Hazırım Şeyhim

0

Dün sevgili Ufuk Uras bir dinleti gönderdi, sağolsun. Rahmetli Bülent Ecevit’in, Müzikli Hatıralar adlı programdan 3 dakikalık bir kesit. Programı sunanlar Mahzar-Fuat-Özkan üçlüsü. Ecevit’in bir şiirini bestelemişler ve ilk defa o an ekranda okuyorlar. Ecevit’in programda söylediği cümleler ise; bugüne atıfla Anadolu Tasavvufunun ve Allah Sevgisinin nasıl olması gerektiğiyle ilgili; enfes bir tespit barındırıyor.

Ecevit; “Türk halk tasavvufu geleneğine önem veren bir insanım. Türkiye’de dine bağlı ya da dinci kesimin bir kısmı; daha çok başka kültürlerden, başka ülkelerden ithal edilen bir İslam anlayışına kapılmışlardır. Oysa Türk halk tasavvufunun çok ilginç bir İslam anlayışı vardır. Başka İslam ülkelerinde din duygusu Allah korkusuna dayanır. Türk halk tasavvufunda ise din duygusu Allah sevgisine dayanır. Ve Allah sevgisi de insana sevgi olarak yansır. Dolayısıyla beraberinde hoşgörüyü özgürlüğü ve barışçılığı getirir” der.

Frida Kahlo’nun durum tespiti de bu konuya, harikulade bir destek sunar ve konuyu harika sözlerle özetler. Kahlo şöyle der:

“Ben sizden de değilim, diğerlerinden de…
Ben, ölüme dair yemin etmeyenlerden, tehdit savurmayanlardan, dinini ve ırkını aklının yerine koymayanlardanım.
Ben hâlâ şiir okuyanlardanım.”

Mevlana: “Aklı olmayanın kafası ambar gibidir, ıvır zıvırla doldururlar; aklı olanınsa aklını bir lokma ekmeğin yardımıyla iğdiş ediverirler.” der.

İşin kötüsü çoğunluğun namaz kılması ve dinsel gerekleri yerine getirmesi, Allah tarafından cezalandırılma korkusu ve ödüllendirilme umuduyla idi. Ya da sadece alışmış oldukları için. Yine de, korkuyu da umudu da bir yana atmış, gerçek der başka bir şey demez bir insan için namazın da niyazın da ne anlamı, ne de gereği vardı.

Dolayısıyla; namaz ve dua da aklın iğdiş edilmesine hizmet etmiş olmuyor mu?!

Mevlana, “Akıl, zorunludur. Ama insanda, ancak aklın sınırlı olduğunu anlayacak kadar akıl bulunmalıdır” diyordu.

Doğru, insan aklı sınırlıdır. Ama bu sınır nerede bitiyor? Hangi çizgiden sonra genişlemeye başlayacak akıl?

Akşemseddin Edirne’ye geldiğinde çok gençti. Şeyh Bedreddin’e gider ve;
“Şeyhim! Kölen Akşemseddin’i yanına öğrenci olarak alma lütfunu esirgeme!” diyerek ayaklarına kapanır. Bedreddin onu yerden kaldırır.
“Ne ben şeyhim ne de sen kölesin. Hakikatin karşısında hepimiz eşitiz. Yanılmıyorsam senin de arayıp durduğun hakikat, öyle değil mi?” der. Akşemseddin evet anlamında başını sallar.
“Madem öyle söyle bakalım, neler biliyorsun, neler öğrendin?”
“Molla Hüsrev’in rahlei tedrisinden geçtim, Kuran’ı öğrendim. Okumayı, sayıları, biraz da yazmayı bilirim.”
“Peki bilmek istediğin nedir?” Akşemseddin duraksar. İkircikli gibidir.
“Bilmek istediğim, nasıl yaşamak gerektiği ve eğer lütfedersen, bir de yıldız hareketlerini merak ederim.”
“Yıldızların hareketlerini öğrenebilirsin. Ama birinci sorunun yanıtını alabilmek için hayatın bile yetmeyebilir. Çektiğin çilelerden bitkin düşersin ama bakarsın ki tüm çabaların boşa gitmiş. Yalnızca düşman kazanmışsın. Dostlarınsa bir bir uzaklaşmışlar senden. İyi düşün: hazır mısın böylesine?”
“Hazırım şeyhim!”

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz