Dahi ve Deli: 78 Yılda Tamamlanan Sözlük ve Bitmeyen Osmanlıca (Türkçesi) Tartışması…

1

Mel Gibson ve Sean Penn’in neredeyse döktürdüğü ve “Dahi ve Deli” olarak dilimize çevrilen dönem filmini geçen hafta Ocakbaşı’na konu etmiş, önermiştim.
İngilizce öğrenenler için Oxford Sözlüklerinin özel bir önemi vardır. Bu filmde bizlere sözlük olarak verilen kitabın aslında koskoca bir ansiklopedinin sadece özeti; hülasası olduğunu gördük.

Bir dilin esaslı bir sözlüğünü yapmanın 78 yıl alabileceğini hayal etmek dahi imkansızdır. Bu dil İngilizce gibi kapsamlı ve dünyanın üzerinde güneş batmayan bir imparatorluğunun dili de olsa 78 yıl uzun bir süredir. 78 yılı bir sözlüğü kotarmak için ayırmak devasa bir çabanın ifadesidir.

Filmin daha A harfinin hakkından gelinmesini anlatan 2 saatlik hikayesinin arka planındaki bir cinayet ve karanlık 19. yüzyıl Londra betimlerinin gerçekçiliğine çok takılmadım aslında.
Film boyunca beni en çok etkileyen her bir sözcüğün bir dedektif titizliğinde peşinde koşturan akademik kadronun zaman zaman obsesyona varan kaygıları oldu.

Sözcüğün çağlar boyunca evrimine, İngiliz dilinde yazılmış tüm eserlerdeki atıflarla keşfetmeye çalışanların insanüstü gayretlerine hayran olmamak elde değil.
Bütün yazılı metinleri tek tek okuyarak İngiliz dilini terkip eden tüm sözcüklerin nereden çıktığını ve nereye gittiğini anlama kaygısını hayranlıkla izliyorsunuz.

Bu biraz da delilik getiren uğraşı bir süre bizatihi aklını kaçırmış bir adamın sahiplenmesini ve hikaye belki biraz abartılmış da olsa kolaylaştırmasını bu nedenle şaşırtıcı bulmuyorsunuz.
Yazılı edebiyatın tüm metinlerinin teker teker taranarak her bir sözcüğü hangi yazarın hangi bağlamda kullandığının tespit edilmesi akıldışı bir gayret olarak yerini alıyor.

Matbaanın Türkiye’ye icadından nerdeyse 2,5 asır sonra girmesi gibi yapısal ve tarihsel olguyu bir kenara koymak gerek. Bir dilin en önemli mahsulu olan edebiyatın üzerine uzmanlık sahibi değilim.
Yine de İngiliz dilinin 19. yüzyıl ortalarında başlayıp ilk çeyreği biterken toparlanan sözlüğünün hikayesi insanda kültürel bir kıskanma duygusu uyandırıyor.

Türk dili üzerindeki tartışmalar aslında dolar kuruna nazaran daha az etkili görünse de bu açıdan bakınca neden doları tartışmak zorunda kaldığımızı dil tartışmalarında aramamız gerekiyor diye düşünüyorum.

Türkçenin Latin harfleri kullanılarak yazılmaya başlanması dil devriminden önce başlamış olsa da dil devrimi ile kesilen süreç bugün dahi devam eden bir tartışmanın alevini harlıyor.

Osmanlı’nın çok dinli, çok etnili yapısını neden kaybettiğimizi tartışmayan muhafazakar kesim için Osmanlıca kaybolan bir imparatorluğun sanki tek mümessili gibi bir bayrak halinde her daim sallanmaktadır.
Oysa ki Osmanlıca başlı başına anlamsız bir ifadedir. Osmanlı Türkçesi demek doğru olacaktır.
Osmanlı’nın imparatorluk genlerinin ona vaz ettiği bir çok vasfının kaybolmasına hayıflanmayanlar için Osmanlıcanın bir ukde olarak tekrar tekrar göze sokulması ise kimilerine makul bir tavır gibi gelmektedir.

Muhafazakarlık, Liberallik ve Sosyalizmin esaslı tanımı değişime verdikleri yerdir.
Liberal ılımlı değişimden, Muhafazakar yavaş değişimden, Sosyalist hızlı değişimden yanadır.

Osmanlıca üzerinden ortaya konulan muhazafazakarlık gösterisinin değişim eleştirisinde ulaştığı ifradın Osmanlı İmparatorluğunun anakronik bir yeniden varoluşuna özlem ile ilişkili olduğunu anlıyoruz.

Payitaht adlı diziden yansıyan absürd gerçeklik bükümü ile günceli ve geçmişi birbirine harmanlayan yönetici elit sınıfın yapmaya çalıştığının bu anakronikliği normale teşmil etmek derdinden kaynalandığını artık herkes kabul ediyor.

Doları iktisat dışı önlemle ve masaya yumruk vurarak 6’dan 5’e düşürüyor sonra yumruk sıkılığını kaybedince tekrar 6’da buluyoruz.
“Belli ki çok şeyi yanlış yapıyoruz.
Osmanlı Türkçesini, Arap harfleri ile yazılan bu karma dili, öğretmek için harcanacak çabanın ideolojik tahakküm için önemini anlamakla birlikte bu gayrete saygı duymuyorum.

Benim için dostum Ezel Akay’ın “Hacivat Karagöz Neden Öldürüldü?” filminde vücut buldurduğu saf Anadolu Türkçesi daha ilginç geliyor. Bu film ve akabinde Haldun Çubukçu ile kaleme aldıkları Yargu isimli kitap için harcanan emeğin tam da Oxford Sözlüğü için harcanan emekle eşdeğer olduğuna inanıyorum.

Türkçe’nin etimolijisine dair sadece E harfine kadar gelebilen bir çalışmayı neticelendiren ve ömrünü bu işe vakfeden Andreas Tietze gibi bir Avusturyalı bilim adamnın çalışmaları da günümüz iktidarının bu keyfi kültürel kod belirleme çabalarının kadüklüğünü ifşa ediyor.

Atatürk’ün kurduğu ve İş Bankası’ndaki CHP payı aracılığı ile sonsuza dek varlığını garanti altına aldığı Türk Dil Kurumu’nun da Cumhuriyetle neredeyse yaşıt çabalarına dahi dudak büken bu tarih dışı tavrın “Dahi ve Deli” filminden öğreneceği çok şey var.

1 Yorum

  1. Ağzınıza sağlık. Payitaht’taki gerçeklik bükümü ve Ezel Akay’ın magnum opusu hakkında yazdıklarınıza bayıldım. Filmi izlemedim ama aradığım itkiyi buldum. Teşekkürler, sağlıcakla

YORUM YAZ

Lütfen yorumunuzu giriniz!
Lütfen isminizi buraya giriniz