Kolayı Zorlaştırma Gafleti

0

Hayat, zor mu? Bu hayat çekilmez, diyenlerden misiniz? “Istırabım doğuştan / ben doğarken ölmüşüm.” dizelerini sıkça mı terennüm ediyorsunuz?

Zor olan, hayat değil; hayatı zorlaştıran, insan. Allah, insan için kolayı diler, “Gücünün yeteceği kadarını teklif eder. (Bakara 286) İnsan, insanın niçin kurdu olsun ruhu olmak varken? Zorluk ve kolaylık, iyilik ve kötülük, güzellik ve çirkinlik, dostluk ve düşmanlık bize göre anlam ve değer kazanıyor. Biz ürettiğimiz için korku, öfke, zor, çirkin var. Biz üretirsek, merhamet, diğerkamlık, sevgi, değerbilirlik de var. Her değerin kaynağı da merkezi de insan olarak “biz”iz. 

Hayat sınavının çok kolay olan sorularını zorlaştırarak, kendimizi sınıfta bırakıyoruz. Arkasından niçin sınıfta kaldım, diye ağlıyoruz. Ancak, bu sınıfın tekrarı yok. Kas ve kemiklerini güneşte iyice ısıtan yılan, çevre kontrolüne çıkar. Bir marangoz atölyesine uğrar. Olacak ya, kuyruğu marangozun iki tarafı dişli testeresine çarpar ve yaralanır. Yılan öfkelenir, testereyi ısırır, ağzı kanla dolar. Kendisine saldırıldığını düşünen yılan, testereye dolanır, güya onu hareketsiz hale getirecek, sıkboğaz edecektir. Ancak, testere yılanın her yerini deler ve kanlar fışkırmaya başlar. Yılan, kan kaybından ölür. Bir anlık öfke, intikam duygusu ölümüne sebep olur yılanın. Olay ve olgular, sabırla, empatiyle anlaşılmayı gerektirir. “Teenni” diye bir kelime var dilimizde, “acele etmemek” anlamında. 

Yurdumun insanı teenniden yoksun. Ben de dahilim buna. Birbirimizi anlamaya çalışmıyoruz, dayatmacıyız; karşıt düşüncelere saygı göstermiyoruz, inhisarcıyız; başkalarının haklarına kör ve sağır davranıyoruz, benciliz; kişilere ve eşyaya işimize yaradığı kadar değer veriyoruz, çıkarcıyız; bir vadi dolusu altınımız olsa yetinmiyoruz, tamahkârız; veren elin alan elden üstün olduğunu birbirimize anlatıyoruz, ancak bunu hayatımıza indirmiyoruz…

“Dövene elsiz gerek / Sövene dilsiz gerek” diyen Yunus kadar olmaya da gerek yok hayattan şikâyetçi olmamak için. Kirlenmemiş bir fıtrat; aşırılıktan kaçınılan yaşam, hesabı kolay verilebilir sınav için yeterli. 

Evin hanımı, farenin, buğday çuvallarına verdiği zarardan bıkmıştır, beyine bir kapan almasını söyler. Kendisinin ölümü için verilen kapan siparişini duyan fare telaşlanır, tavuktan yardım ister. Tavuk, fareye yüz vermez, “Bu senin problemin, ben sahibimden memnunum, yemimi de vaktinde yiyorum, yumurtamı yapıyorum.” der. İstediği desteği alamayan fare evin ineğine gider, “Ne olur, ev sahibine engel olun.” der. İnek, farenin telaşına anlam veremez, onu tersler. Kapan eve getirilir, fare için sıkıntılı günler başlamıştır. Ancak, bir yılan gelir, kuyruğunu kapana kaptırır, bu acıyla evin hanımını ısırır. Hanımını baygın halde gören adam, ona bir tavuk suyu çorba yapmak ister, tavuğu keser. Yılanın zehirlediği kadın birkaç gün sonra ölür. Cenazeye gelenlere ikramda bulunmak gerekecektir. Adamın aklına ineği misafirlere ikram etmek gelir. İneği keser. Fare, hem kızgın hem üzgün hem şaşkındır. 

Hayatı güzelleştiren ve kolaylaştıran biraz da paylaşmak, başkasını anlamak, başkası için var olduğunu bilmek, yaşatmak için yaşadığına inanmak değil midir? Hayat, oldurmak mıdır, öldürmek midir? Oldurmayan bir ruhun yaşattığı beden; insanlığa leş, tarihe çöptür.

Küçük şey diye bir şey yoktur; hele lüzumsuz hiç yoktur. Martıların kanat çırpmasıyla okyanuslarda dalgaların oluşacağını idrak etmek, hazineleri keşfetmekten daha değerli. Hayat, bumerangla oyun sahasıdır. Yaptığın iyilik de kötülük de gün gelir seni bulur. Fare onun için, hem kızgın hem üzgün hem şaşkındır. Keşke tavuk ve inek bunu bilseydi, evin hanımı ve beyi bunu idrak edebilseydi. Adam hanımını kaybetmez, kadın canından olmazdı. Şimdi hepsi yaşardı. 

Siyaset, akademi ve medya alanında yer işgal edenler, toplumun vitrinindeki modellerdir. Onlar, bizi hem temsil eder hem bize kılavuz olurlar. Yarınlarımızın mimarıdır bu kişiler. Hayat sahnemizin ekran yüzü olan bu kişilerin ağzından çıkan her söz, bizi düşündürür, etkiler. Onların söyledikleri adeta bir ayet hükmündedir. Kimlik ve kariyerleriyle seçkinler kategorisinde yer alırlar. İstenir ki davranış ve sözleriyle mensubu bulundukları topluma yaşama sevinci versinler, aidiyet hissi tattırsınlar, zehri bal eylesinler. İçimizi karartmasınlar, egolarının esiri olmasınlar, olayların ve olguların künhüne vakıf olsunlar, bilmediğimizi ve görmediğimizi bize hem bildirsinler hem gördürsünler. Zor şeeyler değil bunlar, olması gerekenler. 

Bir süreç yaşıyoruz, seçim sath-ı maili deniyor. Siyasetçiler, gazeteciler, akademisyenler medyamızı işgal ediyor. Dinliyorum kendilerini, zaman ayırıyorum onlara. Televizyonu kapatırken “Ben bunları niye dinledim ki?” diyorum. İçimin karardığını, sinirlerimin gerildiğini hissediyorum. Stüdyo değil sanki bulundukları yer, arena. Zihinlerde ve gönüllerde saygın yer edinenleri istisna tutuyorum, pek çoğu, kırmızı görmüş boğa gibi birbirlerine saldırıyorlar. Güzel güzel konuşmak, sabırla dinlemek varken ne güzellik ve sabır bulabiliyorsunuz ilişkilerinde. Konuşan da dinleyen de mutlu olmuyor. İsraf edilen zaman, kendilerine güven duyulan kimliklerin yıpranması karamsarlığımıza yol açıyor. 

Böyle olmamalıyız. Hayat orkestrasının her enstrümanını yeniden akort etmeliyiz. Zor değil; iyi niyet, samimiyet lazım. Uzağa gitmeye gerek yok, fabrika ayarlarına dönmek yeterli. Adı, fıtrat. Yoksa kendini katleden yılan, şaşkınlık yaşayan fare hikâyeleri bitmez. 

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz