Bir Gün Sen de Mülteci Olabilirsin !

0

Ölüm bu kadar belli ve yakın iken, neden kaçarız ölümden? Ölmemek için. Evet, ölüm bir saniye mesafede ama ölmemek adına elde avuçta ne varsa bırakarak kaçanlar doluştu ülkemize. Diyar-ı emin beldeye, bilhassa son beş yılda gelenlerle, tamı tamına 5 milyon mülteci ya da göçmen geldi.

Adı üzerindedir aslında giden değil, göçendir göçmen. Gitmek kadar özgür bir seçim değildir. Seçen değil, itilen, gitmeye zorlanan kişidir.
Nedenleri çeşit çeşit… Kimi zaman siyasi, kimi zaman ekonomik, kimi zaman sadece daha iyiye ulaşma isteği, kimi zaman da çevresel faktörlerden.

Gitmekten farklı olarak, bir dönüş umudu da barındırmıyor göç. Muhacir diye de isimlendirmek mümkündür bu insanları. Onlar da ülke, şehir, memleket, diyar değiştiren kişi ya da topluluklardır.

Ülkemizde sıkça rastladığım bir durumdur. Bıraktıkları yerde “terk ettiler, kaçtılar” denir onlara, ama geldikleri yerde de “nerden çıktılar?” diye horlanırlar. İstisnaları vardır o ayrı konu. Muhacirden kasıt, Mekke’den hicret edenler Ensariler tarafından kardeş bilinmiştir.

Balkan savaşında yüz binlerce Türk çetelerden kaçarak Sirkeci’ye yığıldığında yiyecek ekmeği olmayan İstanbullular elde ne varsa gelenlere dağıtmıştı.

Göçmenlerin, yerleştikleri yerde kendilerini kabul ettirmek için tuhaf bir eziklik yaşadıklarına şahidim. Güven duygusuna taparlar. Ecnebi diyardan gelmişlerse; “Rum artığı”, “Gavur bozması” gibi hakaretlere de maruz kalırlar. Dahası kimi zaman da “bizim karnımız açken devlet bunları besliyor” önermesiyle lokmaları, kazançları başlarına kakılır.
Camiden çıkarken bile “gavur” suçlamasına maruz kalırlar. Eklendikleri esas kütleden bir farkları yokmuş gibi görünse de yemekleri, alışkanlıkları, duaları, korkuları farklıdır.

Kırık Türkçeleriyle dalga geçilir, namussuz oldukları peşinen kabul edilip fıkralara konu olurlar. Örneğin 400 yıllık Balkanlı bir topluluk bile Müslüman olması sebebiyle o toprakların yabancısı gibidir. Hayatta kalma çabalarına böyle bir etken de dahildir. Sır saklamayı bilirler, sır tutarlar. Bu da doğuştan değil, terk ettikleri ve yeni yerleştikleri diyarlarda kimliklerini saklamak zorunda kalacaklarını bilmelerinden kaynaklanır.

Göç şartlarını her daim diri tutan kan dökülme potansiyelinin getirdigi bıkkınlıktan dolayı müzikle uğraşırlar. Mesela Balkanların, Kafkasların, Ortadoğu’nun müzikleri niçin güzeldir? Geldikleri ve gittikleri yerlerin müziği sentez olur, kulağa hoş gelir. Müziklerine acının da, hüznün de, sevincin de en hası karışmıştır.

Dolayısıyla bu parçalanma kaçınılmaz bir değişim yaşatır göçene. Kişi bu sancılı değişimi yaşarken dünyayı da değiştirir.
Yeryüzündeki yeni fikirlerin, yeni dinlerin, yeni ideolojilerin, yeni müziklerin, yeni yemeklerin, yeni ırkların yani ki yeni olan herşeyin birçoğu göçmenin ruhunda, kafasında, midesinde, kalbinde, kanında yer bulur önce. Uygarlık dediğimiz şey bu yaşanmışlığın, dönüşmüş tezahürüdür.

Herkes merak edip araştırmış mıdır şeceresini, nereden gelmiş ve nereye gitmekte olduğunu? Kim olduğunu?
Ölmemek için bize kaçana, bize sığınana, “Sen de kimsin, burada ne işin var?” demeye hakkımız var mıdır? Bu topraklarda kaderin bir cilvesi doğmuş olmak, elimizde midir ki, böyle bir lükse sahip olalım?

El hak: “Göçmenlik bütün ülkelerin ve halkların, milletlerin ve de bireylerin bugün ya da gelecekteki muhtemel kaderidir.
Son tahlilde göçmenlik, inananlar için de ahirettir.”

Bu konuda söylenmiş en anlamlı söz Mustafa Kemal’e aittir.

“Muhacir diye küçümsenenler, tarihin yazdığı savaşlarda en geriye kalanlar, yani ‘düşmanla sonuna kadar dövüşenler’, çekilen ordunun ric’at hatlarını sağlamak için kendilerini feda edenler ve düşman karşısında kaçmak, çekilmek nedir bilmeyenlerdir. Muhacirler kaybedilmiş ülkelerimizin milli hatıralarıdır.” (17.1.1931)

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz