Değişen Tarih mi, İnsan mı ?

0

Robinson Crusoe hikayelerine esin kaynağı olan gerçekten uzun yıllar ıssız adalarda yaşamış denizciler vardır. Uzun süre tek başına, toplumdan ve medeniyetten uzakta yaşayan bir denizci zamanla yabanileşmiş, yıllar sonra adaya gelen insanlardan uzak durmuş, onları bölgesine tehdit olarak görmüştür. Anlamlı cümlelerle konuşmayı uzun süre önce terk eden denizcinin, toplum yaşantısına geri dönebilmek için unuttuğu bir çok şeyi yeniden öğrenmesi ya da hatırlaması gerekmiştir.

Geçmişi unutmayalım, ibret alalım. ”Geçmişler geleceğe, suyun suya benzemesinden daha çok benzer” der İbn Haldun…

Tarih tekerrürden ibarettir ve ibret alınmazsa mutlaka kendini tekrarlar sözü boş lâf değildir. İnsanın ezelî ve ebedî hikâyesinde gelişme diye bir şey yok bu yüzden. Birbirinden farklı birkaç tablonun dışına çıkılamıyor. Tarih değil, hatalar tekerrür ediyor!

Ölen bedendir, ruh ölmez; ebediyen yaşar. Eğer gayb perdesi açılsa ölüp göçenlerin dünyadakiler için ağladığını, dünyadakilerin de onlar için ağladığını görürüz.

Dünyada işler değişmez, işler aynıdır. Sadece resimler değişir. Ahmet gider Mehmet gelir, Mehmet gider Ahmet gelir. Değişen pek bir şey yoktur.

Müslümanların ekserisi çok kötü bir tezada düşmüş. Kendi hatalarımız üzerine kader perdesini çekemeyiz. Felaket, çile, bela ne varsa hepsi Tanrı’dan deniyor, insanlar kendini melek zannediyor. Oysa kişiye çalıştığı kadar verilir denir…

Dünyanın şirazesi kaydı. Ülkemde de iki sahifeli defter kaldı. Ya ak ya kara. Ya bizden ya onlardan. Müslümanların adalet temelleri üzerine kurulu muvazenesi bozuldu. Oysa İslam zulümden sakındırıp adalete çağırır. Aslolan hakkı hatırlamak, gücü adalet üzre kullanmaktır.

“Bir zındıka komitesi üzerinden İslam’a bir oyun oynandı” demişti Bediüzzaman neredeyse bir asır önce… Şimdi bir asır sonra bazı perdeleri değişse de oyunun kendisi halen, büyük devletlerin eliyle ve zoruyla sahnelenmekte. İşte bu oyun bozulmalı asıl. “Bu toprakları bu cellatlardan kurtarmak lazım!”

Hayatımız yırtıcı hayvanların insafına bırakılmış gibi adeta… Tarih tekerrürden ibarettir de, esas olan ibret almaktır. Alınmayan ibret için, Mehmet Âkif, “Ne masal şey! Beş bin senelik kıssa yarım hisse mi verdi? / Tarihi tekerrür diye tarif ediyorlar; hiç ibret alınsaydı, tekerrür mü ederdi?” der. İnsanî ve vicdanî  meseleleri; ideolojiye bağlamak kadar sakat bir düşünce olamaz.

İnsan olmak ancak ilâhî anlayışın yansımasıdır ki; her kişide yoktur.
Balçığında aşk olanlara has bir vergidir; insan olmak…
Anlayacağınız; bulunması zor, çok kıymetli bir cevherdir insan…

90’lı yıllarda bir Amerikalı gencin yaşadıkları toplumun insan yaşamandaki önemini tekrar gözler önüne serer. Kısa yaşamı “İnto the wild” ismiyle filmleştirilen, topluma karşı derin bir yabancılaşma yaşayan Christopher McCandless Üniversiteyi bitirdikten sonra ailesini terk eder. Toplumdan uzaklaşır, Alaska’da terk edilmiş bir otobüs içinde tek başına yaşamaya başlar. Yediği yaban meyvelerinden zehirlenerek trajik bir şekilde ölen Mccandless’in son günlerinde günlüğüne yazdığı cümleler vurucudur; “Mutluluk sadece paylaşıldığında gerçektir”. Sevdiği insanlardan uzaklaşarak mutluluğu arayan Christopher mutluluğun uzaklaştığı insanlarla anlamlı olduğunu keşfetmiştir.

Elli gram için beş ton altın cevherinin işlendiği gerçeğini düşünecek olursak; insan olabilmek, insan yetiştirebilmek için ne kadar fedakârlık yapmak, ne kadar emek vermek, ne kadar gayret etmek gerektiğini varın sizler düşünün…

İnsan olmak, insan yetiştirmek yerin kilometrerelerce altında cevher aramak ve bulmaktan daha zordur vesselam…

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz