İnsan Kaç Para Eder?

1

Raskolnikov yeniden yürümeye başladı. “Acaba nerede okumuştum?” diye düşünüyordu. Bir yandan da, idam mahkumunun biri ölümünden bir saat önce, yüksek bir dağın tepesinde, ancak iki ayağının sığabileceği kadar daracık bir yerde yaşaması gerekse, çevresindeyse uçurumlar, okyanuslar, sonsuz karanlıklar, fırtınalar ve sonsuz bir yalnızlık olsa, yine de o bir avuç yerde ömrü boyunca, binlerce yıl, sonsuza dek yaşamanın, o anda ölmeye yeğleneceğini söylemiş.
Yeter ki yaşasın! Yalnızca yaşasın!

“Aman Tanrım, bu nasıl bir gerçek böyle! Bu nasıl gerçek! İnsan ne alçak bir yaratıkmış!” Raskolnikov bir dakika daha durup düşündü, sonra “Bunun için insana alçak diyen de alçaktır!” diye ekledi.

Suç ve Ceza’dan alıntı yapmadan idam tartışılabilir mi? Twitter, Face, İnsta çağındayız. Ama bugünlere Dostoyevski ile geldik. Suçun toplumsal temelleri vicdanın o biteviye tezgahı üzerinde çalışır durur.

Küçük bir kız çocuğunun günahsız sureti bize intikam çığlıkları attırır, ama hastalanmış bir toplumun belki de en ağır halidir bir çocuğun savunmasız bedenine yansıyan şiddet.

İdam edebiyatın sanatın her dalını etkilemiştir. En çok da sinemayı. Sean Connery’nin ‘Just Cause’ filminde canlandırdığı Harvard profesörü unutulabilir mi?

‘Dead Man Walking’de soğukkanlı ve kendinden emin idam mahkumuna hayat verirken ona yol gösteren Susan Sarandon ise en azından dünyadan ayırdığı insanlara şefkate davet eder.

Green Mile (Yeşil Yol) ise Tom Hanks’in eşliğinde haksız yere idam edilen doğa üstü güçleri olan bir siyasi mahkumun hikayesini resmetmiştir.

Amerikan film endüstrisinin bazı eyaletlerde hala ceza olarak başvurulan idamın o geri dönülmez yüzünü anlattığı hikayeler kadar bizim Aziz Nesin’imizin Surname’si de konuya dair hatırlanmayı fazlasıyla hak eder. İdamın ceza olduğu yıllarda hem de bugünlerde gördüğümüz acı olaylara benzer bir sebeple bu cezaya çarptırılan Berber Hayri’nin idama giden günlerinin ahali için bir Surname şenliğine dönüşmesini anlatır. Bir taraftan da laçka, faydasız hayat yaşayan Hayri’nin idama giden günlerinde yaşadığı dönüşümü, onun o rezil cinayete giden berbat hayatını nasıl sorgulayıp başka bir insana dönüştüğünü ifade eder.

İdam’ın suçluyu ya da suçlu olarak görüleni spot ışıkları altına alıp neredeyse MR’ını çekecek denli şeffaflaştırdığı aşikar.

İnsanın değerine dair ilginç ve kışkırtıcı bir yorum var. İnsan bedenini oluşturan kimyasal maddelerin değişim değeri baz alınarak yapılan hesaplamada ortalama bir insanın 160 Dolar ettiği hesaplanmış. Vücudumuzda en kıymetli element Potasyum ve bu 160 doların 100 doları da potasyumdan geliyor. Geri kalan 60 dolar ise ne varsa ondan.

İnsanın tarih boyunca savaşlarla cinayetlerle birbirini bu kadar acımasızca yok etmesinin arkasında belki de insan bedeninin bu kadar değersiz piyasa şartlarında kelimenin tam anlamıyla beş para etmez olmasının payı yok mudur sizce?

Oysa çelişkiler yumağıdır insan. Savaşlarda kıyımlarda paramparça ettiği hemcinsinin belki 100 yaşına gelmiş ve yaşama bir daha herhangi bir katkı sağlaması olanaksız bir bireyini bir gün daha fazla yaşatmak için yoğun bakım odaları kurar.

Bir bitkiden farkı kalmamış insanların ömürlerini uzatmak için milyonlar harcar.

Bu çelişkilerin en derinine belki de ne adından ne varlığından hiç bir zaman haberdar olmayacağımız küçücük çocuklar ve lanet adamlara gösterilen gösterilecek ilgi ile vakıf olacağız.

Ama Türkiye’nin insani gelişmişlik düzeyinde 71. sırada olduğunu acaba bu tartışmada gündem yapabilecek miyiz?

Aile içi şiddet değil aile içi cinayetle yok olan çekirdek ve geniş aile sayısını acaba hatırlayanımız var mı?

İdam deyince akla (filmini tamamlayamadığım) rahmetli Adnan Menderes’in, Deniz Gezmiş’in, Erdal Eren’in, Pir Sultan’ın geldiği ülke acaba hangisi? Toplumun kendi yetersiz gelişimi ile ürettiği suçlara dair önce sağlam bir boy abdesti alması gerekmez mi?

[RASKOLNİKOV, Dostoyevski’nin Suç ve Ceza romanında yarattığı ve çok tartışma götüren çelişkili bir tiptir. Bir yanıyla özverili, idealist bir gençtir; öte yandan çok kolayca insan öldürür. Bu bize acaba sadece kimi insanların mı çelişkili olduğunu, yoksa temelde insanın çelişkili edimleri olan, çelişkili bir varlık olduğunu mu gösterir?]

1 Yorum

  1. Enfes bir yazı Veysi Bey. az kelime ile çok şey anlatmış, bizi insanlığın hasbahçesinde dolaştırmışsınız.
    küçük bir eleştiri ve katkı ile bu güzide gezide var olmak istedim.
    Bu mevzuda “Necip fazıl Kısakürek’in Reis Bey adlı eserini zikretmemeniz büyük eksiklik olmuş bence. müsadenizle daha yayınlanmış bir yazımla katkıda bulunmak istiyorum. lütfen hep yazın, hep güzel kalbinizi bize hissettirin.
    NECİP FAZIL’IN REİS BEY ESERİNDE
    MERHAMET AFORİZMALARI

    Türk Edebiyatının en coşkun, en özgün kalemlerinden biri olan Necip Fazıl Kısakürek, zekâ ve sanat dehasıyla çığır açmış müstesna bir sanatçıdır.
    Her eserinde ciddi tevil ve yoruma ihtiyaç duyulan zaman ve mekân üstü söyleyişlerle karşılaştığımız sanatçının, tiyatro oyunları başlı başına bir inceleme konusudur.
    Oyunlarında asla popülist anlayış ve anlatımlara tevessül etmeyen Necip Fazıl’da, söz, tarihe kazınmış bir not gibi karşımıza çıkar. Her sözde derin bir altyapı söz konusudur. Ve belki onu anlamak için de ciddi yorulmaya, kafa yormaya, alın teri dökmeye ihtiyaç duyarsınız. Onu okurken, sıradan bir edebi kitap okuma havasından çıkmanız ilk şarttır. Bu en kolay okunan tür olan tiyatro eserleri için de geçerlidir.
    Muazzam anlatımlar, derin bir felsefe ve bilgi yoğunluğu ile sentezlenince standart üstü bir eser çıkar ortaya. Bu ifadeyi Necip Fazıl’ın bütün eserleri için kullanırsak yanlış bir şey söylemiş olmayız.
    Necip Fazıl Kısakürek, Olgunlaşma sürecinde ortaya koyduğu eserlerde, sosyal sorunlara kafa yorma, mutlak hakikati arama ve bunun sonucu olarak da “çile” anlayışını hemen hemen bütün oyunlarına yansıtmıştır.
    Dikkat edilirse Necip Fazıl, 1948’den 1960’a kadar geçen sürede hiç tiyatro eseri yazmamıştır. Büyük sanatçı, bu suskunluğunu 1960 ihtilaliyle girdiği hapishanede bozmuş, ortaya birbirinden güçlü üç eser çıkarmıştır. Ahşap Konak, Kumandan ve Reis Bey.
    Necip Fazıl Kısakürek’in entelektüel birikimin doruk eserlerinden olan Reis Bey, sunduğu mesajlar yönüyle; günümüz sorunlarına çok enteresan çözümler getiren nefis bir oyun olarak okurlarını beklemektedir.
    Katı ve merhametsiz bir toplumun aslında insanlara neler kaybettirdiğini zıttıyla anlatan bu eserde, insanlığın içine düşmüş olduğu sevgisizlik, acımasızlık, kötü alışkanlıklar, cinnetler ve katı bireyselciliğe karşı “merhamet” çözüm olarak önerilir.
    “3 perdelik Piyesin ana karakteri Reis Bey, bir ağır ceza reisidir. Ömrü otel odalarında geçmiş, yapayalnız ve tuhaf bir adamdır. Taş kalpli bir kanun tatbikçisidir. Onun nazarında merhamet, idamlık bir suçtur ve “cemiyette bir ferdi korumak için bin kişiye idam gömleği giydirmekten kaçınmamalıdır.” Günün birinde, annesini öldürdüğü iddiasıyla huzuruna çıkarılan bir gencin idamına karar verir. Bu olaydan sonra asılan gencin aslında suçsuz olduğu tespit edilir. Reis Bey bunun üzerine bütün değerlerini tartışmaya açar. Ve bundan sonra olaylar çok farklı gelişecek, Reis Bey’in buz gibi iç dünyası müthiş bir sarsıntıyla yerle bir olacaktır.”
    Defalarca okuduğum bu ölmez eserde, merhamet vurgusu eserin tamamına enjekte edilmiş gibidir. Ama az bir dikkatle bakıldığında bile hem Reis Bey’in muazzam değişimi, hem de merhamet önerileri dikkat çeker.
    Necip Fazıl’ın bu eserinde, yüzeysel bir okuma ile söylediği merhametle ilgili söz ve aforizmaları derlemeye çalıştım.
    Referans kabul ettiğim nüsha: Reis Bey / Necip Fazıl Kısakürek / Kültür Bakanlığı Tiyatro Eserleri Cilt 3 Eser 9-13 İstanbul 1976

    MERHAMET AFORİZMALARI

    — Nasıl anlayacaksınız? Merhamet nedir, bilmeden anlamak olur mu? İşi gücü zorla suç aramak olan insan, neden anlar? ( s 14)g
    — Merhamet suç mu? – Hem de idamlık!20
    — Benden, merhametin öldürdüklerine merhamet beklemeyiniz!21
    — Merhametin öldürdükleri ne demek? – Yani, Merhamet göre göre yalnız ona muhtaç, yaşayanlar… Merhametten doğan ihmal ve ona ihtiyaç yüzünden ölenler…21
    — Siz ağlayamazsınız! Ağlayabilseydiniz, anlayabilirdiniz!43
    — Yeryüzünde suçu bağışlanmadık insan kalmaması için beni affet!62
    — Affı anlayınca, kendinizden başka her insanı mazur göreceksiniz!65
    — Baş aşağı bir cemiyeti baş yukarı edecek kudret, her tarafın birbirini affetmesinde…66
    — Hep, affı bilmememin açtığı mesafeler… Herkesi bu hale birbiri getirdi. Herkes herkesi affetsin! 66
    — Hepimiz birbirimizi affetmeliyiz. Dağları kaydıran bir zelzele olurken, birbirine sarılmış çocukların haline dönmeli değil miyiz? Nedir bu zelzele arasında birbirimizin saçını yolduğumuz, ciğerini söktüğümüz?…67
    — Düşünmeye kurcalamaya lüzum yok, çocuklar! Acımak düşünmektir, acımak bulmaktır. Acıyın yeter! 71
    — Can taşıyan, yüreği atan her yaratığa acıyın! Ağzından kemiğini çaldıran köpeğe, her parçası ayrı ayrı kıvranan solucana, tabanı yanan çakala… Hepsinin üstünde insana; buruş buruş beyni, alnı ve çenesiyle gözyaşı döken insana acıyın!71
    — Acımalıyız ki acınalım! 75
    — Gidin; akşamları, yumru yumru evlerin yılankavi sınırladığı kuytu mahallelerde dolaşın, oralarda, sokak ortalarında ağlayan çocuklar göreceksiniz; onlardan ağlamayı öğrenin!…Hastane önlerinde, adliye koridorlarında, hapishane kapılarında, yazıhane eşiklerinde, maden kuyularında, tarla hendeklerinde…Daha nerelerde nerelerde?…Kansızlıktan kurumuş bir insanlık kaynaşıyor. Seyredin ve ağlamayı öğrenin. Pit pazarlarına uğrayın, oralarda yerlere serilen eşyaya bakın; ölen çocuğunun minicik kazağını satmaya gelenle, bunu düşürmeye bakanın edalarına dikkat edin; ağlamayı öğrenin! Hiçbir şey yapamazsanız, kırlara çıkın, kuş yuvarını bozmak için, ağaçlara tırmanan haylazlara katılın; cıvıl cıvıl imdat isteyen yavru kuşları, sonra, havada kıvrımlar çizerek, acı acı çığlık koparan anne kuşu görün; ağlamayı öğrenin! Yavrusunu ensesinden dişleyip, selamete götüren uyuz ve topal kediye baksanız yeter… Ağlamayı öğrenin! Sakın, öğrenemeyiz, demeyin; ben öğrendikten sonra siz nasıl öğrenemezsiniz! 77
    — Annelerinizi düşünün! Yüreği yufka komşu hediyesi börekten, en hatırlı parçayı bir gazeteye sarmış, zindan kapısında sıra bekleyen, göz yaşının kudretini, demiri eritecek bir kezzap haline getiren, annelerinizi düşünün!…Ağlamayı öğrenin!…77
    — Ağlayın, çocuklar!…Mazlumun, kendinde kıyılana, zalimin de kendinde kıydığına ağlayın! Mazlumun hesabı görülür; ya zalimin kaybettiği?.. Göz yaşına ulaşılmadıkça ele geçmez. Zalime daha çok ağlayın, çocuklar; zalimde beni ve kendinizi görün, ona daha çok ağlayın! 77
    — Bir gözyaşı çetesi kurun, beni reis seçin; ve insanlara gözyaşını öğretinceye kadar, delik deşik edin onları bıçaklarınızla, kurşunlarınızla… Ama bu bıçaklarla değil, ıslak kirpiklerinizle… Bıçaklarınızı size, tavuk kesemez hale geldiğiniz zaman geri vereceğim. Duygunuz körleşecek olursa, sivri uçlarını hafifçe parmağınıza batırıp gözyaşını hatırlarsınız.77
    — Ağla, sevgili oğlum, katil, doya doya ağla ve tüy gibi hafifle!…Senin yirmi beş yaşında bulduğunu, ben altmış beş yaşında aramaya başlıyorum. İşte aramızdaki fark! Ne kadar ağlamalıyım ki; durmadan altmış beş sene gözyaşı dökmüş olayım. Çaresiz, sonsuzluk boyunca çaresiz. Gözümün önünde korkunç bir kaynaşma meydanı peydahlanıyor… Çocuklar ağlaşıyor, anneler koşuşuyor… Her taraftan, anne, oğlum diye çığlıklar geliyor.78
    — Merhamet… Lügat kitabında bir kelime! Onu öğretmek… İnsanlara acıyı belletmek… Acımanın usullerini, ana mektebi programına eş yürütmek… Bütün cemiyeti mahşer arsasına benzer, bir acıma ve bağışlama zemininde toplamak, oradaki bir milyon bacalı, bilmem kaç milyon çarklı merhamet kombinasında çalıştırmak… İnsanda kötülük iktidarını, döve döve pekleştirmek yerine, hohlaya hohlaya yumuşatmak, insanları kötülüğe iktidarsız kılmak… 110
    — Bir de kalkmış, belki kendimden birine, ondan öbürüne geçer, bir merhamet yangını çıkar, bütün ülkeyi sarar diye, tımarhanelik bir hayalin peşine düşmüş, gidiyorum. Bunun için de, en verimli tarla diye, katillerin, hırsızların, eroincilerin yuvasını seçmiş bulunuyorum. 118
    — Merhamet, harikulade bir şey; içinde hayat kaynayan kazan…118
    — Göklerin merhamet dolu olduğuna inanıyorum. Bizse, umacı korkusuyla yorgan altına kaçan çocuk gibi nefsimizin beton çatısını tepemize çekmiş, yaşamayı öldürüyoruz! Yağmurun yalnız suyunu toplayabiliyoruz; ruhundan uzağız! Halbuki ne güzel isim koymuşlar ona: Rahmet.!120
    — Kinin, zulmün de başında ve sonunda merhamet nöbet bekliyor… Rahmet… Alem, bu temel üzerinde…Eğer toprağa, tohuma, hatta kire, lekeye merhamet olmasaydı, su olur muydu? Rengi merhamet, sesi merhamet, pırıltılı, şırıltılı su… Ne duruyorsunuz? Sökün sahte su borularını, ev ev merhamet şebekesini kurun! Tepelerinizdeki çatıları da yıkın, göklerle temasa geçin!…O zaman göreceksiniz ki; acı su borularından kendi kendisine tatlı su akacak ve başlar üstünde güneşe yol veren kubbeler yükselecek…120
    — Merhamet bestesi…ah bu besteyi bir tutturabilsek, yakan bir şarkı halinde, gırtlak yivlerine bir kazıyabilsek!…Benim istediğim güneşin merkezindeki merhamet.. Kuzuları da, yılanları da ısıtan merhamet…Isıtın, ısıtın daha ıstın…Yılan, şimşekleşinceye kadar ısıtın!… Görürsünüz, nasıl şimşek bir anda parça parça yere dökülür, sonra nasıl çizgi çizgi yumaklanıp bir kuzu olur!… O anı bulmaya bak! İş onda…121
    — Merhamet, hiçbir şeyin kendisi değil, su gibi, toprak gibi, hava, ateş gibi her şeyin temeli… Onu getirin, kuracağı iklimde iyi’nin ölü bitkileri dirilsin, kötünün de diri bitkileri ölsün…(122)
    — Büyük meydanına heykelimi dikmek yerine, leşimi katır iskeletlerinin yanına atacakları merhamet cumhuriyeti nerededir?(122)
    — Bütün sınıflara paydos! Dünyayı, hastalarla hasta bakıcılarından ibaret iki sınıfa bölecek (I) numaralı odaya, Atom âlimlerini ve politikacıları yan yana yatıracak anlayışa yol var mıdır? Yalnız acıyanlar ve acınanlar sınıfı… İki yahut iç içe tek sınıf….Gerisine paydos!..Merhamet, merhamet gerisine paydos!.(123)
    — Acımak annelerin ilmi… Birbirinize acımanız ve acımayı öğretmeniz için, ikiniz de anne olmaya bakın!128
    — Ben ömrümün sonunda meczupların hayatına özeniyorum. Her köyün, kasabanın bir meczubu vardır ya; hanı, hamamı, pazarı gibi, o yere mahsus… Böyle bir şey olmak istiyorum. Meydanlarda trafik polislerinin yanına geçip, boynumda bir yafta, dikilmek istiyorum: İnsanlar durun! Acımayı bilmeyen geçemez…129
    — Benim halimi değiştirmeye çalışmak, bana acımamaktır! Bana acıyın, yani acımayın! Bana acımayarak acıyın!131

    Necdet KARASEVDA

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz