi olsaydı insanlar tüm bulgularının altına “Tanrı” veya “Bilim” yazıyor olacaklardı; ama görünen ki ego Tanrı’yı da bilimi de kendi amacı için kullanmaktadır.  

Yani aslında insanın “Bilim henüz o konuya bir cevap getiremiyor” diye sarf ettiği söz cehaletinin dolaylı bir ifadesidir, çünkü bilim ne bir kişidir ne de herhangi bir cevabın peşindedir, ona cevap getiremeyen insanın kendisidir. 

Belli ki sosyal evrim insanı hala yapamadığını doğrudan itiraf edecek kadar mütevazi bir hale getirememiştir.  

İnsanın “Tanrı bilir” sözü de bilmediği şeye getirdiği o itirafın dolaylı bir ifadesidir ki; aslında insanın buradaki amacı da Tanrıyı yüceltmek değil, cehaletini gizlemek içindir.  

Siz belki insanın Tanrıyı yüceltirken kullandığına aşina değilsiniz ama herhalde dolaylı itiraflarda zaaflarını şeytana yüklemesine aşinasınızdır. 

Bu arada insanların kullandıkları tüm sözlerin dolaylı ifadeler olduğunu, yani diğer bir deyişle tüm kelimelerin mecazlardan oluştuğunu bildiğinizi umarak bu konuyu işliyorum, umarım beni yererken bunu da göz önüne alırsınız.  

Sebep insanındır ve insanın her zaman bir sebebi vardır.   

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz