Manevi tazminat davası, ama kime?

5
Latest posts by Sinan Eskicioğlu (see all)

Hareketli günler başlayacak gibi görünüyor.

Suriye’nin kimyasal silah kullanma vahşeti ve ardından gece yarısı ABD’nin Suriye’ye karşı hava saldırısı.

Suriye’nin ‘bekliyorduk’ yorumu ve Rusya’nın bu saldırıyı kabullenmeyişi.

Türkiye Dışişleri bakanlığının ‘ABD’nin müdahalesini yerinde buluyor ve destekliyoruz’ demeci.

Bir tarafta Ortadoğu’daki yeni oluşumlar, güç savaşları ve alenen sergilenen tiyatro; diğer tarafta referanduma on günden az zaman kala değişen yorumlar, yazılar ve değerlendirmeler.

Star yazarı A.Taşgetiren’in ‘hayır’ olgusu üzerine kaleme aldığı makalesi de aslında akp’nin akl-ı selimle okuması gereken tabloyu gözler önüne sermekte.

Sanıyorum OHAL ve keyfi şekilde tutuklamalar (tutuklama olsun da, eğer aklanırsa zaten çıkarlar mantığı) sebebiyle ifade edilemeyen, açıkça söylenmekten korkulan bir ‘hayır’ cephesi mevcut.

Zaten bu günlerde de hemen hemen her yorumcu işte bu kesimi ‘kararsız’ olarak tanımlayıp bu kişilerin kararları, sonucu belirleyecek ifadelerini kullanmaktalar.

Mahalle baskısı demek gerek sanırım, birçok insan referandumda kullanacakları oyları ifade etmekten çekinir durumdalar.

Haklılar da.

Bir ara terörcü ve teröre destek vermekle suçlandı hayırcılar.

Daha sonra din endeksli yorumlarla ‘kendilerini aklayamayan, dünya ve ahiret itibarını kaybetmiş insanlar’ olarak damgalandılar.

Hayrettin hoca bile ‘yabancılaşmış parçamız’ olarak tanımladı.

Bu ve benzeri söylemlerin toplumu parçaladığını, sosyal yapıyı zedeliğini ifade etmiştik.

Benim sizlere aktarmak istediğim bununla da ilgili ancak daha lokal yerel bir konu: Almanyalı Türkiyeliler olarak yaşadığımız yada yaşamaya başladığımız dışlanmışlık hali.

Aile ve sosyal politikalar bakanı sayın hanımefendinin Hollanda ziyaretinin üzerinden yaklaşık yirmibeş gün geçti.

Bu olaydan sonra Almanya’da yaşayan bizler, açıkça bir dışlanmışlık halini yaşıyoruz.

Hani bir topluluktayken birkaç arkadaş grubu, kendi içinde sohbete başlarlar ve o an kendinizi bir adım dış dairede hissedersiniz ya, en basit açıdan ele alırsak aynı durum.

Daha vahim örnekleri de var tabii ki.

Bundan bir ay öncesinde bir bütün olarak toplumda bu dışlanma yoktu.

Fert bazında kendi cahillikleri ve densizlikleri yüzünden muhatap alınmak istenmeyen Türkiye kökenli insanların anlattığı olaylar tabii ki vardı.

Ancak son yirmibeş gündür, yaşanan Hollanda olayı ve arkasında dillendirilen ‘nazilik’ suçlamaları ve gerginleşen ilişkiler yüzünden oluşan bir gerçeklik var, o da:

Negatifleşen bakışaçısı, hissettiğiniz memnuniyetsizlik, kelimelerde beliren ötekileştirilme ve daha düne kadar sizin için olumlu kelimeler ifade eden insanların şimdilerde bu olumlu havayı bırakması.

Gittiğiniz markette, resmi dairede, üniversitede, okulda, çarşıda-pazarda hep o havanın sezilmesi ve bakışlardaki negatiflik…

Alman toplumunda birlikte yaşamayı kendine hedef seçmiş insanlar için, bu, zor bir durum.

İnsanların kendi ülkelerinde sürekli onları kötüleyerek yaşamaya çalışmak psikolojik rahatsızlık gibi geliyor bana.

Hani büyükşehirlerimizde doğudan gelen vatandaşlara karşı olumsuz bir bakışaçısı sezersiniz. Bırakamadıkları doğu aksanı ile Türkçeyi konuşmalarını bile hazmedemez bazıları.

Halbuki o insanlar ülke coğrafyası içinde yüzyıllardır yaşamış ve o topraklarda doğup-büyümüş insanlardır.

Onlara karşı bile böyle olumsuz bakışaçısıyla yaklaşan vatandaşlarımız varsa, Alman toplumunda da aynı tarzda olan insanları siz düşünün. Çünkü Türkiyeliler buraya sonradan gelmiş olan bir topluluk.

Bu insanlar için de fırsat oldu bu kriz. Artık bahaneleri hazır yabancılara kötü davranmak için. Bunun mimarları arasında da maalesef ülkemizin yetkilileri de var.

Başkalarını bilemem ama ben bu durumdan rahatsız oluyorum.

Gittiğim markette insanların son olaylar yüzünden olumsuz bakışaçılarını kabullenemiyorum.

Sizi tanımayan insanlar düşüncelerinizi bilemezler ve o zaman medyada, aktüel olaylarda neleri okumus, görmüşlerse onlara göre davranışlarını belirlerler.

Dış görünüşünüzle Türkiyeli olduğunuz belli olunca da, insanların aklına gelenler malum.

‘Nazilik suçlaması, aile ve sosyal politikalar bakanı bir kadının gayri meşru yollardan bir ülkeye girme çabası, yetkililerin ‘bulunduğunuz ülkelerde beş çocuk yapın ve orada kendinizi gösterin’ demeçleri, dışişleri bakanının ‘sizin aptallığınız bize oy kazandırdı’ ifadesi ve AB’nin sürekli aşağılanması ve düşmanca tutum.

Düşünüyorum acaba bunun tam tersi olsaydı.

Almanya, Türkiye’de dört milyona yakın vatandaşı olup, onları Türkiye’ye karşı provoke etseydi, ‘yaşadığınız ülkede gücünüzü gösterin’ deseydi.

Karşılıklı zıtlaşma olduğunda da Türkiye’ye ve ülke yönetimine: ‘siz zamanında insanları zorla İslamlaştırdınız, kendi inançlarını yok etmeye çalıştınız, müslüman olmuş gibi görünenleri de dönmeler diye aşağıladınız; müslüman olmak istemeyenleri öldürdünüz, Alevi kökenli insanları yıllarca yok sayarak sadece sünni müslümanlar için vergilerden elde edilen gelirle hizmet götürdünüz, ermenileri-rumları-yahudileri göçe zorladınız, siz devletsel boyutta kıyım yaptınız’ deseydi…

Ve Türkiye’de yaşayan Alman toplumu meydan okurcasına mitingler düzenleyip toplum düzenini rahatsız eden çalışmalar yapsalardı; acaba Türkiye’deki insanların kaç tanesi sabırla davranırdı.

Yoksa ‘siz kim oluyorsunuz bizim ülkemizde bize rajon kesiyorsunuz’ diyerek bireysel saldırılar ve şiddet olayları mı olurdu?

Bence Türkiye’de yaşayanlar böyle bir durum olsa, ellerine sopalarını alıp bu insanları sokakta, gördükleri yerde dövmeye kalkarlardı.

Diyeceksiniz ki o kadar da değil.

Aynı ülkede olup da birbirlerine bu kadar şiddet uygulayan toplum, başka milletten, dinden ve ülkeden olana neler yapar siz düşünün.

Şükür Almanya’da insanlar o boyutta davranmıyor.

Soğuk davranışlar, negatif bakışlar, tepkili hareketler başkasını bilmem ama bana yetiyor ve bu rahatsızlığımdan dolayı şikayetçiyim.

Bu yaşadığım/ yaşadıklarımız için kimin aleyhinde manevi tazminat davası açabiliriz diye de düşünüyorum…

‘Gelmeyin’ dendiği halde, aynı marka ve aynı renkte on tane arazi aracı kiralayıp karayoluyla Hollanda’ya geçmeye çalışan bakan hakkında mı?

Söylentilere göre de, başbakan kendisiyle telefonda görüşüp ‘Hollanda’ya gitmeyin’ dediği halde, kendisinin ‘ben sizi dinlemiyorum, ben cumhurbaşkanını dinlerim’ ifadesi ile inadına yapılan bu davranışı da buna eklersek. Sanıyorum sayın bakana manevi tazminat davası açmamız gerekir.

Referandum konuşmaları için izin verilmediği için Oberhausen şehrindeki alışveriş merkezinin salonunu yüksek meblağlarla kiralayıp, otobüsler ve özel araçlarıyla gelen dinleyicilere ‘yollara da park edebilirsiniz, yolları kapatıp, gücümüzü göstermeliyiz’ davranışına baktığımızda, aslında manevi tazminat davası belki Dışişleri bakanlığına açılmalı.

Kimi insanlar böyle bir söylem yapılmadı gibi bir düşünceye kapılabilirler, ancak başka ağızlardan dillendirilen bu söylem ‘evet, Almanlara karşı gücümüzü göstermeliyiz’ fikrinde olan vatandaşlarımız için bir fırsat oldu ve meydan okuma özlemlerini giderdiler.

Zaten bu düşüncedeki vatandaşlarımız açısından son olaylardan sonra Alman toplumu tarafından dışlanmanın hiç önemi yok.

Çünkü onlar zaten içinde yaşadıkları Alman toplumuna rağmen yaşamayı zevkle icra etmekteler. Bu durum onlar için Türklüklerini ve müslümanlıklarını meydan okurcasına gösterme tatmini.

Ve son olaylar da bir bakıma onlar için daha da iyi oldu.

‘Almanların gerçek yüzlerini görmüş olduk’ meşhur cümlesiyle artık daha bir hoyratça davranmaktalar.

Bu kesimde son zamanlarda dile getirilmeye başlanan başka bir düşünce de; ‘göndersinler de Türkiye’ye dönelim’.

İnsanın Türkiye’ye dönmesi için illa kovulması gerekmiyor tabii. Ama burada rahatsız eden de zaten bu kesimin davranış şekli.

Acaba yaşadığımız psikolojik dışlanma ile ilgili olarak manevi tazminat davasını bu düşüncede olan gutbetçi vatandaşlarımıza mı açmak gerekir diye de düşünmüyor değilim.

Böyle bir dava açma mümkün olmayacak zaten sizin de malumunuz. Ancak Alman toplumuyla birlikte dostça yaşamak, karşılıklı kültür ve bilgi alışverişinin toplumu ilerleteceğini düşünen vatandaşlarımız için bu durum rahatsızlık verici.

Umarım kısa zamanda hem yetkililer bazında hem de toplum bazında tekrar ilişkiler geliştirilir de, toplumların ilerlemesinde önemli yere sahip olan çok-kültürlülük olumlu atmosferde devam eder.

 

Sevgi ve bilgiyle kalın…

 

Önceki İçerikBugünkü (8 Nisan 2017) FETÖ haberleri
Sonraki İçerikBaşbakan Yıldırım ile ABD Başkan Yardımcısı görüştü..
Sinan Eskicioğlu kimdir? 1974 İzmir’de dünyaya geldi. Agah Efendi İlkokulu’nda eğitim hayatına başladı. İzmir İmam Hatip Lisesi’ni bitirdikten sonra ÖSYM sınavlarında Dokuz Eylül Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’ni kazandı. Kelam dalında ‘Allah’ın iradesi ve Nedensellik Problemi’ isimli bitirme teziyle, gecikmeli olarak 2000 yılında üniversiteden mezun oldu. 28 Şubat sürecinin etkisiyle İlahiyat fakültesi mezunlarının öğretmen yapılmaması yüzünden 2002 yılına kadar ticaretle ilgilendi. 2002 yılında D.E.Ü. İlahiyat Fakültesi’nde Din Felsefesi dalında yüksek lisansa başladı. Aynı yıl yüksek lisans programını yarıda bırakıp Almanya’ya gitti. Almanya’da Diyanet’e bağlı çeşitli camilerde eğitmenlik ve öğretmenlik yaptı. Duisburg-Essen Üniversitesi Sosyal işler ve yöneticilik bölümünde eğitim aldı. 2007-2011 yılları arasında IGMG (Avrupa Milli Görüş)’de Düsseldorf Bölgesi Eğitim Merkezi müdürlüğü ve bölge eğitmeni olarak çalıştı. 2011-2013 yılları arasında Osnabrück Üniversitesi Protestan Mezhebi bölümünde eğitimine devam etti. 2016 yılından itibaren Ocak Medya gazetesinde köşe yazarlığı yapmaktadır. 2020 yılında gazetenin genel yayın yönetmenliğini üstlenen yazar Almanca, İngilizce bilmektedir. şimdiye kadar yayınlanmış olan yedi kitabı vardır. Yok Edin İnsanın İnsana Kulluğunu- Kişiselleştirilmiş İslam, Zeytin Ağacı (Roman), Katar istanbul, Müslüman Kardeşlerden Ak Parti’ye İslamcılık., Tarihteki Dindar Zalimler. İbn Sina, İbn Haldun

5 YORUMLAR

  1. Cok onemli bir noktayi gundeme getirmissiniz. Benzer olaylarin birakin aynisini, yuzde biri bile olsa, Turkiye’den sopalarla kovalanir hatta linc edilirlerdi.

    Gecmisten (hatta gunumuzden) ornek: Insanlarin misyonerlere bakisi.

  2. Bu yorumu bir de su lafi “YAKINDA SOKAKLARINIZDA GUVENLI GEZEMIYECEKSINIZ”soyliyen okusa iyi olur.
    Oy icin kahramanlik komedisi oyniyanlar,ordaki soydaslarini ne duruma dusurduklerini gorebilseler diyecegim “ama” onlarin kendilerinden ve ceblerinden baska birsey dusundukleri yokki zaten.
    Kaleminize saglik her zamanki gibi bu yazinizdada onemli bir konuyu gundeme getirmissiniz.

  3. Çok önemli bir konuya değindiniz. 45 yıldır Almanya’da yaşıyorum. Ilk defa gelecek hakkında kafamda soru işaretleri belirmeye başladı. Endişem 30-40 yıldır fiziki olarak Almanya’da ruhsal olarak Türkiye’de yaşamak isteyenlerle ilgili.

    Önce bir kaç sayı:
    2011 yılında Almanya’da yaşayan Türk kökenlilerden 800 bin kişinin sadece Alman pasaportu, 530 bin kişi çift pasaportu, 1,5 milyon kişinin de sadece Türk pasaportu var (Spiegel, 05.08.2016). Türkiye seçimlerinde oy kullanabilecek seçmen sayısı ise 1,4 milyon. Almanya’da düzenli istatistik yapılmadığı için sayılarda biraz değişmeler olabilir. Çift pasaportluların çok büyük bir kısmını Almanya’da doğan çocuklar teşkil ediyor. Bu çift pasaportlu çocukların en geç 23 yaşında iki pasaporttan birisini geri vermeleri gerekiyor. Bu çift pasaportlu çocuklardan seçmen yaşında olanların sayılarının oldukça düşük olduğunu tahmin ediyorum.

    1 Kasım seçimlerinde % 41 (576 bin) seçmen oy kullandı. Bu oyların % 340 249’nu AKP aldı.
    Bu 340 bin oyu artırmak için Almanya’da yaşayan bizleri ikiye böldüler. Aramızdaki oldukça güçlü olan dayanışma büyük ölçüde zarar gördü. Geçen günlerde bir TV proğramında tanınmış Türk kökenliler ve Alman politikacılar tartışıyordu. Bu tartışmada şimdiye kadar hiç duymadığım şeyler söyleniyordu. Örneğin:“ 30-40 yıldır Almanya’da yaşayan Türk pasaportlular var. Bunlar nekadar daha bu ülkede yabancı olarak yaşamak istiyorlar“, gibi. Bunları söyleyenlerin içinde Türkler’de vardı.

    Almanlar içinde biz Türkiyelileri devamlı destekleyen hiç küçümsenmeyecek sayıda insan var. Görevim icabı yüzlerce böyle insanla tanıştım. Kavgacı üslub ve hakarete varan suçlamalar bu insanları inşallah fazla etkilememiştir!

  4. Acı ama gerçek…heba edilmeyen ne kaldı?Hangi manevi değer,milli değer,hangi insanlık değeri kaldı istismar edilmeyen? Ne uğruna.Hepimizin bunları çok iyi düşünmemiz gerektiği açık.Belki herşey geçer,işler düzelir -ki amaç hasıl olunca öyle olacaktır, örnekleri bol;İsrail,Mavi Marmara,Rusya v.s.- ama toplumda ve teker teker insanlarda meydana getirilen,karakter bozukluğu ve ahlaki çöküntü bu istismar anlayışının marazı olarak kalacak gibi geliyor ve çok üzülüyorum.Ve bu çerçevede,maalesef , köprüden önceki son çıkışı da kaçırdık gibi geliyor.Ve ister istemez tekrar düşünüyorum;ne uğruna?

    • Konuyu çok güzel özetlediniz.

      Kavgacı üslub nazik Türkçemizi dejenere etti. Amaca giden her yolu mübah sayan siyaset bütün değerlerimizi alt üst etti.. Bu ortamda çocuklarımıza insanı insan yapan değerleri anlatmak imkansız gibi. Anne baba ve öğretmenlerin çocuklara vermek istedikleri değerlerle, politikacıların verdikleri örnekler çok büyük bir çelişki halinde.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz