Veysi Dündar Sahaf Ümit Nar ile mesleğin inceliklerini konuştu: “Velinimetimiz bir öğün aç kalmayı göze alabilen gençler…”

0

Bir fırın nasıl ekmek kokarsa, sahaf da öyle eski kokar. Eski kitapların sayfalarının kokusu dükkan içerisinde ya da o çarşı içinde yayılmıştır. Bir nevi büyü gibidir. Şan, şöhret, para hırsı ile kirlenen dünyanın her türlü pisliğinden uzak mekanlardır buralar. 

Sahaflar Çarşısına girdiğimde kendimi ayrı bir huzurlu hissederim. Her tarafa eski kitap kokusu sinmiştir. “Hic çıkmasam, hep burda kalsam” diyesi gelir insanın… Kedilerin de sevdiği mekanlardır. “Kitapların kokusuna mı gelirler sıcaklığına mı?” orası da bilinmez. 

Hoş bir kokusu vardır, kahve kokusu ile karışık; fazlası ile baştan çıkarıcı…

Üsküdar’da bir sahaf vardı. Daha genç diyebileceğimiz yaşlardaydı. On beş senedir sahaflık yapmasına rağmen, tevazûdan kendisine sahaf yerine eski kitapçı, derdi. “Sahaf olabilmek için bir on beş sene daha geçmesi lazımmış!” derdi.

Hafta sonunu iyi değerlendirmek isteyen dostlara önce söyleşimizi okumalarını sonra da Sahaflar Çarşısına uğramalarını tavsiye ediyorum. Beyoğlu Sahaflar Derneği Başkanı Ümit Nar ile söyleştik.

Veysi Dündar (VD): Osmanlı devrinde esnaf-ı sahafan diye adlandırılan bu meslektekilerin pirleri Abdullah el-Yetimi imiş. Sahaf kime denir? Tarihçesi nedir? Bizimle paylaşır mısınız?

 

 

 

 

Ümit Nar (ÜN): Sahaflık, hakikaten eski bir meslek. Belki zamanında Hammurabi kanunlarını tablete çoğaltıp satan birileri vardı, bilemiyoruz ki! Şaka bir yana, evvela müstensihler vardı, yani kitap kopyalayıcıları. Bunlar, ağırlıklı olarak medrese öğrencileriydiler ve hâliyle ilk istinsah dükkânları bu medreselerin civarında oluşmaya başladı. Sonra, çok sonra, kitapçı dükkânları kendine yer bulur oldu. Özellikle de matbaanın kitap çoğaltmayı kolaylaştırmasıyla sahaf (sahaf) dediğimiz meslek erbabı kitabiyât sahnesine çıktılar. A. El Yetimî Basralı bir kitapçıdır ve –şimdilik- bu işi ilk yapan olduğunun bilinmesi hasebiyle pirlerden sayılır.

Kişisel hikâyemden bakarsak, evet, kişinin kendisine sahaf demesindense, gelen giden okur taifesinin o şahsa “sahaf” demesi daha makbuldür. Benim bunu öğrenmem on yılımı aldı. Yani, bu işin boyacı küpü misali, daldım/çıktım/tabelama yazdım/sahaf oldum şeklinde olmadığını bir yandan zaman bir yandan da önümde açılan uçsuz bucaksız kitap okyanusu öğretti. Bizimkisi bir yol; okunacak çok kitap, gidilecek epey bir mesafe var.

VD: Sahaflar neler biriktirir?

ÜN: Ben delileri, deliliği, meczupları, meczupların hikâyelerini, onları anlamak üzere yazılmış kitapları biriktiriyorum örneğin. Herkes kendi meşrebince bir şeyler toplama derdinde aslında. Kimi eski kartvizitleri topluyor, kimisi exlibrisi olan kitapların peşinde koşuyor, hepimizin derdi başka. Ama öyle ya da böyle bir muhafızlık, muhafaza etme derdimizin olduğu âşikar, seviyoruz!

VD: Sahaflar neler okur? Her gün okur mu? 

ÜN: Sahaf olma derdindeki kişinin çok okuması lazım hakikatten. Çok okuması, çok bilmesi… O yüzden okuması, araştırması, kurcalaması, biraz malûmatfuruş olması gerektiğini düşünüyorum. En çok hatırat okumalı diye düşünüyorum; edebî ve siyasî hatırat. Orada bir dünya yatıyor çünkü. Ummadığınız bir kitapta, ummadığınız bir hikâye ile karşılaşıyorsunuz çünkü.

VD: Siz hep kitaplarla iç içesiniz, bir atalet oluşuyor mu? Yoksa kitaplar sizi her gün alıp farklı bir diyara mı götürüyor?

ÜN: Kitap alıp satan insanlarız neticede. Hayat gailesi; kiralar, vergiler, borçlar, daha bir yığın şey… Ama bütün bunlara rağmen, kitapla ilişkimizi “meta ilişkisi” boyutuna indirmememiz lazım; orada bir ince çizgi, bizim işimiz huzurla ve tutkuyla yapabilmemizi sağlayan bir ayrım var. Buna dikkat etmeli insan.

Kitap: Manevi değer – maddi değer ikilemi

VD: Kitabın maddi değeri midir paha biçil(e)meyen yoksa manevi değeri midir?

ÜN: Kitabın değerini belirleyen, kitabı alan için nasıl bir karşılığı olduğudur. Nasıl bir boşluğu doldurduğu örneğin. Ya da –misal- çocukluktan kalma bir hatıranın üzerini nasıl örttüğü yahut nasıl açığa çıkardığı. On yıldır, hâlâ konusu ezberimde olmakla beraber adını hatırlayamadığım ve çocukken okuduğum bir kitabı arıyorum örneğin. Bulduğumda dünyalar benim olacak, daha kıymetli bir kitap var mı?

VD: Ellerinizden her türlü kitap geçmiştir. Kafalarınızın içinde onbinlerce kitap ismi muhafaza edebiliyor, hatta kitapları basım tarihleri, çevirmenleri gibi yan bilgileriyle sıralayacak kadar işinizi ciddi yapıyorsunuz. Bu iştigal size neler kazandırıyor?

ÜN: Bu kadar kitapla hemhâl olmak ve çoğunun künyesini bilmek Alzheimer olmamızı önler belki! Göreceğiz. Ama bu bilgilerle donanmış olmak, her şeyden önce okurun da saygı duymasını ve güvenmesini sağlıyor. Bu çok önemli bir nokta.

VD: Çok az kişi bu işi, meşgaleyi meslek edinmiş durumda. Festivallerle destekleniyorsunuz. Bu da sizin ürettiğiniz bir çözüm. Kendi adıma “Yaşasın Sahaflar” diye acizane bir mottom var. Sahaflar nasıl destek görmeli ki, yaşamaya devam etsinler?

ÜN: Valla, gölge etmesinler, yeter! Biz, destekten çok köstek olan yerel yönetimlerden dertliyiz.

Sahaf neler bilmeli

VD: Şimdilerde kendine sarraf diyen tuhaf kitapçılar boy göstermeye başladı. Fotokopi çekerler, ders kitapları, korsanlar ve sadece elden düşme yeni kitaplar alırlar satarlar. Bunlara sahaf değil, ne denmelidir? Korsan nasıl önlenir?

ÜN: Sadece ikinci el kitap satarak sahaf olmak mümkün değil. Osmanlıca bilmek gerek, Kitabiyât bilmek gerek, kitabın tarihçesine hâkim olmak gerek. Ve elbette çok okumak gerek. Korsana gelince… Yasa maddelerimiz var, mesele bunların uygulanması, kontrolü ve yaptırımların hem ağır hem de ciddi olması. Yoksa dünyanın en sert yasası da çıksa anlamsız kalır. Devletin ciddi şekilde mücadele etmek istemesi gerekiyor. O da buralarda yok maalesef.

VD: Az okuyan bir yüzdemiz var ülkece. Okumayı nasıl teşvik edebiliriz? Sahaf Cafe’ler çözüm mü mesela?

ÜN: Okuma oranını artırmak, okumayı bir ceza biçimi olmaktan ya da bir zorunluluk olmaktan çıkarıp; gençleri, yeni dünyalara pencereler açan bu eylemin –okumanın- ciddiliğine inandırabilmekte sanırım. Ülkemizde okuma eylemi , insanların  ihtiyaçları sıralamasında 235. durumda. Bunu değiştirmek lazım, okumayı öncülleyen yollar bulmak lazım. Belki ta en başta, minicik çocukları eğlendirmek, mızmızlanmalarını önlemek için ellerine tabletler, cep telefonları tutuşturmaktan vazgeçmeli. Sahaf Cafe gibi yerler elinde batırmak istediği bir miktar parası olanlar için gayet uygun, denesinler!

VD: En çok satılanlar nelerdir? Ve en fazla sahafların olduğu il hangisidir? Hangi il daha çok okur?

ÜN: Bizim dükkânlara da en popüler, “best seller” kitaplar çok soruluyor maalesef, bu değişmez. Elbette bir diğer işimiz ikinci el kitapları uygun fiyata satmak, ama azizim dün çıkmış kitabı da gelip burada sorma yav! Popüler diye aynı kitaplar okunmak zorunda değil. Bak, bu Haydarpaşa Sahaf Festivali’ne yaş ortalaması biraz yüksek insanlar da geldi. Melih Cevdet, Bekir Yıldız, Talip Apaydın filan sordular, aldılar. Ne güzel! İnsanları bu yazarlara da yönlendirmeye çalışıyoruz bazen, gözden kaçan o kadar çok isim var ki!

Nerede o eski sahaflar

VD: Fakat şimdilerde maddi tuzaklarla bezenmiş kurnaz genç sahaflar o büyüyü o kokuya rağmen bozmaktadır. Dikkat etmek lazımdır. Sahaflar olarak bir birliğiniz, bir derneğiniz var mıdır?

ÜN: Hatırat okumak çok önemli, demiştim. Bunları okudukça o eski güzel günlere dalıp gidiyor insan. Mesleğe hâkim, bilgili insanlar; aralarındaki nefis ilişkiler…

Günümüzde liberal iklimin yarattığı bozulmaya direnebilmemiz lazım. Bir denge kurmalıyız: Hem ayakta ve hayatta kalabilecek hem de mesleğin etiğini kucaklayıp, devam ettirecek insanlar olmalıyız. A. Güner Sayar’ın yazdığı gibi “Râif Efendileri (sahaflar şeyhi Râif Yelkenci’yi kastediyor) Homo-ethicus ile homo-economicus’u dengeleyenler yaşatabilecektir.” Bu saatten sonra bir Turan Türkmenoğlu, Arslan Kaynardağ, Muzaffer Ozak, Râif Yelkenci olmak zordan öte imkânsız. Onlardan el alan ustalarımızdan da fazla insan kalmadı maalesef. Nedret abi, Lütfü abi, Halil abi… Birkaç kişi. Ama öyle ya da böyle eski lonca teşkilatının bir benzeri olan derneklerimiz bu işe koyulacak. Standartları belirleyecek, eğitimler verecek; aşırı olanları törpüleyecek, toparlayacak. Hem dışarıya karşı bir meslek örgütü olacak, hem de içeride meslek içi eğitim mekanizması gibi çalışacak. Hâlihazırda iki dernek var; birisinin başkanı benim. Yenice başkan oldum. Beyoğlu Sahaflar Derneği Başkanıyım.

Ve temel niyetim saygınlığımız için adımlar atmak. İşine hâkim, dilini terbiye etmiş, iyi kitap okuyan-iyi kitaplar okutan bir insan topluluğu olmamız; dernek üyelerimizin olduğu etkinliklerin kelepir kitap yatağı olmaması; korsana kimsenin bulaşmaması. Az kazanalım öz kazanalım. Lâkin işimizi doğru yapalım. “Bu kitabı alırsan öğle yemeğine paran kalmayacak” diyen arkadaşına, “Olsun, bu öğlen de aç kalıvereyim” diyen öğrenci çocuklar bizim velinimetimiz, yaptığımız her işte böyle cümlelerin hakkı var. Bu minvalde yürüyelim, derdim bu.

(Beyoğlu’nda Aslıhan Sahaflar Çarşısındaki komşusu ve yardımcısı Gürsel Özer. Profesyonel fotoğrafçı. Söyleşi için fotoğraflarımızı Gürsel Bey çekti.)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz