Sağlıklı Düşünmenin Önündeki Engeller-3

0
Latest posts by Psk. Dr. Ziya Doğan (see all)

Sağlıklı düşünmenin önündeki engellerden biri de ‘‘Bireyin ve Toplumun Sınırları’’dır. Sınırlar çiziliyorsa ki çiziliyor, öyle ise çizilen de silinebilir.

Kimliğimizi ve kişiliğimizi oluşturan kültür, dil, ekonomi, toplumsal konum gibi şartlar aynı zamanda sağlıklı düşünmeye çizilmiş sınırlar olabilir. Bu sınırların ötesini inkâr ederek sahip olduğumuz her değerin evrensel olduğunu sanmak, sağlıklı düşünmeyi engeller.

Sağlıklı düşünme, her şeyden önce kişinin kendine karşı dürüst ve düşünsel standartlarında tutarlı olduğu düşünmedir.

Toplumsallık, yüksek ihtimaller dururken uzak ihtimalleri gözümüzde büyütür. Böylece yanlış şeylerden gereksiz yere endişe ederiz.

Örneğin dünyada açlıktan ölenlerin sayısı, doğal afetle ölenlerin sayısının yaklaşık elli katıdır. Ancak doğal afetler toplumsal olarak daha şok edici olduğu için açlık o kadar gündem olmaz. 

Toplumsallık, bir yandan imkânlar sunarken diğer yandan çıkarımları bozar ve kendini kandırması için kişiye kaçamak yollar açar.

Gündelik hayat rastgele, karmaşık ve tahmin edilemez bir yapıya sahiptir. İnsan, deneyimler, verili tahminler ve nedensel açıklamalar aracılığıyla gerçekliğin tutarlı bir resmini çizmeye çalışarak şimdiki ve gelecekteki olaylar üzerinde bir miktar kontrol sağlamak ister.

Bireyselliğin sınırlarına rağmen toplum bireylerin görüşlerinden oluşur. Bu da örneğin doktorların tanı koymasında, hâkimlerin karar vermesinde, eğitimcilerin öğrencileri yönlendirmesinde ve yöneticilerin hizmetlerinde hataların olmasını kaçınılmaz kılar. 

Her ne kadar aynı topluluktaki insanların görüşleri birbirini düzeltebilecek ve tamamlayacak potansiyele sahip olsa da, insan bilgisinin sınırları ve düşüncenin oluşum sürecinden dolayı toplumu ilgilendiren bir konuda tümüyle hatasız veya eksiksiz bir görüş olabileceği beklentisi boşunadır.

Yaşamı sürdürmek ve anlamlandırmak için sarf ettiğimiz çabalar, bir noktada bireysellik, diğer noktada toplumsallık nedeniyle doğan kusurların hepsini kapatmaya yetmez.

Aklı başında insan, kendinin ve içinde yaşadığı topluluğun sınırlarının olabildiğince farkında olarak sürekli öğrenmeye açık olur ve mutlak yargılardan kaçınır.

Birey, benliğini inşa ederken gerçekliği olduğu gibi algılamaz, onu aktif bir şekilde oluşturur. Tutarlı, önceki bilgileriyle uyumlu ve olabildiğince ele gelir açıklamalara sahip olmak için zihin durumlarına hâkimiyetin boyutu abartılır, davranışlar ve inançlar tümüyle kontrol altında zannedilir ve bilgi işleme sürecine etkisi olan tüm çevresel ve yapısal etmenler göz ardı edilir.

Kendi yargılama yeteneklerinden emin olmak, aslında hataları görmeyi engeller. Düşünce ve davranışlar konusunda otokontrolün abartılması, aslında insanın gücü dâhilinde olmayan şeyleri de kontrol etmeye çalışmasına yol açar. Böyle bir gayret başarısızlıkla sonuçlanacağı için kişiyi umutsuzluğa ve yetersizlik hissine sürükler.

Hafıza, tecrübeleri tek açıdan birebir kaydeden bir kamera değildir. Olaylar ve hatta kendi düşüncelerimiz, uzun süreli hafızaya düzenlenmiş, değiştirilmiş, revize edilmiş şekilde aktarılır. Olay sırasında akıldan geçen düşünceler, hissedilen duygular, olayın nasıl yorumlanacağını belirler ve hatıralar hafızaya yorumlanmış şekliyle aktarılır. Bu demektir ki, bireyin aslında kendi hafızasına gereğinden fazla güvenmesi, onu sağlıklı düşünmekten alıkoyacaktır.

Diğer taraftan düşünceler, daha sonraki gelişmeler ve yeni düşüncelerle karşılaşmalardan sonra değişikliklere uğrarlar. Çoğu bilinçdışı gerçekleşen bu değişimlerin sonunda ortaya çıkan hal, kişiye ilk defa bu şekilde edinilmiş gibi görünür.

Genelde zamansız bir soyutlamaya tâbi olan düşüncelerin değişimlerini izlemek için içsel bir ölçü koymak neredeyse imkânsızdır. Hafızayı güvenilmez kılan bir diğer etken de toplumsallıktan gelir. Bir otoriteye (popüler, kültürel, siyasi, manevi vs.) olan güven, kişinin aslında yaşamadığı olayları yaşamış gibi, yaşadığı olayları yaşamamış gibi hatırlamasına neden olabilir. Bağlantıları kuran ve boşlukları dolduran güçlü bir toplumsal karakter, gerçekdışı olaylara bile şahitler bulabilir. 

Bireysel ve toplumsal sınırların farkında olmak, pek çok sorunun çözümü için atılacak ilk adımdır. Ancak her zaman için bilinmelidir ki bu sınırlar aynı zamanda bireyi kendisi yapan imkânlar demektir. Bu yüzden, sınırları aştıkça başka sınırlarla karşılaşmak sürpriz değildir. 

Yine de bireyselliğin ve toplumsallığın farkında olan bir bireyin, benlikle düşüncelerinin arasını duygusal olarak ayırması ve her düşünceyi edindiği bağlamdan bağımsız olarak ele almayı göğüslemesi beklenir.

Bir düşünce, kendimizin bir parçası olarak değil, taşınılan ve gerektiğinde bırakılabilecek, hatta daha iyisiyle değiştirilebilecek bir durum olarak ele alınırsa, onu daha iyi değerlendirmek mümkün olur. Aksi bir durumda sağlıklı düşünmenin önündeki engellere takılır kalırız.

(Devam edecektir… )

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz