Erdoğan Türkiye’nin Putin’i Mi?

2

“Ortalama İngiliz seçmene bakmanız demokrasiden nefret etmeniz için kafidir” sözü Sir Winston Churchill’e aittir. Demokrasinin beşiğinde hem de dünya demokrasisine en büyük tehdit olan Nazi Faşizmini alt etmiş bir koalisyonun üyesi olarak çok da makul gelmez bu sözü Churchill’den duymak. Ama Churchill gibi deneyimli bir devlet adamını dahi çileden çıkarır ortalama insan ve seçmen.

Churchill tarih sahnesinden çıkalı neredeyse yetmiş yıl geçti. Bugün sahnede farklı oyuncular var. Vladimir Putin, bunların arasında son yirmi yıla vurduğu damga ile ayrışıyor. Çarlık Rusyasından Sovyetler Birliğine ve oradan günümüzün Rusya’sına evrilen uçsuz topraklarda yirmi yıldır o at oynatıyor.

Putin’in gücünü ve etkisini tarife gerek yok, ama ülkemizde de fiilen 1994’ten beri iktidarı gitgide bünyesinde “mas eden” Erdoğan’ı acaba Putin ile mukayese etmek makul olabilir mi? Geçerli ve kıyaslanabilir kıstaslar var mıdır?

Erdoğan’ın en azından Putin kadar oy almayı en azından şimdilik başaramaması üzerinden en temel farklılık çizgisini çekmekle başlayalım. “Putinizasyon” diye tanımlanan bu güç odaklanmasına dair tanımlama kesinlikle şahsıma ait değil. Merak eden google’a girip bakabilir. Hatta buna dair yazılarda 7 Haziran 2015 seçimleri Putinizasyon’un sonu olarak da tanımlanmıştı.

24 Haziran seçimlerinden sonra ise gücün sanki tek elde toplanması süreci önemli ölçüde tamamlandı.

Rusya topraklarının tarihin hiçbir döneminde demokrasi ile yönetilmediği, ülkemizin ise 1876’dan bu yana demokrasi adına gayret içinde olduğunu hemen tespit edip konumuza geri dönelim.

Putin de Erdoğan da yaşlarının da yakın olması itibariyle soğuk savaş döneminin hassasiyetleri ile donanmışlar. Putin’in KGB için çalışmaya varan bu angajmanına karşılık Erdoğan’ı ağırlıkla anti-komünist cephe içinde görüyoruz. Putin’in komünizmi geri getirmeye pek niyeti olmasa da SSCB dönemindeki dünya sistemine yön veren gücü talep ettiğine kuşku yok.

Eski Sovyet marşını sözlerini biraz değiştirerek benimsemesi buna dair önemli bir karine. Erdoğan’ın ise sıkça dillendirip eleştiriye tabi tuttuğu komünist cephenin Putin’in de bir dönem dahil olduğu eski SSCB’den ziyade 1970’lerdeki sert çatışmanın artık varolmayan söylemleri olduğu kesin. Buna rağmen ideolojik yaklaşımlarını güncel trendlerden ziyade arkaik klişelerden almaları aslında her ikisini yaklaştıran önemli bir benzerlik.

Rusya’nın yıkılan SSCB’nin hemen tüm varlıklarına el koyan oligarkların iktisadi hakimiyetinde olduğunu, Putin’in bu oligarkları zorla veya ikna ile kendi yanına çekmekten imtina etmediği iyi bilinen bir gerçek.

16 yıllık AKP iktidarının ağırlıkla inşaata dayalı ekonomik modeli, bu modelin içinde neredeyse hacıyatmaz şeklinde varlığını sürdüren inşaat şirketleri ile TOKİ arasındaki ilişkinin yanısıra, ekonominin her alanından elini çekmiş imajı veren iktidarın fiiliyatta ve özellikle Bankacılığa hem doğrudan müdahale hem de kamu bankalarının baskın piyasa paylarından feragat etmemesi yanısıra devasa kamu yatırımlarının ardı ardına devreye sokulması aslında ekonominin büyük oranda kontrol/kumanda doğasını teyit ediyor.
“Ekonomik politikalar açısından tiki atıyoruz.”

Batı ile sıkça ters düşme ve dışarı ile içeri arasında buna uygun bir bağ kurma konusunda ise benzerlikten de öte bir üst üste durma hali var. Her ne kadar Rusya’nın geleneksel diplomatik yapısı Türkiye’ye nazaran daha muhafaza edilmiş olsa da dış politikanın içeriye malzeme edilmesi konusunda en ufak bir tereddüt bulunmuyor.

Her iki ülkede de basın önemli oranda dizginlenmiş ve iktidar yönlenmesine dahil olmuş durumda. Hoş ülkemizde bu durumun zaten hep böyle olduğuna inanan gazeteciler de var ancak onlar ne derse desin işlerin biraz çığırından çıktığına kuşku yok. Bu alanda da her iki ülkede benzerlik şaşırtıcı seviyede.

Türkiye ve Rusya’nın kıyaslanamaz özellikleri aslında bütün benzerliklere karşın neticeyi aynılaştırmıyor. Rusya’nın uçsuz bucaksız toprakları bir şekilde tekil bir idareye meylediyor. Ülkemizde ise her şeye karşın bütün tartışma demokrasi ve sandığa bağlanıyor. Bu açıdan benim düşüncem her ülkenin liderinin kendine olduğu yönünde. Ne bizde Putin var, ne biz Rusya’yız.

Başa dönersek… Churchill demokrasiye dair olumsuz saptamasını yapmış da olsa sonunda yine demokrasiden yana tavrını; “Demokrasi bütün olumsuzluklarına rağmen diğer tüm sistemlerden daha iyidir” ifadesiyle ortaya koymuştu. Zaten çarenin tükenmediği tek sistem de Demokrasidir.

2 YORUMLAR

  1. Sayın Veysi Dündar, kendinize nasıl bir pencereden bakıyorsunuz bilemem ama pencerenin camında sanırım bir üretim hatası var, muhtemelen kırıcılık indeksi ile ilgili:), ortalama insan evresini ne zaman geçmiştiniz, merakımdan soruyorum, şimdi bulunduğunuz mertebe nedir acaba, üst insan mı? fena fillah mı? Mertebeniz ne olur olsun, bizden çok yüksek irtifada olduğunuz kesin, Churcill’den de:) Değerlendirmenizden anlıyoruz. Ama bizde de umut var sanki, çünki sizin yazılarınızı okuyor takip ediyoruz, illaki ortalamadan sizin seviyenize doğru ama az ama çok bir mesafe kaydediyoruzdur? Keşke sizin seviyenizdeki insanların reyi ortalama insanların reyine denk kabul edilmeyeydi, ne büyük haksızlık… Churcill akıl edememiş, keşke edebilseymiş:))

  2. Sayın Dündar,demokrasi taleplerimizi tam sandığa koyacakken,sizin degerlendirmelerinizle tekrar sandıktan çıkarıyorum. Umarım tespitleriniz daha fazla insana ulaşır.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz