- Kamuoyuna Duyuru…! - 30 Nisan 2023
- 1915 Olayları ve Konuşulmayanlar - 25 Nisan 2023
- Neden Ak Partiliyim? - 24 Nisan 2023
Almanya için koalisyon görüşmeleri hala devam etmekte. Sonuca ulaşmak sanıldığı gibi kolay olmayacak gibi görünmekte.
Merkel, hem kendi tarafını (Union: CDU,CSU) hem de karşı tarafları orta noktada buluşturmakta ciddi sorunlar yaşıyor. Union olarak anılsa da, CSU ‘Sığınmacılar’ konusunda ısrarını devam ettirmekte ve yıllık sınırlandırılmış rakamları kabul ettirmeye çalışmakta. Diğer bir konu da ‘Aile birleşimi’. Sığınmacı olarak gelmiş olanların ailelerini de getirebilmeleri konusunun bu kadar sorun olabileceğini sanıyorum Merkel pek düşünmemişti.
Sığınmacılar ve aile birleşimi konusunda sınırlandırmalar olmasını Yeşiller kabule yaklaşmadığı için de müzakereler tehlikeye girmiş durumda.
Merkel’in önünde üç seçenek var:
- Koalisyon görüşmelerini başarıyla sonlandırmak ve ‘Jamaika’ koalisyonunu kurarak, yola devam etmek.
- Yeşiller’le beraber azınlık hükümeti kurarak, yola devam etmek.
- Seçimlerin yenilenmesi ve yola devam edememek.
Merkel’le tekrar koalisyona girmeyeceklerini ifade eden SPD, muhalefette kalıp güç toplama peşinde. Bu durum kendisi için iyi olduğu gibi aslında bir bakıma Almanya için de iyi bir karar.
Neden mi?
Aşağı Saksonya’da olduğu gibi tekrar ‘Büyük Koalisyon’u kurmuş olsalar, muhalafette olacak partiler arasında olan AfD (Almanya için Alternatif) daha da güçlenebilir. Aslında SPD’nin bu kararı ülke için çok stratejik ve yerinde bir karar.
Koalisyon görüşmelerindeki tıkanıklık devam ettikçe seçimlerin yenilenmesi daha çok dillendirilmeye başlandı.
Seçimler yenilenirse ne olur?
İşte burada tek çekinti, AfD’nin oylarını arttırması ve bu da Almanya için çok riskli bir sürece girmek demek.
Popülist politikacılar son zamanlarda dünyanın her yerinde olduğu gibi Almanya’da da revaçta. Komşu ülke Avusturya sürekli güzel bir örnek olarak sunulurken, seçmenlerin ‘bütün dengeleri tartarak’ oy kullanacaklarını sanmıyorum.
AB’nin yeni üye ülkeler için örnek gösterdiği Polonya bile sağcı söylemlerin ve eylemlerin odağı haline geldi.
Bağımsızlık gününü kutlamak için yapılan gösterilerde ‘aşırı sağcılar’ gene meydanlardaydı.
AB karşıtlığı, AB’nin sığınmacı politikaları protesto edildi. İslam ve müslüman düşmanlığını haykıran sağcı eylemciler Polonya’nın örnek gösterilen tablosuna leke düşürdü.
Bir tarafta Polonya ve Avusturya, diğer tarafta İngiltere’nin AB’den çıkması, İspanya’da Katalan bölgesinin bağımsızlık isteği ve artan milliyetçilik.
AB üst kimliğine itirazlar sürekli artarken hızla güçlenen milliyetçi akımların sadece Avrupa’nın değil, bütün dünyanın başına bela olacağı aşikar.
AB düşmanlığı ve karşıtlığı kendi içine kapanma ve keskin ırkçılık içinde yaşama arzusunu daha da artıyor da, peki bu kime ne kazandıracak?
Dünyada huzursuzluğun daha da artmasını ve savaşların çoğalmasını kimler istiyorsa, onlara birşeyler kazandıracağı açık.
Bu söylem içine girenler, hangi ülkede olursa olsun, karşı durdukları sömürülmeye aslında yardım etmiş oluyorlar.
Koalisyon görüşmelerinde olduğu gibi, konu sadece ‘sığınmacılar’ olunca geriye tartışılacak başka konu kalmıyor.
Halbuki; yoksulluk, gelir dağılımı eşitsizliği, acımasız vergiler, eğitim, gençlerin ve çocukların geleceğe hazırlanmaları gibi çok temel konular hep rafa kaldırılmakta.
Milliyetçiliğin arttığı hangi ülkeye bakarsanız bakın, durumun hiç farklı olmadığını görürsünüz.
Bu döngüden kurtulmak için yapılacak şey; evrensel değerlerin hakim olduğu üst kimliklerin yaygınlaştırılması, AB onlardan bir tanesi.
Aynı süreci Türkiye’de de görmüştük.
AB uyum yasaları, müzakereler diye önem verildiği zamanlarda, ne aşırı milliyetçilik vardı, ne de tek hakim ve yetkili olsun diye yapılan haykırışlar.
AB demek, birlikte yaşama demek.
AB demek, milliyetçiliğin azalması demek.
İşte bu yüzden, AB karşıtları sevinmemeli diyorum.
Öteki ile beraber yaşayabilmek insanlardaki seviyeyi gösterir. Öteki ile beraber yaşamak istemeyerek, milliyetçi olmak demek de insanın primitif yanının artmasıdır. Her ne kadar modern hayatı yaşasa da…
Sevgi ve Bilgiyle kalın.