Erdemli Gazeteciler: Hrant Dink ve Uğur Mumcu

1

Mumcu katledileli çeyrek asır (24.1.1993), Dink katledileli 11 yıl (19.1.2007) oldu. Rahmetli Hrant Dink’i anma gününden beri yazamadım, zira Afrin’e kilitlendik. Bugün de Mumcu’nun ölümünün yıldönümü. Bu vesile ile bu coğrafyanın iki güzel insanını, saygıyla, sevgiyle anıyorum.

“Birgün mezarlarımızda güller açacak ey halkım unutma bizi…..” dizeleriyle adeta seneler öncesinden bugüne seslenmişti Uğur Mumcu.

Tuzla Piyade Okulundaki üç aylık eğitimden sonra, okul yönetiminin “kötü hal ve düşünce sahibi” diye suçladığı Uğur Mumcu, “er” çıkarıldı; “sakıncalı piyade” oldu. Askerliğini Ağrı’nın Patnos ilçesinde tamamladı. Sonrasında da Sakıncalı Piyade ve Liberal Çiftlik isimli iki kitabı ile; “Bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olan insanlar” diye çok güzel bir sınıflandırma yapmıştı.

“Bir kişiye yapılmış haksızlık, bütün topluma yapılmıştır” diyen cesur insan, gerçek gazeteci idi rahmetli. Şimdiki haksızlıkları görse, kaleminden adalet fışkırtır, kimi gazetecileri “siz bu işi yapmayın” diye uyarırdı.

Daha 20 yaşındayken “Türk Sosyalizmi” başlıklı yazısı ile Yunus Nadi makale yarışmasını kazanmıştı.

“Susmayı, kendi kabuğunun içine çekilmeyi” çağın suçu olarak niteleyen Mumcu “cesur bir kere, korkak bin kere ölür” diyordu. Demokrasi ve insan hakları savunucusu olarak ülkü ve ilkelerinden hiç ödün vermedi.

Demokrat, Laik, Cumhuriyetçi, Atatürkçü, Devrimci, emekten tüm hak ve özgürlükten yana, emperyalizmin, çıkarcıların, vurguncuların ve yobazların karşısındaydı.

Sosyalizmin, Marksist-Leninist, Avrupa Komünizmi, Maoizm gibi değişik uygulamaları olduğuna dikkat çeken Mumcu, Türkiye için de bağımsızlıkçı, antiemperyalist, kendi özgün koşullarına uygun, kendi ulusal değerlerinden kopmamış bir “Türk Sosyalizmi” modeli öneriyordu.

Irak’a yönelik operasyonlarda İncirlik Üssünün kullanılmasına izin veren hükümetleri eleştirdi. Yolsuzluk iddiaları, yabancı istihbarat örgütleri, mafya, Papa suikasti gibi konularda araştırmalar yaptı. Abdi İpekçi suikastinin perde arkasını belgeleriyle ortaya koydu.

12 Eylül’ün etkisinin sürdüğü yıllarda, kariyerinin en parlak dönemini yaşıyordu. Uğur Mumcu’yu o dönemde sevdiren şey aynı zamanda espri anlayışıydı. O dönem panellerde en çok merak edilen, “bundan sonra darbe ne zaman olur?” sorusuydu. Mumcu’nun cevabı hep aynıydı: “ne zaman olacağını bilemem ama sabaha karşı olacağı kesin” derdi. Yaşasaydı, bu cümlesinin ironi-komikliğine şahit olacaktı !!!

Uğur Mumcu; halkını aydınlatmak isteyen aydınlardandı. Halkçıydı yani sosyalistti. Ama “sosyalist” lafının yozlaştırılmamış haliydi. Ne militan bir solcuydu, ne  de liboş sosyal demokrat. O tam bir sosyalist aydındı. Gani gani rahmet olsun…

Hrant Dink; Türk-Ermeni meselesine sağduyu ile bakabilen Ermeni kökenli sağlam mı sağlam bir Türkiye sevdalısı gazeteciydi.

Dink, “Kendi kimliğini ötekinin varlığına göre konumlandırmak hastalıktır. Kimliğini yaşatman için sana bir düşman gerekiyorsa, senin kimliğin hastalıklıdır” sözü ile, insanlık tarifini yapmıştı.

Avrupa Parlamentosu’nda düzenlenen “Geçmişin Geleceği: Türkiye’deki Ermeniler” temalı konferansta, Ermeni Diasporası temsilcisinin Etyen Mahçupyan ve kendisini “Türkiye’nin rehineleri” olarak tanımlaması üzerine; “Biz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıyız. Böyle algılarız ve böyle davranırız. Dışarıdakiler içeridekilerin hamisi kesilirse, devlet ve toplum da azınlıkları dışarının uzantısı olarak görür” cevabıyla susturmuştu.

Afrin’de harekat yapılıyor. Seneler öncesinden sesleniyor Hrant Dink: “Kürtler de Ermenilerin yıllar önce düştüğü hataya düşmesinler. Amerika işi bitince kimseyi tanımaz, devlet filan kuramazsınız.” 

Bütün alt ve üst kimliklerini tesbih taneleri gibi dizip sıraya sokmak gibi bir problemi olmayan, dolayısıyla kimliği hakkında tashihe de ihtiyaç duyulmayan Ermeni, Türkiye Cumhuriyeti vatandaşıydı rahmetli.

Kendisinin ayrılıkçı olduğunu ima veyahut iddia edenlerden daha bütünlükçü ve kapsayıcı yazıyor ve konuşuyordu. Tıpkı onlar gibi vergi ödüyor, askerlik anıları anlatıyor, Aydın Boysan kadar olmasa da çok güzel içiyor, yiyor, uyuyor, duyuyordu. Efkarlandığında yahut neşelendiğinde şarkı türkü de söylerdi. Bedri Ayseli gibi bazen Ermenice, bazen Türkçe, bazen de Kürtçe.

Ne İsa’ya ne Musa’ya yaranabilmiştir. Kanımca tek derdi “dudukla meyin” aynı hüzünlü sesi çıkardığını anlatmaktır. Aynı sesi duyanlar çoktur. Gani gani rahmet diliyorum.

2 büyük 2 duayen gazeteciydiler. Bahtları aynıydı. Katledildiler. Aynı ayda. Aynı mevsimde. Ocak ayının karlı günlerinde katledildiler. Hakkın huzuruna çıktıklarında, Allah’ın onlardan hoşnud olacağına kanaatim tamdır. Bu ülkeyi sevenlerin çoğalmasını ümid ediyor, tekrar gani gani rahmet diliyorum.

(Dün Sözcü gazetesinin duruşmasındaydım. Gazeteciler yargılanmaya devam ediyor. Gazetecilerin yargılanmadığı, gazetelerinin kapanmadığı günler, bizi daha iyi günlere taşıyacaktır.

“Basının zayıf olduğu ve basın mensuplarının özgürce çalıştırılmadığı, fikirlerin yasaklanıp sansürlendiği, oto sansürün olduğu, gazetecilerin haksız yere hapse atıldığı toplumlar, şeffaflık ve demokrasi konusunda da sınıfta kalmaktadır.”
Has Parti eski Başkanı (şimdinin Başbakan Yardımcısı) Numan Kurtulmuş/2012)

1 Yorum

  1. Gazeteci sınıfını o kadar kutsallaştırdınız ki sanki insanlığın özgürlüğü ve huzuru için yaratılmış melekler. Bu eleştiriyi sadece sizin yazınız için dillendirmiyorum bu maksatla yazılmış yazılardan, tekrarlardan hakkaten bıktık usandık. Gazetecilik Türkiyede ki haliyle Sermayenin emrine girmiş algı işçileri. Toplumun halkın sağduyunun sesi varmıdır, ideolojilerin, siyasilerin, etnisitenin, menfaatin, yalakalığın,reytingin sesi vardır. Özgür ve kendi fikirlerini yansıtan özümüzün kalemlerinin sayısı çok ama çok azınlıktadır. At gözlüklerimizi çıkaralım. İster özgür olsun ister bağımlı netice itibariyle herşey para ve menfaat için. Yazmak dahil:)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz