Halk Sarraf Olduğunda Kazanacağız

0

Bir gün sarrafın birine üç kişi getirilir. Bu üç kişiye çok önemli bir memleket meselesi teslim edilecektir. Görünüşte hepsi nazik, hürmetkâr, birbirlerine bağlı, kendilerine teslim edilecek işi birlikte yapacakmış gibi bir intiba uyandırıyorlardı. Fakat sarrafın içi bunları tutmadı. Bunları denemek, içlerini dışlarına çevirmek, içlerinin resmini çekip herkese göstermek, memleket işlerini layık olmayan kimselere teslim etmekten kurtarmak istiyordu.

Sarraf bunlardan birini odaya alır. Onun yüzüne güler, bazı ikramlarda bulunur. Sonra da onu övdükçe över. Sarraf övdükçe o, tavus kuşu gibi kabarır. Sarraf girişini bitirmiş, demirini kızdırmış, onu tam tavına getirmişti. Artık onu tanıyabilirdi.

Ona, “Seni çok beğendim, sevdim, kendini çok iyi yetiştirmişsin. Ama diğer arkadaşını beğenmedim. Ona buna karşı fazla yaltaklanıyor. Onun yanında olmak size zarar getirir” dedi.

Bizim yüksek mevki adayı, bülbül gibi konuşmaya başlar. Arkadaşı için, “Evet efendim. Affedersiniz, onun tabiatı köpek tabiatına benzer. Biz onu zaten aramızdan atmak istiyorduk. Zorla it gibi peşimize takıldı geldi” diye cevaplar. Bu kişi aslında kendini tanıttığının, yakayı ele verdiğinin farkında değildi.

Sarraf, diğer iki arkadaş ile de aynı minval üzerine görüşür. Onların da ağızlarından laf alır. Onlardan biri diğeri için, “O, eşşeğin birisidir”, diğeri de arkadaşı için, “O, öküzün birisidir” deyiverir. Böylece bu üç kişinin dereceleri, daha doğrusu derekeleri belli olur.

Bir hayli vakit geçtiğinden adamlar acıkmışlardı. Sarraf her biri için münasip bir yemek hazırlar. Bir tabağın üzerine, kokmaya yüz tutmuş biraz çiğ et, bir tabağa biraz arpa, bir sahana da biraz saman koyup ikramı önlerine servis eder.

Yemekleri gören bu üç kişinin yemek sevinçleri kursaklarında kalır. Ne yapacaklarını şaşırır vaziyette dönüp sarrafa bakarlar. Sarraf; “Nasıl, layık olduğunuzu buldunuz mu? Biliyorsunuz, ite et, öküze saman, eşeğe arpa gerektir” der ve çıkar gider.

Birgün yine korka korka iki kişi daha getirirler. Bunlar üstün mevkilere namzet kişilerdi. En değerli vazifeler kendilerine teslim edilecekti. Sarraf onlara da izzet ve ikramda bulundu. İçlerinden biri dışarı çıkmıştı.

Sarraf, “arkadaşınız ne kadar şişmanmış.” dedi. Sarrafa daha da fırsat vermemek adına; “Evet efendim. O bir ilim küpüdür. İlmi fazileti ve takvası da aynen cesedine benzer” der. Sarraf bu defa şişman zatla baş başa kalır.

Sarraf; “arkadaşınız ne de cılızmış. Hiç bir şey yemez içmez mi? Bu haliyle ne hizmet yapacak?” der. Arkadaşı, “Efendim, o tepeden tırnağa bir ilim cevheridir. Siz onun maddesine bakmayın. Onun ilmi irfanı maneviyatının heybetini görürseniz şaşırırsınız. Hele yanında ilmi bir bahis açın, konuşturun dinleyin, nasıl hayran kalacaksınız.” der.

Söz bu hikayeden hareketle yine siyaset oldu hasıl.

Gün geçmiyor ki, en yakın siyasetçiler birbirlerine dirsek atmasın. Çirkin söz söylemesin. Siyaset uğruna, koltuk uğruna, ego, hırs ve kibri uğruna, senelerin birlikteliğine çentik atılmasın.

Vatandaşın sarraflık titrinden hareketle; halk hangi siyasinin heybetli, vakarlı ya da dolambaçlı olduğunu kestirecek güçtedir. Zira kimi hareketler anında sırıtır, belli olur ve çirkin kaçar. Beğenilecek adam bulunursa beğenilir ve o kişiye layık olduğu kıymet verilir. Yeter ki, beğenilecek adam bulunsun.

Bize sadece “dürüst” adam yetmiyor. Yönetenin bilgili ve iyi olmasının yanında, işinin ehli olması ve liyakate uygun düşmesi de gerekir.

Her zaman söylerim. Güce tapan, kibirli, müfsit ve muhteris, münafık karakterli insanlar bizi yönetmemelidir.

İşi ehline, liyakat sahibine teslim etmek, bir meziyettir. Dolayısıyla hangi siyasiye bu ülkeyi emanet etmek gerektiğinin ayırdında olmak, halkın birinci vazifesidir.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz