KA-DER KADER’i Çiziyor

2

Geçtiğimiz Cumartesi mutlu bir azınlık olarak bir seminere iştirak ettim. Cinsiyet bazlı bir azınlık olma hali idi. 50 kadının iştirak ettiği canlı bir seminerin tek erkek katılımcısı idim. Özgüvenime sanırım hepiniz takdirinizi iletirsiniz. Toplantının tek erkek katılımcısı olmak ne beni ne de toplantının asli sahipleri olan Ka-Der üyelerini rahatsız etmedi. Hem neden etsin ki?

Aslında Sn. Önay Alpago ile geçtiğimiz hafta içinde yaptığımız röportajın bir şekilde devamı idi bu buluşma. Hatta tesadüfler öyle güzel ağlar örmüş ki, Önay Hanım ile sohbetimizi balla kesen telefon da Sn. Yılmaz Büyükerşen idi. Aynı gün sayfamıza konuk etmemize dair nezaketle hasbihal ettik ve bir röportajın da sözünü aldık. Yakında sayfalarımızda buluşmamızın hem görsel hem fikri izlerini gösterme sözünü veriyorum.

Ka-Der’in çalışmalarına dair Sn. Alpago’dan aldığım bilgiler seminer boyunca ete kemiğe bürünüp benim için vücut bulmuş oldu. Ne yalan söyleyeyim hem bilgilendim hem de dünyaya “kadın olarak gelmenin yaşattığı güçlüklerin büyüklüğüne” vakıf oldum, hatta biraz endişelendim. Bir erkek için bırakın alt etmeyi kafa yormanın bile akla gelmeyeceği detaylarla dolu kadınların dünyasında ufak da olsa onların duygu ve düşünceleri ile seyahat ettim. Tabii bir çok kez tepe taklak oldum.

Uzun topuklu bir ayakkabının üzerinde dahi durma yeteneği bir erkek için hiç de kolay edinilecek bir yeti değil. Metafor olarak değil fiziken kast ediyorum. Erkeklerin toplumsal iş bölümünün ve tarihsel sürecin neticesinde kadınlara çok daha zor görevler bıraktığını düşünüyorum ki, topuklu bir ayakkabıyı giymeyi becermek bunun içinde belki en kolay görüneni.

Toplantı süresince yaşadığım bir tedirginlik de yazılarımda sıkça kadının istihdamda yer almayışının Türk siyasetine vurduğu damga nedeniyle eleştiriye tabi tutulmak oldu. Neticede bir muhalif yazar olarak zaman zaman bu analizi basit bir kurguda aktardığımı itiraf etmem lazım. Neticede Ka-Der sorunu çözmeye kafa yoran bir oluşum. Sorunun değil çözümün parçası olmak peşinde. Zor ve meşakkatli bir yol önlerinde.

Türkiye’de kadının istihdama katılım oranının %25’lerde olmasının siyaset alanında yarattığı anomalilerden muzdarip biri olarak anlatılanları can kulağı ile dinledim. Kadınsız yürümeye çalışan bir toplumdan iki ayağı yere basan ve kadının en az erkek kadar üretim süreçlerine dahil olmasına imkan verecek bir düzene nasıl geçilebileceğine dair önerileri ve yapılması gerekenleri can kulağı ile dinledim. Anlatılan bizim hikayemizdi ve kesinlikle ciddiyetle dinlemem gerektiğine emin oldum.

Kadınların üretimden kopuk oluşunda en önemli sebep ayaklarına bağlanan taşlar. Ve bu taşın yükünü artıran, taşın ağırlığını artıran erkek bakışı. Dolayısıyla burada ilk ve önemli adım dayanışma.

Erkekleşmiş bir kadın yaklaşım değil kendini bir kadın olarak ifadeden imtina etmeyen ve bu haliyle öne çıkan bir tarz ve tavır yani… En klasik örneklerinin bebeğini sırtında Meclise yada BM’ye getiren, onu emzirmekten imtina etmeyen ya da yerinmeyen kadın imgeleri. Elbetteki bunlar sembolik ama ifade ve ima ettiği hiç de sembolik değil. Kadınların erkeklerden rol çalarak değil kendilerine ait rol alarak ilerleyecekleri bir model. Klişe olarak görülse de erkek gibi kadın olmak hedefe konmayacak.

Önay Alpago’nun vurucu örnekleri ile kafamda bu ülkede kadın başbakan da gördük ama hala neden Norveç değiliz sorusunun yanıtı şekillendi. Kadın başbakanın “kurşunu yiyen de atan da şereflidir” söyleminde gizli olan şiddet dilinin belki de bu ülkede takip eden 20 küsur yılda neden bir türlü kurşunsuz düzene geçemediğimize dair de açıklayıcı olduğunu ister istemez düşündüm.

Kadın bir başbakandan beklenen en azından bir anne olarak şefkat diline gidecek yolu terkip etmesi idi. Bu naif beklentiden daha ayağı yere basan beklentiler ise aslında kadının kadın olarak iş hayatında yer almasına imkan verecek basit ve etkin çözümler.

Norveç modeli akla gelenler arasında ilk. Çıtayı en yükseğe koyalım ki hedefimiz bizi yukarı çeksin. Kadının %83 oranında iş hayatında olduğu bir ülke Norveç. Tabii hep böyle değilmiş. %44’lerden bu seviyelere gelmiş. Bizim için %44 neredeyse aldığımız yolun iki katı. 1960’lardaki bu seviyeyi bugünlerdeki düzeyine getirmek, Norveç hükümetinin çabaları ve Norveç kadınlarının ortak çabası ile mümkün olmuş.

Temel başlıkları toplumun kadınlara en bağımlı iki kesimi için devletin kadının rolünü üstlenecek adımları atması. Bir diğer ifade ile bebeklere ve yaşlılara bakmanın evdeki kadının yegane ya da ağırlıklı işi olmadığı bir model Norveç’i bugüne getirmiş.

Devlet çocuk bakımında ve yaşlıların bakımında kadının emeğinden daha akılcı bir yaklaşım seçmiş. Hemen aklınıza neredeyse kadınlara evde çocuk-yaşlı bakmayı iş olarak tevdi eden sosyal güvenlik sistemimiz geliyor değil mi? İlk bakışta cazip görünen bu tercihin aslında toplum kaynaklarını tüketen işgücü havuzunu kadından münezzeh eden bir tek bacaklılığı ihsas ettiği o kadar açık ki.

Çalışan kadının her tür güçlükle mücadele etmesi, bu mücadeleden imtina eden kadınlara ise motive edici bir dayanak verilmeden sadece mevcudu korumakla ödüllendirilmesi ülkemizin Norveç’le arasını açmaya devam ediyor.

Köyden kente ya da kasabalara kaçış arttıkça kadının tarımda dahi istihdamdan uzak kaldığı bir toplumsal model akla geliyor. Bu modelin kadını çalışma hayatında erkeklerle en azından eşit tutmaktan oldukça uzak olduğu anlaşılıyor.

Yazıyı ya da konuyu tam bir muhalefet manifestosuna bağlamak istemesem de ister istemez kadınların kendilerini iş hayatından değil yuva kurmaktan bile uzak tuttuğunu bizzat son başbakan Binali Yıldırım’a dahi itiraf ettiren modelin iflah edilecek bir yanı olmadığı akla geliyor.

Ka-Der’in çalışmalarında ana eksen, kadını yaşamın tüm bileşenleri ile barışık olarak çalışma hayatında görmek. Bebeğine ulaşabileceği, bebeğin ona ulaşabileceği işyeri modelleri elzem mesela. Kadını uzun süreli işten uzak tutmak yerine işi kadın dostu bir şekle sokmak aşamalardan birincisi.

Geçtiğimiz yıl yitirdiğimiz önemli bilim kadınlarımızdan Şirin Tekeli’ye ithaf edilmiş merkezde sürekli bir eğitim hali söz konusu. Özellikle yerel seçimler arifesinde kadınlar için bu konudaki iletişim becerilerini geliştirici seminerler yapılmakta.

Ka-Der ya da tam adıyla Kadın Adayları Destekleme Derneği ile hasbıhali hiç kesmeme niyetindeyim.

Toplumun %50sini teşkil eden kadınların dahil olmadığı hiçbir toplumsal, iktisadi, siyasi bölüşüm sisteminin sürdürülebilir olmadığına kanaatim vardı, Ka-Der’e yakından bakınca bu konuda kanaat sahibi olmanın yetmediğini anladım.

Kadın meselesini bu ülkenin kadın ve erkekleri birlikte çözmeye mecbur. Ya çözülecek ya da çözülecek. Başka bir alternatif bulunmuyor. Türkiye tek ayak üstünde zıplayarak yürümeye devam ettiği müddetçe tökezlemeye hatta zaman zaman tepetaklak olmaya mahkum. Gerçek anlamda kadınlar üzerinden teşekkül edecek bir çözüm bulunana kadar sekmeye devam. Ama nereye kadar?

Not: Önceki günkü yazımda HDP’yi konu etmiştim. Bu yazı vesilesi ile de anayım. Seçmeni olmasam da son seçim itibariyle kadınlara %40 temsil oranı veren HDP’nin bu tavrını bu vesile ile herkese hatırlatayım.
Not 2: Yazıyı nafile bir polemik ile lekelemek istemesem de Dekan beyin akla zarar beyanına böyle bir yazı kaleme almışken değinmeden olamazdı. Dekan bey dua etsin Türkiyede dünyaya gelmiş, twitterin icat edildiği Amerika’da ya da Avrupa’da bu ettiği lafı hem de üniversite bünyesinde etse 15 dakika sonra kendini ilginç bir konumda bulurdu. Biz Klara Zetkin’den Angela Merkel’e uzanan çizgiyi dekan beye tabii ki anlatamayız. Hatta Hz. Hatice ve Hz. Aişe’nin misallerini dahi anlatamayız. Nedeni de açık.

2 YORUMLAR

  1. Hemen her konuda kendimize bir misal buluyoroz, Norveçte kadınların iş yaşamına katılım oranı % 80 küsür ve bizim o oranı yakalamamız lazım. Kadınların mecliste temsil edilmelerini destekliyorum tabii ama aktif iş yaşamında tam zamanlı çalıştırılmalarının zulum olduğunu düşünüyorum. Kadınların bunu bile isteye kabul ettiklerini de sanmıyorum. Hayat şartları onları bu noktaya getirmiştir diye düşünüyorum.Norveç kişi başına düşen gelir itibariyle zirvede ya da zirveye en yakın ülkeler arasında, dolayısıyla işsizlik problemi şöyle dursun işçisizlik problemi vardır ve yönetim de bu sorunu çözmek için kadınları da aktif iş yaşamının içerisine sokmak için projeler gerçekleştirmiş ve oran 80 küsürlere ulaşmıştır.
    Diğer taraftan paran kadar konuşma, paran kadar saygınlık algısı olan bir ülkede kadın da var olduğunu, saygı gördüğünü hissetmek için para kazanmak zorunda. Karışık iş.

    • Kadınlar adına karar verme hakkıni bir erkek nereden buluyor. Eger tembellik hakkından bahsediyor isek tamam. Ama bunun dışında erkek çalışır kadın eve bakar diyorsaniz derdiniz büyük derim.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz