Leyla Erbil’i Anarken Akla Gelenler…

0

Bugün 19 Temmuz; Leyla Erbil bu dünyadan gideli tam 5 yıl olmuş. “Ben insanların tümünün yaralı ve hasta olduğuna inanıyorum. Sanatımın kaynağı da bu her insanda gördüğüm zavallılıkla, derinlikle ilgilidir” diyen Erbil’in Türk edebiyatına bıraktığı miras, kendi yazdıklarına ilave olarak, onun için yazılan bir şiir ile zirveye çıkar. (Leyla Erbil’e, LEYLİM diye hitap edermiş.)

Pusatsız, duldasız, üryan,
Bir cana bir de başa,
Seher vakti LEYLİM-LEYLİM.
Cellat nişangahlar aynasındasın.
Oy sevmişem ben seni… (Oy Havar şiirinden)

Ard- arda kaç zemheri,
Kurt uyur, kuş uyur, zindan uyurdu.
Dışarda gürül- gürül akan bir dünya…
Bir ben uyumadım,
Kaç LEYLİM bahar,
Hasretinden prangalar eskittim.
Saçlarına kan gülleri takayım,
Bir o yana
Bir bu yana… (Hasretinden Prangalar Eskittim şiiri)

Erbil’e “Ömrüm” diye seslenen, yüreğinden dökülen en zarif cümleleri söyleyen kişi; Erbil’in umutsuz aşığı Ahmed Arif’tir. Fikret Kızılok’un muhteşem bestesi ile ölümsüzleşen pasajı herkesin dilindedir “Suskun” şiirinin.

Rüya, bütün çektiğimiz.
Rüya kahrım, rüya zindan.
Nasıl da yılları buldu,
Bir mısra boyu maceram…
Bilmezler nasıl aradık birbirimizi,
Bilmezler nasıl sevdik,
İki yitik hasret,
İki parça can.

Bu dizeler dökülmüştür Ahmet Arif’ten.

Peki Ahmet Arif kimdir? “33 kurşun” şiirinin ozanıdır. Sırf bu şiir yüzünden dövülen, bir çöplüğe ölsün diye sallanıp atılan şairdir.
Kirvem, hallarımı aynı böyle yaz.
Rivayet sanılır belki,
Gül memeler değil.
Domdom kurşunu,
Paramparça ağzımdaki..

Der bu şiirde. 1943 yılında sınır geçen kaçakçı Kürtler kurban gidince dökülen dizelerdir. Bugün olur olmaz ağza alınan eski Türkiye şablonunun asli ve bitmez mağdurudur Ahmed Arif. 1951 solcu avında düştüğü hapisten 1954’te çıkar. Meşhur “Hasretinden Prangalar Eskittim” şiiri hapishanelerde elden ele çoğaltılır, dolaşır. Ne meşhur CEHAPE iktidarının 1940’lara miras dönemi, ne sonraki Adnan Menderes iktidarı, 1960’ların kısa süreli dünya geneline yayılan özgürlük ortamı bir yana, sol ve solculuk hiç de makbul bir meslek olmamıştır bu ülkede.

İktidara gelmese de iktidar tehdidi teşkil etmesi dahi infial yaratmış, ülke nerdeyse fasılasız kendini sağa tanımlayan iktidarlara tabi olmuştur. Geriye dönüp bakıldığında sadece Ahmed Arif’in hayat öyküsü dahi Türkiye siyasi tarihinin sağa yatan halini tek başına temsil eder.

İşin en ironik yanını da kuşkusuz bu yılların aynı zamanda askeri vesayet dönemleri olmasıdır. 27 Mayıs’ın her ne kadar Menderes’e karşı olsa da, sözcüsünün Alparslan Türkeş olduğunu anımsamak kafidir. Zaten takip eden askeri darbeler kendisini esas olarak zamanın ruhunu da yansıtacak şekilde fazlasıyla anti komünist tanımlamıştır. 12 Mart tereddütsüz, 12 Eylül kahir ekseriyetle.

1991’de komünizm çöktükten sonra, tek kutuplu dünyada askeri vesayet de yavaştan varlık nedenini yitirmiştir. 28 Şubat post modern darbesinin Refah Partisi için sinek vızıltısı ayarında kalması ya da e-muhtıra girişiminin misliyle iade olması başka nasıl açıklanabilir?

Zamanın Ruhu, tuz ruhuna hiç benzemez.

Apoletler kravatlara tabi olmak için zamanı nasıl bekledi ise; bundan sonraki süreçte de yaşanan tarihsel geçmişin en iyi şekilde özümsenmesi gerekir.

Ülke tedrisatına “Dün Dersi” eklenmelidir. Tarih tüm çıplaklığı ve yalınlığı ile öğrenilmelidir. Geçmiş hatalar ancak böyle tekrar edilmeyecektir.

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz