Karantinalık Kafa

0

İşi başından aşkın olan terzi, müşteriye:
“Size istediğiniz gibi bir spor ceket yaparım, ama ancak bir ay sonra hazır olur. Yani otuz gün sonra” der. Müşteri fena halde kızar:
“Otuz gün sonra mı? Yahu insaf! Dünya bile altı günde yaratıldı.”
Terzi hiç istifini bozmaz:
“Hakkınız var. Dünya altı günde yaratıldı, ama şu günlerde ne hale geldiğini de görüyorsunuz!”

Dünya yaratılalı hep daha kötüye gidiş var. O kadar kötü kullanıyoruz ki dünyayı; her gün birilerimizi, bir gün hepimizi, son günde de kendisini yutup kıyameti koparacak kerteye varacaktır.

Vaktiyle Avrupa trenlerinden biri pek ağır gidermiş. Zarif bir Fransızın bu trenle yolculuk edeceği tutmuş. Memleketine dönüşünde şu hikayeyi anlatmış:
“İstasyondan kalktık. Gittik gittik, yolun ortasında tren durdu. Bizim küheylanı yolundan alıkoyan nedir acaba? diye kompartımanlardan indik. Lokomotifin önüne geçtik. Ne görsek beğenirsiniz? Bir kaplumbağa! Hayret ettik, kabuğundan tutup yere attık. Tren tekrar yürüdü. Gitti gitti, bir saat sonra tekrar durdu. Yine kompartımanlardan inip lokomotifin önüne koştuk. Bir de ne görelim? Rayın üstünde yine bir kaplumbağa var. Fakat işin tuhafı, bir saat önce kabuğundan tutup yere attığımız aynı kaplumbağa!”

Tanzimattan beri ıslahat yolu üzerinde bizim tekerleklerimize de böyle bir şey takılmakta. Yere atıp, arkamızda bırakarak, “artık yetişemez” diye rahat rahat giderken yine aynı takılma… Yeni bir hamle… Yeni bir hız. Sonra yine eski duruşlar, inişler, yere atışlar, yola dizilişler…

Vaktiyle Avrupa gören bir Osmanlı, bizde de vebaya karşı karantina usülünün konulmasını tavsiye eder. Vaktin büyüklerinden biri, “Yok canım. Frenklerin aramıza katılmamasının sebebi veba korkusudur. Eğer karantina koyar da bu korkuyu giderirsek, frenkler de artık memleketimize gelmekten çekinmez” der.

Belki de boynu üstünde pek gösterişli oturan bir başı vardı. Fakat kafası bu idi. Demek ki: “Biz neler çektikse, başlarımızın kafasından çektik” dahi diyebileceğiz. Hatta “ya başlarımızın kuyruklarından çektiğimiz” sözü de doğrudur. Zengin Türkçe’nin azizliği.

Ah o başlar ve hele kuyrukları! Ne olurdu, yirmi birinci asrın ortalarına doğru, eski Yunandan gelme tefekkür, bir kaçının kafalarını değiştirebilseydi. Ve bir alsibyat da ikide bir kuyruklarını kesebilseydi.

Çok da zebunküş olduk. Kimimiz kırk yıllık kimimiz daha uzun yıllık bir mazi yakalamışız, keçe döver gibi tozutup duruyoruz. Sanki kendi kafamıza hiç mi diyecek yok? Aynaya bakıyorum. Gözleri yerinde, burnu ölçüsünde, ağzı denginde, kulaklar düzeninde. Affedersiniz, kafayı gene başla karıştırdım.

“Hür Fikirleri Yayma” cemiyetinden önce bir “Kafaları Yontma” derneği kurmuş olsaydık, daha iyi edermişiz. Yontuk kafalı, kütük kafalı… Birincisi ağzıma hoş, ikincisi öfkeme pek uygun geliyor.

Şimdi Avrupa karikatürlerinde gördükçe kendimizin bile kızdığımız kırmızı fes yerine, bizi güneşten fazla gülünçten koruyan bir başlık bulduğumuz gibi, bir de kafalık bulabilseydik; şöyle bir geçirişte görmemiz, düşünmemiz, duymamız değişebilseydi…

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz