”Ben ten renginden ibaret değilim”

0
Rabia Güner

”Irkçılık ideolojik bir düşünce değil, psikolojik bir hastalıktır” der Malcolm X. Öyle bir hastalıktır ki toplumları yer bitirir. Ciddi bir problem olarak günümüzde de devam eder.

”Irk” kavramı, bilimin kullandığı kavramlardan biri olarak karşımıza çıkar. Örneğin sosyal bilimler ve doğa bilimleri bu kavramı kullanır. Çoğu alanda da ırk olgusunu görmek mümkündür. Siyaset, biyoloji, antropoloji, genetik gibi alanlar bunlardan bazıları olarak sayılır. Farklı bağlamlarda yer alan ırk kavramı, çok çeşitli anlamlara sahip olmakla beraber gelişen ve değişen bir kavram olarak var olur.

Irkçılık en düz anlamıyla ”belli bir ırkın üstünlüğü” inancı üzerine kurulur. Bu bağlamda da birçok sosyal sorunun temeline konumlanır. Klasik antropoloji ırkı; insanlar arasındaki biyolojik farklılık olarak tanımlar ama ırkçılığın anlamı göz önüne alındığında bu tanımın yetersiz kaldığı açıktır.

Sosyal bilimler ise ırkı şöyle tanımlar: ”Akrabalık ilişkisi neticesinde belirli topluluklar, belirli düşünceleri paylaşır. Doğuştan gelen biyolojik ve fizyolojik özelliklere sahip olan bu topluluklara ırk denir” diyerek insanları biyolojik özelliklerine göre sınıflandırır.

Fakat günümüzde kavram tüm bu tanımların dışında bir halkın veya grubun kendilerini diğerlerinden daha üstün görmesiyle ve bunu meşrulaştırdıkları alanlar ile şekillenmektedir. Bu iddiaları özlerinde var olan farklılık ile sundukları için siyasi tahakküm ve beraberinde ekonomik sömürü bağlamında insani değerlerin dışına taşar.

Özünde ırk kavramı insanlığın farklı kollarını ifade eder. Bu anlam ırkların birbiriyle tanışmalarına işlevsel fayda oluşturabilecek de olsa hiyerarşinin eline düşmüştür. Bu haksız rekabetin tarihi insanlık tarihinin başına kadar dayanır. Ortaya ”öteki, barbar, yabancı” gibi söylemler çıkar.

Biyoloji nasıl bir üstünlük göstergesi olabilir ki?

18. yüzyılda ırk üzerine oldukça fazla çalışma yürütülür. Bu isimlerden bazıları: F. Hegel, I. Kant, F. Bernier, C. Linneaus, G. Buffon, F. Bluemanch gibi Avrupalı antropolog ve felsefeciler olarak sayılabilir. Bu isimler ırk kavramını çok farklı şekillerde açıklar. Bu çalışmalar somut veri olması nedeniyle çoğunlukla fiziksel niteliklere yönelir. Bu niteliklerin en belirgini de ”deri rengi” olarak ifade edilir. Bu nitelik ırksal sınıflandırmanın ve ayrımclığın temelini oluşturur. Siyah- beyaz ayrımı olarak ifade edilen bu ayrımda insanlar;

”Ben ten renginden ibaret değilim”diyerek mücadelelerini günümüzde de sürdürmeye devam eder. Bu çalışmaların ortak noktası insanları şuna götürür ”beyaz adam” üstündür. Ancak 19. yüzyılda devam eden çalışmalar neticesinde Lamarck, Darwin, Wallece ve Mendel gibi isimler yeni bir anlayış, anlam ve bakış açısı keşfeder.

‘Irksal sınıflama sorunludur.” Bu çalışmalar topluluklara insanların farklı genetik yapılarının olabileceğini, bunun doğal bir evrim olduğunu ve hiçbir üstünlük ortaya koymadığını belirtir. 20. yüzyıla gelindiğinde deri rengi, saç tipi, göz biçimi gibi niteliklerin insanları sınıflandırmanın yüzeysel ve yetersiz olacağı ortaya koyulur.

Kısacası ırk sınıflaması sağlam dayanaklardan yoksundur. Bu ırksal farklılıkların savunulması ve bilimsel temelde tartışılması insan onurunu hiçe sayar ve insanları aşağılar. O yüzden hiçbir şekilde ırk, din, dil, cinsiyet ayrımı yapmadan tüm insanları içine alan evrensel bir algıyla yaşamak gerekir.

Kaynakça:

https://kemalsayar.com/haftanin-yazisi/irkcilik-psikolojisi

https://www.sivilsayfalar.org/2020/06/13/irkcilik-ve-nefret-soylemi-ile-mucadelede-medyanin-rolu/

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz