Suyun sesi

0
Latest posts by Aysun Saygı Köknar (see all)

Hafta sonu Guillermo del Toro tarafından yönetilen ve senaryosunu del Toro ile birlikte Vanessa Taylor’ın yazdığı fantastik drama dalında gösterime giren (The Shape of Water) Suyun Sesi adlı filmi izledim.
Bir dönem filmi olarak çekilen yapım, 1960’ların soğuk savaş yıllarını sürmekte olan Amerika’da geçmekte. Film, gizli bir bilim araştırma merkezinde temizlikçi olarak çalışan Elisa (Sally Hawkings) karakteriyle tesise üzerinde araştırma yapılmak için getirilmiş deniz canavarı (Doug Jones) arasında geçen masalsı aşk hikâyesini konu alıyor.
Kendisine obsesif denilebilecek kadar düzenli bir yaşam kurmuş olan Elisa’nın günleri rutin bir biçimde sürüp gitmektedir. Günün birinde çalıştığı laboratuvarda suya hapsedilen ve üzerinde acımasız deneyler yapılan bir yaratıkla karşılaşır. Bu insansı yaratıkla iletişim kurabilen Elisa’nın yaşamı o andan itibaren tamamen değişir.
Doğaüstü güçleri olan su canlısı ve yaşamını dilsiz bir biçimde sürdürmekte olan genç kadın Elisa arasında adına aşk denilebilecek tarifsiz ama çok güçlü bir bağ kurulur. Filmde kötü karakterimizi canlandıran dedektif Strickland (Michael Shannon) işini mükemmel bir şekilde yapacak ve bu ikilinin peşine kıyasıya düşecektir.
Eksik yönlerimizin sevgiyle nasıl da tamamlandığını, yaralarımızın mucizevi bir biçimde maharetle sarıldığını dokunaklı bir şekilde gözler önüne seren film boyunca gerçek dünyadan kaçmış olmanın mutluluğunu doya doya tadacaksınız. Dilsiz bir kızla bir canavarın gerçeküstü aşk hikâyesi hafızalarınıza kazınırken; görsel efekt olmadan beyaz perdeye yansıyan makyaj ve kostümlerin -özellikle deniz canavarı- şahikalığına ise diliniz tutulacak.
Gerek prodüksüyonun başarısı, gerek kullanılan kostümler, gerekse oyunculuklar açısından çok kaliteli bulduğum yapım 2018’in en başarılı filmlerinden biri olmayı hak ediyor. Filmin baştan sona bezenmiş olduğu müziklerse tek kelimeyle enfesti diyebilirim.
75. Altın Küre Ödüllerinde 7 dalda aday olan ve 2’sini kazanan, Venedik Film Festivali ve Amerikan Yapımcılar Birliği Ödül töreninde de ödül alan, 13 dalda Oscar adayı filmle ilgili dün çıkan bir haberde 1964 yapımı Let Me Hear You Whisper adlı oyundan intihal yapıldığı gerekçesiyle dava açıldığı duyuruluyordu.
Tüm bu tatsız haberlerin ‘Suyun Sesi’ filminin başarısına gölge düşürmemesini ve filmin bu yılki Oscar yarışında ipi hakkıyla göğüslemesini dilerim.

Çocuklara kim umut aşılayacak?
Bu büyülü ortamdan çıkıp yurda döndüğümüzde ise küçücük kız çocuklarına biçilen kefenleri duyduğum an inanın yüreğim kan ağlıyor. ‘Çocuk ve ölüm’ kelimesinin yan yana telâffuz edilmesinin bile kulağa hiç hoş gelmediğini düşünüyorum. Hele ki savaşın ne olduğunu gayet iyi bilen çocukların büyüdüğü bir ülkede.. Babasını, abisini, amcasını terörle mücadelede yitirmiş binlerce yetim çocuğun nefes almaya çalıştığı bir ülkede devlet büyükleri yaşamın güzelliklerinden bahsetmeli. Ölümün yüceliğinden değil. Yine o devlet büyükleri kızların saçlarına papatyalar takıp, erkek çocukların eline balonlar tutuşturmalı. Onlarla çimenlere uzanıp, gerekirse mutlu olsunlar diye bulutlara değen salıncaklar kurmalı. Çocuklara umut aşılayacak ne varsa o yapılmalı. Benim büyüklerden beklediğim budur.

İnsan insanın kurdudur
Ülke olarak zor bir dönemden geçtiğimiz gün gibi aşikâr. Düşünüyorum da tacizler, tecavüzler, kadın cinayetleri derken milletçe yerle yeksan olan halet-i ruhiyemizi bir türlü toparlamamıza izin vermek istemeyen birileri sanki 24 saat bunun için iş başında. İnanın bir türlü anlam veremiyorum. İnsan insanın kurdu imiş beraberce bunu deneyimliyoruz.
Yok cep telefonundan aranan peygamberler, yok bir kadınla asansörde yan yana durduğunda bile halvet olanlar mı dersin, yok yoğun bakım ünitesinde kadın ve erkeğin aynı odada yatamayacağını iddia eden aklını seksle bozmuş ne idüğü belirsizler mi dersin. Alerjisi olan çocuğunun minnoş bir kediyle aynı sınıfı paylaşmasını istemediği için anneye ‘Geber!’ Diye seslenen aşırı hümanist (Pucca) yazarlar mı dersin. Ötekileştirmeyi meslek haline getirmiş siyasetçilerle dolu ortalık yahu!
Bugün sosyal medyada vasiyeti üzerine abdestsiz, namazsız gömülen bir ateist üzerinden bile birbirine hakaret üzerine hakaret yağdıranlara üzülerek şahit oldum. ‘Ölüye bile saygı yok artık’ diye lâfa gireyim de ben de iyice nineme bağlayayım. Ona buna iftira atan feslisinden, yalan yanlış bilgi aktaran tarihçisine kadar. Ne ararsan var şu güzel ülkemde.
Bir tarafta ofisinde üç beş tivit atıp sosyal sorumluluk görevini yerine getirdiğini sanan ‘ilaç için şu kesik parmağa işe’ desen işemeyecek aydın ve elit takımımız, bir tarafta karşıt bir görüş sunduğunda saç saça baş başa girişen sorsan sözde özgürlük savunucularımız. Bi’ diğer yanda mööle deseniz inanın inek gibi ses çıkaracak derdi sadece cebini doldurmak olan her konuya kafa sallayan yaltakçı takımımız, arada kalanlarsa cılız bir ses olup kaynayıp giden hâlâ insan kalmaya çalışan onurlularımız.
Aynaya bakınca utanmayacak, haram lokma yutmayacak, kollarını sıvayıp kadın-erkek demeden insan olduğunu unutmadan çalışıp çabalayacak, kötüleri iyilikle yola getirecek, bilmediğini kabul edip benliğiyle savaşı kesip cehâletle savaşacak bir yürek ver bize yüce Rabbim. Üstesinden gelemediğimiz şeylerle ağırbaşlılıkla yüzleşmemizi sağla. Artık önüne gelen bizi kandırıp, ayakta uyutamasın. Yüzümüzü bilimin ve medeniyetin ışığına çevir. Bize kim olduğumuzu hatırlat. Unuttuğumuz tüm değerlerimizi anımsamamıza yardım et. Yoksa bu gidişle hâlimiz harap.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz