Veysi Dündar tiyatro sanatçısı Sinan Bengier ile konuştu: “Tiyatro benim yaşam biçimim”

0

70 yaşında yıllara meydan okuyan bir delikanlı Sinan Bengier. Tozu dumana katan enfes bir oyuncu. Şu sıralarda İstanbul Şehir Tiyatrosu’nda sahnelenen Komik-i Şehir Naşit Bey oyununda seyirciyle buluşuyor. Söyleşimizden kendi adıma çok istifade ettim. Üzerindeki elbiseyi “kefenimizi giydik” diye betimlemesini ölümün belki de kurtuluş olduğuna dair harika bir yorum olarak okudum. Keyifli bir söyleşi oldu. İyi okumalar dilerim.

Veysi Dündar (VD): Yılların sanatçısısınız. Tiyatro ile değil de önce felsefe ile başlayalım. Zamanın ruhunu yakaladığınızı düşünüyor musunuz? Zamanın ruhu sizin için ne ifade ediyor?

 

 

Sinan Bengier (SB): Her nesil nerede o günler, nerede bizim çocukluğumuz der hep, ben de bunu söyleyenlerdenim. Çocukluğum çok sakin bir yerde, Ankara Yenimahalle’de geçti, şimdi her gidişimde mutlaka uğruyorum oraya ama, şöyle bir bakıyorum, çocukluğumuzu, gençliğimizi yaşadığımız zamanlarda zaman duruyormuş.

Her şeyin zamana yenildiği gibi (öncelikle biz) şehirler de yenildi elbet, bu yeniliş ruhun yenilmesi olarak düşünülebilir, Ankara’dan açtık konuyu Ankara’dan örnekler vereyim: Atatürk Orman Çiftliği simgelerinden biriydi başkentin, her zaman yaşayan bir yerdi, elmalarını toplamak serbestti, her aile kendine yetecek sayıda elma alırdı. Bir takım eller o ruhu öldürüp yollar açtılar içine. Ranta kurban gitmeyen yeşillikler o kadar yakındı ki yerleşim alanına, ilkbaharın gelişini camlarımızdan gelincikleri, çiğdemleri papatyaları seyrederken, elimizdeki çayla kutlardık, serçe sığırcık sesleri eşliğinde, camınız açıkken kahvaltı masasına bir kelebek konuk olurdu

Bu konuda gördüğüm her şehir için söyleyecek o kadar çok şey var ki anılarımda, görmediği şehir kalmayan bir adam olarak. Sakin yerlerdir bir yerin ruhu olduğunu düşündüren, sakin bir yer kaldı mı?  Sarayburnu silüeti kaldı mı? Serçeler terketti şehirleri, kaplumbağalar, kirpiler yok artık bahçelerimizde, tavuklar kalmadı, horoz sesi değil bizi uyandıran, minibüslerin kornaları… 

VD: Bıyık gibi kaşlarınız, ağzını açmanız hatta kıpırdatmanız bile icap etmeyen doğuştan komik insanlardansınız. Sahnede sizi izlerken tuluatın tadına varıyor insan. Tuluat daha ne kadar sürdürülebilir durumdadır? 

SB: Tuluat ustalarının arasında bulundum hep, neşeli hayata gülerek bakan insanların arasında… Tuluat asla bitmeyecek, sahnede bitse de devam edecek. Kavuklu-Pişekar gibi sürekli bir birine laf sokmaya çalışan milletvekillerimiz var, sahnede bitti tv de mecliste devam ediyor. Tiyatroda bir laf vardır: ”kulisinde huzur olan tiyatronun sahnesinde başarı vardır.” Mecliste huzur sağlandığında ülkede huzur olacak, EMİNİM.  

VD: Komiksiniz, yeteneklisiniz. Cevat Kelle karakteri unutulmaz. Kemal Sunal filmlerini yeniden çekmek bir yanlış mıydı? Geriye dönüp baktığınızda neleri değiştirmek isterdiniz?

SB: Bence yanlışlığın ötesinde doğruydu ve cesaret işiydi, o filmler bir Kemal Sunal gibi efsanenin çektiği filmlerdi; tutmasa sonum olurdu. Ayrıca bunu çok yerde sordular ama tutmuş filmler yeni oyuncularla, yeni teknolojiyle çekilmemeli mi? O zaman sadece 1930’da 40’da çekilen filmleri mi seyredeceğiz? Kırmızılı  Kadın, Kurt Adam, Frankeştayn, Notre Dame’ın Kamburu, Hamlet, Spartaküs, Truvalı Helen, bizde Yaprak Dökümü; Çalıkuşu vs kaç kere çekildi, şarkılar da yeni teknolojiyle yeniden söylenmiyor mu?

VD: Ali Yaylı, kendisiyle yaptığımız söyleşide, “Erkan Yücel’i tanısan tiyatrosuna doymazsın” demişti. Oyunculuğunuz şekillenirken hayranı olduğunuz Erkan Yücel’i örnek almış ve yıllar sonra eleştirmenlerce ona benzetildiginizde çok mutlu olmuştunuz. Erkan Yücel tiyatrosunu bize anlatır mısınız?

SB: Erkan Yücel Tiyatrosu, çok cesur bir tiyatroydu öncelikle. Toplumda yara olan her şey oynandı, tüm oyunlar için yasaklama kararları alındı, çok oyun için soruşturmalar açıldı, tutuklamalar oldu.

O tiyatroda oynayıp mahkemeye yolu düşmeyen oyuncu kalmadı  Özel bir aktördü, gördüğüm en iyi oyuncuydu, en iyi insandı, doğru bildiği yoldan taviz vermedi, işkenceler gördü başını eğmedi, yiğit adam lafının tam karşılığıydı, fazlası vardı eksiği yoktu… Nur içinde yatsın.. 

VD: 1968’de hava astsubay olmak üzere askeri okul okudunuz. Lakin tiyatro ağır bastığı için bir yıl sonra askerlikten istifa ettiniz. “Oyuncu olmasaydı yazlıkta komşum olurdu” denilecek bir insansınız. Oyuncu olmasaydınız, ne olurdunuz?

SB: Askeri okulda okudum ama mezun olmadım, biri bir yerde yazdı temizleyemedik onu, 
öylece dolanıyor  Tiyatro yapmasaydım herhalde 50 yaşıma kadar futbol oynardım, 35 yaşa yaşlandı denilen zamanda. Ya da iyi bir marangoz olup dolaplar raflar sehpalar yapardım.. yaz aylarında marangozluk hevesimi kaşıyorum. 

VD: Abd’de olsanız siz, Salih Kanyon gibi isimlerle güzel senaryolu acayip absürd yapımlar çıkardı ortaya. (Yapımcısı olduğum Nekrüt filminde de oynamıştı 2007 yılında. Onu absürd bile saymıyorum.) Ama biz de olmuyor maalesef. Neden?

SB: Absürd film aslında çeken çok kişi var seyirciye de ulaşıyor, ama bir kısmının absürt derken yanlış anlaşılıp küfre dayandığını görüyorum, gereksiz küfre karşıyım, millet olarak alışkınız tv.leri takip etmek yeterli .

VD: Tiyatroda herkesin yaşadığını yaşıyorsunuz.. Herkesin hissettiğini hissediyorsunuz. Herkesin koşullarına giriyorsunuz. Ne acılar, ne heyecanlar, ne değişik aşklar yaşayabiliyorsunuz. Hayatı uzatan, katlayan, o ölçüde de yorucu bir dünya… Sizin için tiyatro nedir?

SB: Tiyatro: kabaca bir tarif var ya, ”Yaşam Biçimim”, inan 365 gün her gün oyun olsun oynarım of demeden. Bırak yaşlandın, yoruldun diyorlar, bilmiyorlar ki beni ayakta tutan tiyatro… Bu ülkenin %95 inden şanslı hissediyorum kendimi… Sevdiği işi yapabilenler %5 i geçmez, ben o %5 içindeyim ..

VD: Oynadığınız Komik-i Şehir kapalı gişe oynasa da, diğer oyunlara o derece rağbet yok. Tiyatroya rağbeti nasıl artırabiliriz?

SB: Oynadığımız KOMİK-İ ŞEHİR NAŞİT BEY halkı yakalayan bir oyun, bir vefa oyunu Adile Naşit gibi, Selim Naşit gibi devlerin babasının hayatı, bayrağı elinde tutan Naşit Özcan’ın dedesinin hayatı.. Bir dönemi anlatıyor, ama bir bakıyoruz Naşit’in o dönemde çektiğinin benzerlerini seneler sonra hala yaşıyoruz. Kültür politikasını oturtamamış bir ülkeyiz. Ödenekli tiyatrolar gene buluyor seyirci, salonlar güzel, yetenekli oyuncular çok, aralarından oyuna göre adam seçme şansı fazla, biletler ucuz.. Özel tiyatro baştan 3-0 mağlup başlıyor. Salon kiraları korkunç, çok değil KORKUNÇ. Bu bilete yansıyor, salonu doldurup tüm hasılatı kira için bıraktığımızı bilirim (hem de bu yakınlarda). Salon boş kalmasın diye tiyatro mu yapacak özel tiyatrolar, o zaman turne yollarına çıkılıyor. Neyse ki çok yerel yönetimlerin başında 30-40 yaş civarı genç idareciler var, oyun alıyorlar, bazı kuruluşlar destek çıkıyorlar, ama inan ki bunlar 30-35 i geçmez. İnatla tiyatro yapanlara selam olsun. Öncelikle tiyatrolara yapılan yardımın hakça yapılması gerekir, gözden geçirilmesi gerekir. Dağıtılmaya başladığından beri bir takım tiyatrolar hep en yüksek parayı aldılar. Oyun sayısı, Anadolu turnesi şartı konuldu, ama onun da kolayı bulundu. Oyun sayısını tamamlayıp kadroyu dağıtan tiyatrolar var. Anadolu turnesi denilince; Ankara, İzmir, Kadıköy, Bodrum, Marmaris, Antalya, Çeşme’den başka yere gitmeyen tiyatrolar var. Oysa şartların içine Doğu, Güneydoğu, Karadeniz’den 20-25 yerde oyun sergileme şartı getirilmeli. Son yıllarda ödenek alamayan bir tiyatroyla bahsettiğim yerlerde 200 üstünde oyun oynadık; insanların yüzlerindeki mutluluk inanılmazdı.

Haydi yardım alan tiyatrolar ANADOLU’ya.

VD: Tiyatroda, sinemada ve dizilerde görev aldınız. Hangisi daha keyifli? 

SB: Hangi oyuncuya sorsan TİYATRO der; hepsini çok severek yapıyorum, ama tiyatro başka. Er Meydanı kolay iş değil, her sahneye çıkışımda geçmişteki 48 yılımı satıyorum 2 saatte, her oyunda iyi olmak zorundayım,

VD: Bu milletin komedi anlayışı hakkında ne tip tesbitler edindiniz?

SB: Ben ülkemin insanını komik buluyorum. Öğrenci müdürünü taklit eder, memur-işçi patronunu, anne komşularını… Oyuncu milletiz, taaa tepeden en aşağı kadar herkes oyuncu bu ülkede… Babalar komik, anneler komik, siyasiler komik, sanatçılar komik, o komik, bu komik, herkes komik. Tepeden aşağı herkes komik.

VD: Tiyatro ile anlatılabilir ne çok konu var normalde. Tiyatro ve etkisi üzerine ne söylenebilir?

SB: Hayatı anlatıyoruz, yaşantımızı anlatıyoruz, dikkat çekiyoruz bir şeylere, unutulan şeyleri unutturmamaya çalışıyoruz. O yüzden Komik-i Şehir Naşit Bey bir vefa oyunu dedim.. Bu ülkenin değerlerinin kıymeti bilinmeli, değer ölçüsü vefa olmalı, para değil. Vefasızlık insana yakışmaz, hayvanlarda bile vefa duygusu varken…

VD: Son olarak bize umudun resmini çizer misin Sinan Abi?

SB: Umudun resmi !!! Çalışmadığım yerden geldi
1400-1500 tl net ücretin olduğu bir ülkede umuttan bahsetmek zor be kardeş. “Sen mutluluğun resmini yapabilir misin Abidin?” demiş Nazım Hikmet, umudun resmi var mı bilmem. Umutun çaresini abuk tv programlarında arayan ülkede insanlara umut vermek zor. Bir gün istiyorum güzel haberlerle kalkmayı yataktan, karartmayayım içinizi. Ama çıkmamış canda umut vardır diye bir laf var bizde, doğrudur, gelecek günlerin ne getireceği belli olmaz, bir gün bahçenizdeki papatyaları, camınızdaki menekşeleri izlersiniz elinizde kahveyle çayla… Oynayan kedi-köpek yavrularına gülersiniz doyasıya, kim bilir belki zil çalar sevdiğiniz bir dost gelir, ya da postacı mektup getirir uzaklardan, unuttuğunuz bir tat damaklarınıza yerleşir, sms gibi kuru değildir adınızla başlayan bir mektup…

Sonunda tüm aileye tek tek selam olun, büyüklerin ellerinden küçüklerin gözlerinden öpün, gülerek bakın dünyaya, tüm gülüşünüzü çalanlara inat,. 

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz