Hiçbir İnsan,  “Bilgiden – Bilmekten” Daha Kutsal Sayılamaz!

0
Traffict,vehicles, wireless communication network, internet of things, abstract image visual.

Son yazımızda dedik k; “Bazı konular vardır ki, hiçbir kitapta yazmaz, hiçbir tezde konusu geçmez. Size kimse anlatamaz, Parfüm kokan bir salonda biri karşınıza geçip; “Sakın bunu yapmayın” demez ve istihbarat konusunda uzmanlaşmış hiçbir akademisyen size bunları anlatamaz”… ( https://ocakmedya.com/hicbir-insan-mermiden-hizli-degildir-ve-bunu-yasamadan-ogrenemezsiniz/ )

Evet, doğru. Ancak bazı konular da vardır ki; Tüm hayatını istihbarat disiplinine vermiş, harcamış, dünyanın her yerinde birçok operasyona katılmış, dizayn etmiş, kurmuş – kurgulamış hiçbir istihbarat uzmanı da karşınıza geçip anlatamaz. Ülkenin Silahlı Kuvvetlerinin en özel birimlerinde, en özel operasyonlarda bulunmuş hiçbir askeri personelde sizi bu konularda bilgi sahibi yapamaz. 

Temelden gelen ve değişmesi – gelişmesi mümkün olmayan niteliklerden dolayı kaynaklanır bu kısır durum.

İstihbarat Biliminde dirsek çürütmüş, yıllarını harcamış, yaptığı okumalar boyunu aşalı çok olmuş bir akademisyenin yazdığı ile bu konularda tecrübe kazanmış – kendini geliştirmiş bir uzmanın yazdığı arasında ciddi farklar vardır. Bunu rahatlıkla iddia ediyorum çünkü bunu görebiliyorum. 

Bu durumun bu kadar keskin çizgilerle birbirinden ayrılmasının aslında çok basit bir nedeni var;

Bir taraf bu işin “bilimini – disiplinini – nasıl yürüdüğünü – nasıl işlediğini ve sonuçlarını, bilimsel ve diyalektik zeminde”değerlendirirken diğer taraf sadece “uygulayan ve icra eden” dir.

Tabii birde İstihbarat Uygulamaları içinde “Teori – Analiz – Rapor ve Değerlendirme” birimlerinde çalışmış, oralarda emek vermiş ve tecrübe kazanmış, deneyim sahibi olmuş insanları da ayrı tutmak lazım. Bu birimlerde çalışmış olanların, verdikleri meyvelerde çok değerli ve kıymetlidir muhakkak ki. Hatta vitamini en çok olan meyveler hiç şüphe yok ki, bunlardır.

Ancak operasyonel görevlerde bulunan birimlerden ayrılmış / emekli olmuş kişilerin durumları ne yazık ki daha karmaşıktır. 

Kendi içlerinde çözemedikleri birçok kaotik durum vardır hala. Akıllarından atamadıkları. Çıkartıp bir kenara koyup hayatlarına devam edemedikleri. Olay sadece “kanlı ve bol mermili” anılar değildir. Bu anılar, sadece gece uyumalarına engel olup, Septik – Paranoid kişilik oluşmasına sebep olur. Asıl; anlayamayıp, türlü türlü sebep – sonuç ilişkisiyle birbirine bağlayamadıkları konulardır onları yiyip bitiren… 

Ve soru bu konulardan gelince gözüne far tutulmuş tilki gibi kalırlar. Sorun onlarda değildir aslında. Konuşmaya başlasa… Ah bunu bir başarabilse neler diyecek, neler anlatacak ama bir şeyler onu hep zincirler. Engeller. Bunun ne olduğunu başlarda o da bilemez. Ancak çok sonra fark eder ki; bu hayatının her hücresine girmiş; “Sır Bilgisi Teorisi” ve “Herkese bilmesi gerektiği kadarını anlat” durumudur. 

Akşam mesai sonu eve gidipte eşi / sevgilisi ona “Günün nasıl geçti hayatım?” dediğinde bile aklına hemen yüzlerce tilki girip, koşuşturmaya başlar. “İyi ya nasıl olsun, aynı tas aynı hamam…” , “Peki, bugün neler yaptın?” , “Valla Bebeğim, sabah gittim, boyoz – yumurta – çay falan hemen sonrasında; Yunanistan açıklarında ki bir kayalık ile ilgili gelen rapor doğrultusunda bölgeye intikal eden arkadaşlara, bölge hakkında karşılaşacakları sorunlar – arızalar, yapay ve doğal engeller hakkında brifing verdim. Bölgeye gelebilecek Yunan güçlerini irdeledik. Böyle işte… Bu kalleş Yunan hiç rahat durmuyor canım ya… Beynim acıyor yemin ederim.” diyemez de “Ne yapalım, aynı şeyler işte. Bildiğin gibi…” der ve geçer gider. 

İyi de; O bir şey bilmiyor ki? Hatta senin çalıştığın yeri bile seninle evlenmeden çok kısa süre önce öğrenmiş… Hanımefendi eğer anlayışlı biri ise üstelemez, durumu anlar ve kırmızı şarabı servis etmen için tirbuşonu ve şarabı önüne getirir. (Ki bu tür kadınlarla pek kolay karşılaşamazsınız. Şarabı servis edenlerden değil sizi anlayanlardan bahsediyorum.) “Bilmesi gerektiği kadarını” bilmiş – öğrenmiştir. Ve sırrı korumuşsundur. Kimden? Karından? Hayat ortağından ya da çok sevdiğin sevgilinden… Normaldir. Hatta olması gereken budur…

Ancak bu adam bir gün emekli olup da, klavyenin başına geçip bir şeyler tıkırdatmaya niyet ettiğinde de bu durum gelip göğsünün üstüne oturur. Anlatamaz, yazamaz… Yazsa bile bir yerlerde mutlaka bir gizem kalır. İster istemez olur bu. Kronik ve tedavisi olmayan bir “ketumluktur” bu hastalığın adı. Ve bir ilacı – tedavisi yoktur.

 Ve ortalama zekâya sahip herkes bunu fark eder, bunu görür ve alaya bile alabilir. Haksız değillerdir alay etmekle… Ancak diğeri de haksız değildir. Çünkü bu hayatında hiç yapmadığı hatta bilmediği bir şeydir. Nasıl yapabilsin ki? Hayatında müzik duymamış birinden siz “Duke Ellington” şarkısını yorumlamasını isteyebilir misiniz?

Bir önceki yazımı sosyal medyada paylaştığımda, bu konularda oldukça saygın; Sayın İbrahim Çevik, paylaşımımı alıntı yaparak şunu dedi; “…Birde kişiye özel olanları vardır ki kişinin kendinde saklı kalsın. Çünkü anlatıldığında hak ettiği anlamı bulmayacaktır…” Kesinlikle haklıdır kendileri. Belki de sebep budur; bu kadar “ketum” olmada ki… Sayın Çevik, bir kerede izah etmiş aslında koca bir yazının hatta bu kadar laf kalabalığının özünü… 

Ancak diğer taraftan bu konuda “alan tecrübesi” olmayan kesim fazlaca cüretkâr olabiliyor. Kelimeleri yazarken düşünmek zorunda hissetmiyorlar kendilerini. Tekrar tekrar okuma ve üzerinden gitmeye gerek duymadan; Yazarlar, iddia ederler, ispatlarlar ve/veya ispatlamazlar ama sonuçta korkusuzca yayınlarlar. 

Hepsi bu kadardır. Ve hiç şüphe yok ki; bir önceki arkadaşın yazdığı ile bu arkadaşların yazdığı arasında devasa farklar vardır. Birisi kesinlikle dolu dolu, net, billur ve nektar bilgidir. Ancak diğeri, daha derin, daha karmaşık, daha az ve neredeyse her şeyi yazıp aslında hiçbir şey yazmamıştır. Bu yüzdende bu arkadaşın suçlanmaması gerekir kanımca…

Birisinin yazdığı “bilimseldir” diğerinin yazdığı “Anı” gibidir. Bir tanesi “iddialarda” bulunur. Bir tanesi ortaya bırakır bolca soru işaretleriyle. Bir tanesi oldukça “entelektüeldir.” Diğer ise oldukça “yalın.” Bir tanesi ortalama “600 kelime”kullanır, en süslü ve en karmaşık olanlarından… Diğeri “250’”yi gördü mü “Baya iyi yazı oldu” der. Bir tanesi akar gider, diğeri zorlar. “Bitse de gitsek” dersiniz okurken. Ama o bitene kadar birçok şey öğrenirsiniz. Diğerinde ise “dinlersiniz”. Birinde “öğrenen” diğerinde “dinleyensinizdir” yani. Amacınız dinlemekse harika bir anlatıcı buldunuz ama orada bulunma sebebiniz öğrenmekse de kesinlikle çok sıkıcı bir ortamdasınızdır. 

Peki, hangisi işine yarayacaktır? Sandalyeye oturma amacınıza göre bu elbette ki değişir. 

Bir taraf “Espiyonaj / Kontrespiyonaj” hakkında saatlerce kürsüde anlatabilir. Hiç bitmeyecek sanırsınız. Sıkılırsınız, bunalırsınız. Ama kalkıp gidemezsiniz de. Diğer ise Avrupa’nın her hangi bir ülkesinde, her hangi bir ülkenin, her hangi birimleri ile girdiği operasyonu anlatır. Tabii ne kadar anlatabilirse… 

Birisi “Espiyonaj” hakkında tarihin en ücra yerlerinde sıkışıp kalmış bilgileri bile servis eder diğer ise Belçika / Brugge’da “Çikolatalı Ördek” yerken kaşığın yansımasından fark ettiği, hemen arkasında, kötü aksanla İtalyanca konuşan insanlardan ne kadar şüphelendiğini ve akşam yemeği sonunda şüphelerinin boşa çıkmadığını anlatır. 

Bir tanesi ömründe “Çikolatalı Ördek” yememiş hatta düşünmesi bile onu iğrendirirken diğeri ise Espiyonajın “Antik Yahudi Toplumunun Tinsel bir Uzmanlığı” olduğunun farkında bile değildir. 

Yani demem o ki; Çikolatalı ördeği tabağına nasıl servis edileceğini bilen insan size “Espiyonaj” hakkında verebileceği teorik bilgiler “kısıtlı – limitli ve azdır” ama diğeri bu konularda size sayfalarca yazabilir, anlatabilir hatta bunu yüzlerce kişi önünde de izah edebilir. Ama önündeki yemeği, dikkat çekmeden, nereden yemeye başlayacağını bilemez. Martini Bianco, talaş buz ve Votka karışımı ile oluşan bir kokteylin nasıl yapılması gerektiğini bilemez. “Çalkalama, karıştır” farkını göremez. Hatta Felemenkçe konuşan bir barmaide nasıl sipariş vereceğini de bilemez. Brugge’dan Hollanda sınırına en yakın kaçış yollarını, hangi yollarda tehlikeli viraj olduğunu ve hızını kesmesi gerektiğini hatta en uygun aracın hangisi olduğunu da bilemez. Ama size bu konuyla ilgili teorik bilgileri nefes almadan anlatabilir… Hiç bilmese de aslında çok şey biliyordur ve bilgi kesinlikle 21 yy’da “Tek geçerli güçtür!” Bunu tartışmayız sanırım hiçbirimiz…

Çikolatalı Ördeği bilen insandan sizin “Espiyonaj” konusunda, teorik, akademik ve teatral bir performans beklemeniz hata olur. Yapamaz. Evet, temeli biliyordur ancak bir türlü o kelimeler dökülmez ve konu bir yerden sonra “Bak sana ben başka bir şey daha anlatayım…”a gelerek yine anılara geçer. 

Ondan bu konuda öğrenecekleriniz bellidir ve belli çerçeveler ile düzenlenmiştir. Ancak diğerinden bu konuyla ilgili sonsuz bir “bilgi kaynağına” düşmüşsünüz gibi doyarsanız. Çünkü araştırmış, arıtmış hatta damıtmış, okumuş, düşünmüş, özetlemiş, peşine düşmüş, kavga etmiş, mücadele vermiş, ispatlamış, hummalı bir şekilde çalışmış ve dirsek çürütmüştür. Bundan daha kutsal bir bilgi var mıdır? Kimdedir?

Elbette ki farkların olması çok normaldir. Çikolatalı Ördeği bilmekle “Espiyonajın” tarihçesini bilmek işte bu kadar farklıdır. İstihbarat Tecrübesi olan / oluşmuş olan insandan öğrenecekleriniz ile bu konuda bilimsel çalışma yapmış insandan öğrenecekleriniz de işte bu kadar keskin çizgi ile birbirinden ayrılmıştır. 

Son söz olarak diyebilirim ki Efendiler; Her iki kesimde “İstihbarat Bilimi ve Disiplininin” gelişmesi için olmazsa olmaz saç ayaklarındandır. Bir diğeri olmazsa saç düşer. Aş, ateşe karışır. Mundar olur ve aç kalırsınız. Bu yüzden her iki biriminde hak ettiği değeri görmesi lazımdır. Bu bilimin gelişmesi, büyümesi, fayda ve çıkarlara hizmet edebilmesi için her ikisi de beslenmeli ve büyütülmelidir. Birbirinden ayrıştırılmadan, birbirine karşı sivriltmeden ve farklılıkları – değerleri ve emekleri yok saymadan – sayılmadan kıymetlendirmek gerekir. 

Teori ne kadar önemliyse pratikte o kadar mühimdir. Ve pratik olmadan teori boşa düşer, hava da kalır, boş laf olur, gevezelik olur. Teori olmadan da pratik sadece “kas gücü” olur. Oturmaz, ayıklanmaz, değer ve kıymet görmez.

Evet, bir insan mermiden hızlı koşamaz ama aynı o insan “bilmekten” ve “bilgiden”de daha kutsal sayılamaz.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz