Başsızcılık

0

Başta devlet olmak üzere bütün baskıcı kurumların ortadan kalkması gerektiğini ileri süren bir öğretidir “Başsızcılık”. Osmanlıca’da nam-ı diğer Mezheb-i fevza, Fransızca’da Anarchisme…

İngiliz düşünürü William Godwin 1793 yılında yayınlanan Siyasi Adalet (Political Justice) adlı yapıtında, insanlığın ahlakını bozduğu için devlet kurumunun ortadan kaldırılmasını ileri sürmüştü. Stirner, Tucker, Tolstoy gibi bir çok düşünür aynı kanıdaydılar.

Fransız düşünür Charles Fourier, “Çakıl taşlarını toplayıp bir kutuya koyun ve sallayın. Hiç bir sanatçının beceremeyeceği kadar uyumlu bir mozaik elde edersiniz” demekle toplumun doğal biçimlenişinin en uygun ve verimli biçimleniş olduğunu dile getiriyordu. (Felsefe Sözlüğü/Orhan Hançerlioğlu)

Prens Alekseyeviç Kropotkin; başsızcılığı “Doğal uyumu, yapma kurumlarla zorlamamak” anlamıyla tanımladı. Ona göre “başsızcılık, düzen yokluğu gibi, baskı yokluğudur. Devlet egemen sınıfın çıkarlarını korumakla görevlendirilmiş gereksiz bir kurumdur. Özgürlüğü gerçekleştirme devrimine devleti ortadan kaldırmakla başlamalıdır. Devlet, hiç bir zaman yeni bir toplum çağını başlatmak için kullanılamaz. (Felsefe Sözlüğü/

Temsilcilik gibi düşçülükler insanları insan dışılığa dönüştürür, gerçekte hiç kimse bir başkasını temsil edemez.

“Baskı yerine özgür işbirliği, korku yerine kardeşlik ve sevgi gerçekleştirilmelidir.”

Devlet yerine özgür işbirliğinin doğuracağı dernekler ve bu derneklerin birleşmesiyle meydana gelecek federasyonlar kurulmalıdır. Uyum, bu kendiliğinden birleşmelerin doğal dengesiyle meydana gelecektir. Her türlü baskıcı kurum yok edilmelidir.

İnsan; bir üretici olarak anamalın (sermayenin) otoritesinden, bir vatandaş olarak devletin otoritesinden, bir birey olarak dinsel törenin otoritesinden kurtulmalı ve özgür bir gelişme olanağına kavuşmalıdır.

Bütün insan yetenekleri ancak başsızcı bir toplumda, hiç bir baskıyla engellenmeksizin, özgürce gelişebilir.

Anarşistler 17. yüzyıl İngiltere’sinde, Gerrard Winstanley önderliğindeki Gerçek Eşitlikçiler, seküler ayaklanmasını bir gurur kaynağı olarak görürler. Mülkiyetin yozlaştırıcı olduğuna inanan Winstanley, kilisenin etkinliğine, siyasi erke ve ayrıcalıklara karşı çıkıyordu. Suç ve sefaleti doğuranın ekonomik eşitsizlik olduğuna inanıyordu. O, mantık yoluyla kavranan saf bir Tanrı öğretisine dayanan bir ilkel komünalizmin taraftarlığını yapıyordu.

İnsanlar, “yeryüzünü ortak bir hazine yaparak birlikte çalışmalı ve birlikte karınlarını doyurmalıdır. Çünkü en fakir insanın da en zengin insan kadar gerçek yasal hakları ve toprak üzerinde adil bir hakkı vardır. Yüksek tabakadakilere tüm yeryüzüne sahip olma hürriyetini sağlayan ve yoksullara burada hiç yer bırakmayan (şey) hükümettir. Bu nedenle bu hayali, bencil bir Deccal’e benzer.”
(Kenneth C.Wenzer, Godwin makalesinden)

Godwin, “herhangi bir biçimiyle tahakküm bir bilgelik okulu olsaydı, insanlığın gelişimi hesaplanamaz bir boyutta olurdu, çünkü binlerce yıldan beridir biz bu okuldayız” diyordu.

İnsanlık hala savaş ve nefret okuluna gidiyor. Kirlilik ve tüm canlılara karşı saygısızlık, en basit biçimiyle dahi yaşamın kendisini ihlal ediyor. Uyum (harmoni) hala türlerin en sabırsız olanının aklına bile gelmemekte. Tutkular hala frenlenemiyor.

“Ne hor görmenin, ne düşmanlığın, ne içerlemenin ne de intikamın koynumuza girmesine izin vermeyecek” bir dünya görüşüne gereksinimimiz var.

“Adalet ülküsü insanlık ülküsüdür. Bu ülküyü sevmeliyiz, çünkü insanlığın genel mutluluğunu üretecek olan budur.”

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz