Ayasofya’nın ve Türkiye’nin Bitmeyen Çilesi

1

Dünyanın geri kalanının Yeni Zelanda diye bir yerden haberdar olmasından bu yana geçen süre 377 yıl. Tabii ki Yeni Zelanda’nın yerel halkı Maoriler bu ada ülkesinde hayatlarını yüzyıllardır sürdürmekteydi. Kim ilkel kim modern elbette tartışılır. Lakin Hollandalı kaşif Abel Tasman bu adayı ilk gören Avrupalı olarak kayda geçti.

Önceki gün kana bulanan Yeni Zelanda’nın hala geleneksel kıyafetlerini zaman zaman giyerek geçmişlerini yad eden Maorilerine saygısızlık etmek istemem. Yine de klasik kavramsallaştırma itibariyle Yeni Zelanda’nın dünya tarihindeki hükmü 400 yaşında bile değildir.

Ayasofya ya da orijinal adı ile Hagia Sophia yani “Kutsal Bilgelik Kilisesi” ise tam 1482 yaşında. 537 yılında tamamlandığında her ne idi ise, bugün gördüğümüz tam da odur. Tabii ki Koca Sinan’ın katkıları ile. 1482 yaşındaki Ayasofya bu defa kendinden 1000 küsur sene sonra keşfedilen bu ada devletin dünyanın kalbini kanatan vakıası ile gündeme geldi.

Rivayet o ki, kendini bilgisayar oyununda zanneden ve “adam öldürmeyi” oyun gören Brenton Tarrant bu edimini Ayasofya’ya da ithaf etmiş. Koca Sinan’ın eklediği ve Aya Sofya’nın artık göğe yükselen elleri olan minarelerini yıkacakmış.

Yeni Zelanda nere, Türkiye nere? Christchurch ne, İstanbul ne?

Dünyanın ucundan gelen ve 50 insanın canını alarak kendini ifade eden ve mideleri kramplara sokan cinayet fırtınasının görsel kirliliği uzun yıllar hafızalardan silinmeyecek.

Hafızalara kazınan bir diğer gerçeklik ise ruhunu şeytana satan bu adamın dünya tarihine dair hastalıklı bakışının bu ülkenin üzerindeki ağır perdeyi daha da kalınlaştırma riski.

Osmanlı’nın 500 yıllık Balkan macerasının çeşitli safhalarına dair obsesyonlarla malul zihnin Kosova Savaşından, Arnavutluk fethinden, ya da Haçlı Anadolu’sundan kendine sahte bir gündem oluşturduğu anlaşılıyor.

Tarihi yerinden, zamanından alıp güne taşımanın ağır ve yıkıcı tahribatı belli ki bu zavallı ruhun bütün değerlerini sökmüş yerinden.

Balkanlara dair perspektife dair tek bir kelam edip asıl derdime geçeceğim. Varna Savaşı tarihimizin önemli safhalarındandır. En az bizim kadar gururlu Bulgar halkı için de öyle olmalıdır. Varna’ya giderseniz bu savaş meydanının bir barış parkı olarak düzenlendiğini görürsünüz. Bulgarlar bağımsızlıklarını 500 yıl kaybetmelerine yol açan savaşı ne unutmuş, ne de arazisine plaza dikerek tatmin olmuşlar. Tam tersini yapmışlar.

Bir diğer ifade ile ahir zaman Haçlı Şövalye çakması olarak arz eden günümüz soytarısının ruhunu karartan olaylar, bugünün insanları için, anılmaya değer barış vesileleri.

Gelelim benim asıl üzüldüğüm referansa. Yani Ayasofya’ya. Ayasofya’nın üzerinde koparılan dinsel cihadın iki taraflı bir obsesyon olduğuna da delalet eden bu son hadise için söylenecek çok söz var. Ayasofya’yı insanlığa emanet eden Atatürk’ün ıslak imzasını tartışmaya açan sahte tarihçiler bu ülkenin devlet televizyonlarında muteber oluyor. Buna karşılık etki tepkisini yaratıyor. İnatlaşma tam da karşı safta minareyi yıkmakla tehdit ediyor. Sağa dönüyorsun olmuyor. Sola dönüyorsun olmuyor.

Çoğu zaman bu sütunların en yoğun eleştiri öznesi olan Erdoğan dahi Ayasofya’nın Atatürk imzalı tesciliyetine hürmet gereğini kendi lisanında yaptı. İyi de yaptı. Bu ülkenin kurucusu ve ilk Cumhurbaşkanı Atatürk’ün imzalarına saygı devlet geleneğinin en önemli gereğidir. Bugün atılan imzaların da yarınlardaki teminatıdır. (Bu vesile ile Atatürk’ün vasiyetine aykırı davranmanın da aynı düzeyde yanlış olacağını not etmek isterim).

Atatürk’ün büyük ferasetle insanlığa ortak miras ettiği Ayasofya bu ülkenin en kıymetli doğal kaynaklarından biri ve birincisidir. Ayasofya bu toprağa emanet edilmiş binlerce eseri yapmış olan Bizans’ın mirası, bu ülkenin insanlarının iktisadi dertlerine en büyük derman olacak değerlerdendir.

Bu ülkeye Eyfel kulesine çıkan kadar turist geliyorsa bunun sebebi, bu zamana kadar Bizans mirasının da dahil olduğu turizm değerlerinin kenara atılması, hor görülmesidir.

Bu ülkenin anne ve babalarının dövize ve mümkünse yabancı paranın 5’te 6’da 1’i olmayan bir para birimine ihtiyaçları vardır.

Yeni Zelanda katili, şeytani planında insanları birbirine düşman etmeye niyetlenmişse, bizim görevimiz ona ölene kadar kalacağı hücresinde kol kola girmiş dünya milletleri olarak acı çektirmektir.

Ayasofya ebedi bir mabettir.
O yapıldığında daha Hz. Muhammed doğmamıştı bile. Bu bilgi onu insanlığın ortak mirası olarak selamlamamız için yeterlidir.
Ayasofya’nın çilesi bu ülke insanının çilesidir.
Bunu akılda tutmak gereklidir.
Bu çileyi artık coşkuya tahvilin zamanı gelmiş ve geçmektedir.

1 Yorum

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz