Yol Hikayeleri 5. Gün: Mardin’de Eski Türkiye Peysajları

0

Ahmet Türk Apolitik (Evdeki) Seçmeni tane tane anlatıyor…

Diyarbakır hüznünden memlekete geç saatlerde dönmüştüm. Ahmet Türk ile söyleşimin sabahtan öğleden sonraya sarkması ister istemez günlük programımı bayağı değiştirdi.

Mardin benim ana ve ata yurdum. Mardin’e uzaktan bakanlar koskoca bir ovanın ortasında bir dağın zor coğrafyasına yerleşen halkın zihninden neler geçtiğini tahminde zorlanmaz.

Şimdi artık eski Mardin diye anılan bu kadim şehir savunma sanatının şahikasıdır. Ovayı tarıma bırakan Mardin halkı bir dağı ıslah edip yuva kurmuş. Bu öyle bir başarı hikayesi ki, aslında söylenecek söze yer bırakmıyor. Kat kat yerleşim Mezopotamya ovasına tepeden bakmaya imkan verirken muhteşem bir mimari ile kendini tarihe emanet ediyor.

Şehrin zor coğrafyası medeniyetin köle eden 4 teker uygarlığına inat 4 ayaklı ve güzel gözlü merkeplere muhtaç. Dünyada çok az coğrafyada istihdam olanağı bulan bu güzel canlılar Mardin’de kadrolu ve bordrolu temizlik neferleri.

Mardin deyince nüfus kesafeti açısından ovadaki yeni şehir akla gelse de benim için Mardin hala eski şehir demek. Bu düşünceyle eski şehrin dar ve tarih kokan sokaklarında geçirdim söyleşiye kadar geçen süreyi.

Zaten Mardin’in yeni denilen bölgesi için söylenecek çok az değişik söz var. Modern zaman hapishanesi AVM’si ile mimari özellikten ziyade rant ve emlak ticareti kokan apartmanlardan gayrısı yok burada. Şehirleşmeden anlaşılan tektipleşme.

İşin daha da acı olanı, adeta uzaydan inmiş gibi hiç bir çevre düzeni yapılmamış şehirleşmeden nasibini almamış arsalara kondurulan bloklar. Bunların hali bana bir zamanların kült dizisi Uzay 1999’u çağrıştırdı. 1999 geçeli 20 yıl oldu ama ay üssü alfadan dahi daha az medeni araziler insanlara mahalle olarak sunulmakta.

AKP’nin işsizliğe bulduğu çare gayet eski Türkiye model bekçilik. Şaka gibi 8 bin bekçi istihdamı. Güvenliğine güvenmeyen ülkenin çözümü bu. Lise mezunu bir genç için çare de olsa dünyaya katkısı olmayan bu istihdam projesine konu kardeşime selam veriyorum. Orhan Kemal’in Bekçi Murtaza’sının ne kitabını okuduğunu ne de filmini seyrettiğini düşündüğüm bekçi kardeşim için öncelik bin zorlukla sağladığı bu işi muhafaza etmek. 2019 Türkiyesini fi tarihinden kalma bekçilerle buluşturup eski Türkiye eleştirisi yapanları ilgilisine havale edip vedalaşıyorum modern Bekçi Murtaza ile.

Erdoğan’ın Mardin’e gelişini kaldırımların düzenlenmesinden anlıyoruz. Bu da eski Türkiye adeti. Aziz Nesin okuduğunu iddia eden Özhaseki idi sanırım. Aziz Nesin’in tüm hikayeleri gibi bu sahte dekorlar da geçmişten günümüze hallerden biri. Özhaseki, Aziz Nesin’i okumuş olamaz ya, velev ki okumuş olsun, belli ki, hiç ama hiç feyz almamış.

Yavaş yavaş eski şehre doğru ilerliyorum, insanın kendini huzura bıraktığı mimarinin keyfine ilk olarak Kasımiye Medresesi’nde varıyorum. Artukluların temelini atıp Akkoyunlular’ın bitirdiği yapının 700 seneye varan binası Laz müteahhitlerin canına okuduğu 1950 sonrası Türkiyesine ders niteliğinde.

Kalıcılığın ve sanatın ister doğuda ister batıda ortak bir dili var.
Gerçekten bizim Laz müteahhit denilen esnaf faaliyetine kurban ettiğimiz güzelim coğrafyamızla gerçekten ne derdimiz vardı acaba?
Kamikaze pilotları gibi toplumsal intihara nasıl oldu da yenik düştük.
Menderes’le başlayan geleneğe son olarak Erdoğan’ın ihanet itirafı zincirin son halkası olarak eklendi.
İnsan ister istemez İstanbul sokaklarını kaplayan aşklı AKP ilanlarını görüp; ‘ihanetle kirlenmiş bir aşkın inandırıcılığı ne kadar?’ sorusunu soruyor.

Mardin’de “beğenmeyen çeksin gitsin” nobranlığı değil Çan-Ezan-Hazzan kombinasyonu var.
3 dinin kadim duaları birbirine karışıyor.
Ekonominin gazı kaçmış gazozunun lezzetsizliğini beka repliği ile unutturmaya çalışan iktidarın, Mardin’de çok karşılığı yok. Ekonomik sorun var. Tabii ki apolitik seçmen için de sorun var. Ama sorun ile neden arasında illiyet bağı kurmada mesele yaşıyor.

Apolitik seçmen lafını çok sevdim. Biraz spoiler (önceden bildirme) gibi olacak ama belirtmeden geçemeyeceğim. Ahmet Türk bu muhteşem tanımının detayını “evdeki seçmen” olarak ifade etti. Benim uzun süredir üzerinde durduğum ev kadını siyasetinin ya da yaşlılara ve katma değersiz köylülere dayalı siyasetin dolaysız bir ifadesi oldu evdeki seçmen. Seçmen nasıl apolitik olur? Tabii ki, evde takılıp kaldı ise. Ev bir metafor. TV ile kuşatılmış, pasaporttan, dünyadaki gelişmelerden uzak bir kopukluk. Fakirlikle, işsizlikle alakasız bir varoluş bu.

Ahmet Türk’ün tarihe yayılmış bilgeliğinden süzülen bu tanım iyi siyasetçilerin her zaman öğreteceği bir şey olduğunu kanıtlıyor.

Mardin’e dair sayfalarca yazabilirim ama aslında Ahmet Türk söyleşisine yaptığım girizgahla sonlandırmak istedim. Hem Ahmet Türk söyleşisinin deşifresi için yoğun bir çalışmaya girişme zorunluluğu hem de yarın Urfa ve Adıyaman’a uzanacak olan programım beni buna yönlendirdi.

Günün ortasında yaptığım Ahmet Türk söyleşisi ile beraber memleketime artık daha farklı bakıyorum. Ahmet Türk’ün halk iradesini kayyuma havale eden anti demokratik yaklaşıma karşı ortaya koyduğu inat ve dirayet bana umuda ilişkin çok şey söylüyor. Çözüm masasını yıkanların ifşasını neden daha iyi yapamadık itirafındaki özeleştiriye şapka çıkartıyorum.

Şapkası güneşle dolu bir şairin, Cemal Süreya’nın Mardin’e dair yazdığı dizelerle bitirmeye karar veriyorum:

Kuşlarını salmıştır çatılar
Ve hasatçı bîr gökyüzü ki
Eğilip üstüne düşecek kadar
Taştan ağzıyla öpmüştür seni
Kan revan içinde alnaçlar

        

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz