Bayram Yazıları -3- Kurban Kesermiş Gibi Yapmak

2

Dün Twitter takipçileri trend topicte bir hashtag’le karşılaştı. “Benim bayramım değil!” diyen insanlar twitterin Türkçe takipçilerinin ilk sırasını almayı başarmıştı. Vegan ve Vejetaryen bir duruş sergileyenlerin ağırlıkta olduğu anlaşılıyordu. Benim dikkatimi çeken bir twit kurbanların buzdolabına konulmasını, “buzdolabınızdaki cesetler” benzetmesi ile eleştiriyordu.

Ülkenin eksik kalan tartışma ortamına bir de dinsel temelli tartışma eklemeye niyetim yok. Yine de kurban ibadetine hayvan hakları penceresinden bakanlar hiç de azımsanacak sayıda değiller. Modern ötesi çağın her şeyi buharlaştırdığı bir çağda, Kurban Bayramı ibadetinin değişmeden sürmesi ister istemez toplumun farklı kesimleri için farklı bakışları ortaya koyuyor.

[“Ezandan Neden Rahatsızlık Duyuluyor?” adlı makalemde hoparlör sisteminden neden vazgeçilmesi gerektiğini tafsilatlı bir şekilde anlatmıştım.]

Ezanın hoparlör ile okunması, 5 yıldızlı Hac seferleri, zikirmatik, twitter’da salavat zinciri gibi uzayıp giden listeye Süpermarketten kurban payı almak çoktan girdi.

Kredi kartı ile demiyorum. Çünkü; kredi kartını aşağılayan ve onu dinsel kerterize aykırı bir şeymiş gibi eleştirenlere, kayıt dışı nakitlerimizle, vergisi ödenmemiş gelirlerimizle aldığımız koçlardan sırat köprüsünde çok da destek beklemeyelim, diyorum.

Türk toplumunu tek bir romanla özetlesek sanırım onun adı “Tutunamayanlar” olurdu. “Mış gibi” yapan bir ulusu, tek bir romana sığdıran Oğuz Atay’ın, her mahalleye heykeli dikilse, kimsenin okumadığı gazeteler her gün tutunamayanlardan pasajlar yayınlasa azdır, diye düşünüyorum. Amacım konuyu dağıtmak değil. Kolektif bir rol yapma ve gerçekleri olduğundan farklı görme-gösterme halinin protoplazmamıza girdiği aşikar.

Vegan ve vejetaryen Müslüman olur mu, bilmiyorum. Ama geçmişin sokaklarda bahçelerde kurban kesilen günlerine nazaran bugün semtlerde açılan kurban pazarlarından yayılan rayiha hiç de işlerin iyi gittiğine delalet etmiyor.

Sorunun mahallede kurban kesmek değil, mahalleyi kentsel ve rantsal dönüşüme kurban vermek olduğu aslında gün gibi aşikar.

Yok olan mahalle ortamının makul yoğunluğu devasa şehir kesafeti ile ikame oldukça; bahçede top oynamak da, kurban kesmek de, mümkünatsız hale geliyor. Top oynamak için avmleri, kurban kesmek için de mezbahayı andırır toplu alanları yarattık.

Geçenlerde Kadıköy’de yeğenime oyuncak almak istedim. Eski bir ayakkabıcı olan satıcı “Kadıköy’de oyuncakçı kalmadı” dedi. Sebebi çocuklarını avmye götüren anne babalardı. Dünyanın hiçbir ülkesinde adım başı avm açan bir akıl yok iken bu ülkeye bunu uygun gören aklın neticelerini de hazmetmesini beklemek gerekir.

Esnafı baş tacı edip onu Avmlerle yok etmenin riyası (bazı avmler toplam kiralama alanlarının yüzde birini geleneksel esnaflara vererek müthiş bir geniş gönüllülük gösteriyor. Allah onlardan razı olsun) Türkiye’de basın tektipleşip asli fonksiyonunu yitirdikçe sosyal medya çok daha zihin açıcı tartışma ve diyaloglara zemin yaratıyor. Kurbana dair tartışma da, eğer serinkanlı ve sakin kalınır ise, buna hizmet ediyor.

Kurban Bayramının geldiği safhaya dair basına yansıyan haber de bütün bu tartışmanın aslında ne denli nafile ve kapitalizmin kurallarının işlediğini işaret ediyor.

Satılmayan kurbanların et ve süt kurumunca satın alınacağı gerçeği ister ibadet ister ticaret olsun kurbanın değişmediğini anlatıyor. Tıpkı Barış Manço’nun dediği gibi; “kapağı al, kulpu ver, kurbanı hiç soran yok.”

Bakış açımızı genişletmeye mecburuz. Demirağlarla değil avmlerle donatılmış anayurtta, kimsenin sığmadığı şehirler bu tartışmalara daha da zemin açacaktır. Bize düşen elimizde kalanın en iyisini hak etmek için çaba sarf etmek olmalı. Belki o zaman bu tartışmalar suya yazılmış yazılar olmaktan kurtulacaktır.

2 YORUMLAR

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz