Sorular Cevaplar 

0
Latest posts by İbrahim Yersiz (see all)

Bilgeler, soru soranın cevabı olandan daha bilge olduğunu söyler. 

Bundan bir zaman önce bu kelimeyi okuduğumda bir anlam verememiştim, herhalde cevap vermek için bir şeyler bilmek gerekir diye düşünüyordum. 

Sonraki bir zamanda cevabında sorunun bir türevi olduğunu ve aslında soru soran ile cevap veren arasında ciddi bir farkın olmadığını öğrendim. 

Biliyorum, insanlar hala soru soranı makul görür. 

Bilgeler de öyle. 

Bilgelerden Sir Nasargadata Maharaj, soru ve cevaplar arasında bir illiyet bağı olduğunu, her sorunun verile gelen cevapların bir türevi olduğunu ve sorular sürdüğü sürece cevaplarında olacağını ve aynı şekilde cevaplar olduğu sürece ona bağlı sorularında olacağını ve böylece sorulan soru ile verilen cevapların bir illiyet bağı içinde ilelebet sürebileceğini söylüyor. 

Bana bu mantıkta bir sorun var gibi görünüyordu, ancak sonradan baktığımda sorunun bizi kendi kendini üreten bir mantık sistematiği içine kapattığını gördüm; çünkü soru cevabı ve cevapta soruyu üretiyor, mantığı yönlendirerek belirli bir döngünün içine hapsediyordu.  

Düşünmek lazımdı, sorular bitmiyordu ve bitmeyen sorular cevapları da kendisine başlı olarak bitimsiz bir hale getiriyordu. 

O zaman bilindik rutini kırmak gerek diye düşündüm, çünkü rutin kırılırsa o zaman devamının devamı halini alan şartlı soru ve cevaplar sistematiğini de kırmış, farklı bir görü alanına girme şansını yakalamış olacaktık.  

Fakat sonradan gördüm ki; aslında insanlar bu rutini kırmak, bu rutinin dışına çıkmak istemiyordu, tutunduğu iple yamaçtan aşağı inen dağcı misali hep tutunacağı bir şeyinin olduğu bir yolu takip etmek istiyordu. 

Daha sonra şunu da gördüm ki insanlar aslında tutundukları ipin izlediği yolu da takip etmiyordu, ipi yalnızca kendisini tutuğu için kullanıyordu. 

O zaman kafamda bir şey aydınlandı; aslında insanlar sorularını yeni bir şeyler öğrenmek için sormuyorlardı, verdikleri cevaplar onları tatmin etmediği için tutunacak daha uygun bir şeyler bulmak için soru sormaya devam ediyorlardı.   

Bu soru ve cevapların bitimsiz olması nedeni de buydu, çünkü yeterli bir cevabı olanın ikinci bir sorusu olamazdı. 

İyi de o zaman sorusu olanın cevabı olandan daha bilge olması fikri nereden geliyordu?  

Sonuçta bir eksik, bir fazla oda aynı şartlı düşün sistematiğini takip ediyordu. 

Bilgeler “Aramaktan vaz geçersen görürsün” diyor. 

Sizi bilmem ama bu kelimenin bendeki karşılığı soru sormaktan vaz geçersen cevabı bulursun şeklindedir. 

Şimdi buna bakalım: 

Aramanın bir amaca esas olduğu ve arayanın soru ve cevaplarının da hep o yönde olacağı muhakkaktır, bu tamam da ancak vaz geçişin karşılığı nedir, işte bu bendeki sorunun karşılığı değildi.   

Maharaj, aramaktan vaz geçmeyi görmenin anahtarı olarak görüyordu, Hui Hai ise idrak etmenin… 

Ben, Hui Hai ile birebir olmasa da idrak etmenin bir şeye karşılık olduğunu düşünüyordum, Maharaj ise şeyin kendi mantık sistematiği içinde bir düşün kurgusu oluşturduğunu, bizi mütemadiyen o kurguyu bütünlemeye yönlendirdiğini söylüyorlardı.  

Bu aslında sorusu olanında pek bir bilge olmadığına karşılıktı, ancak iş soruya geldiğinde bilgeler öyle düşünmüyordu. 

Ama hala “Aramaktan vaz geçersen görürsün” sözü benim için çözülmemiş bir soruydu.  

Oysa cevapları basitti; aramak seni görmek istediğini görmeye götürüyor! 

Yani bir anlamda, ancak aramaktan vaz geçerseniz o şartlı düşün ezberinin dışına çıkmış olacaksınız.  

Bu mümkün müydü? 

Kuşkusuz aranacak bir şey yoksa o zaman soracak bir soru da olamazdı.  

Ama galiba aranan şeyin kişiyi görmek istediği şeye göre şartlı bir düşün ezberine yönlendirdiği görüşü de gerçektir. 

Bilgeler burada hiçliği savunuyor ve hiçliğin her şeye karşılık olduğunu… 

Bu girmek istemediğim bir konudur, çünkü bitimsizlik bir yana başlangıçsızlıkta söz konusu. 

Başlangıcı ve sonu olmayanın neresindeyiz dersiniz? 

Yoksa tüm hayatımız araya sıkıştırmaya çalıştığımız bir noktadan mı ibaret?  

Öncelikle hiçlik her şeyden vaz geçmeye karşılıktır. 

Ancak hiç olanın korkacak veya sorun edecek bir şeyi yoktur, çünkü bir tek onun kaybedecek bir şeyi yoktur. 

Burada Nagarjuna her şeye kayıtsız olmayı seçti, Aurbindo yüce olana sığındı, Krişnamurti ayaklarının basacağı bir toprak parçası istedi ve ondan dolayı bu dünyada kalmayı seçti, Maharaj ise iki arada durmayı…  

Ama gerçekten hangisi en doğru kararı vermişti bilmiyorum.  

Umarım siz biliyorsunuz. 

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz